'Eski Taliban' ve 'Yeni Taliban' iddiaları arasında IŞİD

Kerim en Nekadî

Yaklaşık 20 yılı bulan Amerikan işgalini bitirmek için Afganistan İslam Emirliği Taliban ile ABD arasında 29 Şubat 2020'de imzalanan Doha Anlaşması'ndan sonra özellikle destekçileri ve sevenleri Taliban hareketinin değişmesinden korktular. Esas dikkat çeken ise en serti IŞİD tarafından yapılan, Taliban'ın asıl halinden uzaklaşıp saptığı ithamlarıydı. Aslına bakılırsa bu ithamlar gün yüzüne Doha'dan değil El Kaide'nin IŞİD'den beri olduğunu ilan etmesinden sonra gün yüzüne çıkmaya başlamıştı. Bu gelişmelerin ardından Taliban aleyhine olan söylemler genelde "bugünün Talibanı"nın, "dünün Talibanı"ndan farklı olduğu yönünde. Aleyhtarlara göre hareketin tutumundaki değişimler sebebiyle "dünün Talibanı" Allah'ın emri üzere hareket eden Müslüman mücahitler iken "günümüz Talibanı" kafir ve mürtedlerdir.

IŞİD'in Taliban övgüleri

İslam Devleti'nin (IŞİD) yayınları dikkatlice takip edilirse görülecektir ki Taliban'ı tezkiye eden en son resmi beyan 07.08.2011 tarihinde "İslam Devleti Bakidir" başlığıyla yayınlanan önceki sözcü Ebu Muhammed El-Adnani'nin konuşmasıdır. Adnani der ki:

"Allah yolunda savaşan taifelere, Allah yolunda kınayıcının kınamasından korkmayanlara, dünya üzerindeki farklı yerlerde bulunan mücahitlere ve onların arasından hususen dağ gibi heybetli ve denizler gibi hırçın -anam babam ona feda olsun- faziletli Şeyh Molla Muhammed Ömer ve onunla beraber Peştunlar ve sağlam bir kalemiz olan Taliban'a..."

Adnani hemen ardından yine hususen Taliban'ı ve emiri Molla Ömer'i öven bir şiir okur:

"Ey kendisine zulmedilen, Molla Ömer'e git!
Onun duruşu adalet ve nadir bir ferasettir
Peştunlar ve Taliban bizim ikinci annemizdir.
Rahman'a söz vermişlerdir ihanet etmeyeceklerine
İslam yüzüstü bırakılmaz, asla
Ta ki yaşadıkları ya da kanları aktığı sürece"

Bundan dolayı IŞİD'in Taliban'ı sapma, ihanet ve küfür ile suçladığı konuları yine İslam Devleti'nin Taliban'ı son tezkiyesini yaptığı 07.08.2011 tarihinin öncesindeki Taliban'ın menheciyle değerlendireceğiz. Sonra IŞİD'in iddiasına göre bunların yeni meseleler mi yoksa zaten Taliban'ın aslında var olan şeyler mi olduğunu göreceğiz.

Taliban'ın mürtedlikle ve aslından inhirafla suçlandığı konulardan birisi Müslüman topraklardaki yöneticileri tekfir etmemeleri ve bunları -Suud ve İran rejimi gibi ki "bugünün Talibanı" tarafından "İran İslam Cumhuriyeti" olarak adlandırılır- İslam'a nispet etmeleri. Aslen bu suçlama onların Taliban'ın menhecinden habersiz olmalarından kaynaklanmaktadır çünkü Taliban ortaya çıktığından beri Arap yöneticileri kafir olarak isimlendirmemiştir. Bu yaklaşımları hareketin "Diyobendi" ekolünde yani fıkıhta Hanefi, itikatta ise Sufiliğe kayan Maturidi olmalarından kaynaklanır. Taliban bu düşünceye sıkı sıkıya bağlıdır ve dolayısıyla tekfir konusunda çok çekinceli davranır. Irak El Kaidesi'nin eski emiri Ebu Musab ez Zerkavi daha sonra IŞİD bağlantılı El Furkan Medya tarafından yayınlanan bir röportajda şöyle demiştir:

"Bakınız mesela Taliban! Bilindiği üzere onlar Diyobendi medreselerinden çıkmış Maturidilerdir, Allah'ın şeriatından başka hüküm kabul etmez, Allah yolunda savaşır ve Amerika'nın zulmüne karşı dururlar. Biz de biliyoruz ki onların bazı hataları vardır ama yine de onlar, bana göre, tağut Abdullah bin Abdülaziz'e biat edip kendilerini sahih akideye intisap eden Cezire alimlerinden daha hayırlıdır. Bunlar nasıl bir sahih akide taşıyorlar? Ve kim Allah katında daha üstündür? Molla Muhammed Ömer mi bunlar mı? Tabi ki Molla Muhammed Ömer yeryüzü dolusunca bunlar gibisinden daha hayırlıdır."

Ebu Musab es Suri de 1998 sonlarında yazdığı "Taliban ve İslam'ın Savaşı" kitabında Taliban'ın Arap yönetimleri tekfir etmediğinden, onları Müslüman olarak gördüğünden, içlerinde küfür derecesine varmayan fısk ve fücur olduğunu kabul ettiklerinden bahsetmektedir.

Eski Taliban-Yeni Taliban iddiası

2009 Mayıs'ında "Al-Jazeera Talk" tarafından yayınlanan bir röportajda Afganistan İslam Emirliği (AİE) medya sorumlusu Ahmed Muhtar'a emirliğin Arap rejimlerine karşı tutumunun ne olduğuna dair sorulan soruya verdiği cevap şu şekildeydi:

"Söylemek isterim ki biz yöneticilerin hiçbirini tekfir etmiyoruz ve onlarla da karşılıklı ilişki içerisinde değiliz."

Yine AİE tarafından 05.03.2008 tarihinde yayınlanan "Afganistan ve Dünyadan Bazı Hadiselere Dair" başlıklı resmi bir beyanda İran ve Suud rejimi gibi bazı yönetimleri İslami olarak adlandırdıkları görülmektedir:

"Afganistan İslam Emirliği, İran İslam Cumhuriyeti aleyhine Güvenlik Konseyi tarafından yürürlüğe konan yeni yaptırımları kınamaktadır ve geçersiz saymaktadır."

AİE Emiri Molla Muhammed Ömer 23.12.2008 tarihinde yayınlanan görüşmeler hakkındaki bir beyanında diyor ki:

"İslami Suudi Arabistan Krallığı Kralı Hadimul Harameyn Abdullah bin Abdülaziz'e bir mektup göndermedim."

Yine 24 Şubat 2009'da yayınlanan Emirliğin medya sözcüsü Ahmed Muhtar'ın Emirliğin Siyasi Ofis Sözcüsü Şeyh Mutasım Ağa Can ile yaptığı röportajda dediği gibi:

"Suudi Arabistan'dan aynen Sovyet işgali sürecinde yönetimi ve halkıyla mücahitlerin yanında durdukları gibi şimdi de ahlaken ve İslami olarak mücahitlerin yanında durmalarını istiyoruz. Suud hükümetinin, gayretli halkının ve başlarında Hadimul Harameyn Kral Abdullah bin Abdülaziz'in -Allah onu korusun- Afgan halkına ve diğer işgal edilmiş Müslüman topraklardaki mazlum halklara karşı dini görevlerini yerine getirmelerini talep ediyoruz."

Taliban'ın menhecten sapma ve tekfirle itham edildiği konulardan birisi de Çin, Rusya, Katar ve İran gibi bazı devletlerle diplomatik ilişki kurmalarıdır ki bu en garip olanıdır. Ta 2001 yılında diplomatik ilişkiler Pakistan, BAE ve Suudi Arabistan ile kurulmuş ve bu ülkelerde büyükelçilikler açılmıştı. AİE'nin Pakistan Büyükelçisi Molla Abdüsselam Zaif ve BAE Büyükelçisi ise Mevlevi Azizürrahman Abdülehad idi. Ve Taliban ortaya çıktığı günden beri dünya devletleriyle diplomatik ilişki kurmaya çalışıyordu. 01.11.2001 tarihinde Al-Jazeera sitesinde yayınlanan ve AİE Emiri Molla Muhammed Ömer ile yapılan bir röportajda şöyle deniliyordu:

"Biz dünya devletleriyle karşılıklı saygıya ve insani normlara dayanan normal ilişkiler istiyoruz. İslami devletlerle ilişkilerimizin ise İslam kardeşliği ışığında bir kardeşlik olmasını istiyoruz."

Aynı zamanda "İslam Ümmeti'ne, Mücahit Afganistan Halkına, Şiddetli Siperlerin Kahramanlarına" başlıklı 10.11.2007 tarihinde yayınlanan bir beyanda da diyor ki:

"İslam Emirliği olarak açık bir şekilde ifade edebiliriz ki Amerika ve dünya artık ülkemizin bağımsızlığına saygı duymalı, başarısız politikaları ve İslam'a saldırmayı terk etmeli, orduları Afganistan'dan çıkmalıdır. Şuna eminiz ki onların çekilmesiyle Afganistan'a barış, güvenlik ve milli birlik hakim olacaktır. Aynı zamanda tüm vatandaşların iş birliğiyle İslami bir hükümet kurulacaktır. Böylece hem Afganlar var olan krizden kurtulacak hem de bütün dünya devletleriyle karşılıklı saygıya dayanan ilişkiler kurulacaktır."

Dahası 25.11.2009 tarihinde yayınlanan Kurban Bayramı bildirisinde "İslam Emirliği tüm dünya devletleriyle ekonomik gelişim için karşılıklı saygıya dayalı ilişkiler istemektedir. Ve yine biz bölgenin güvenlik ve barışını temin eden bir kuvvet olarak sorumluluklarımızı yerine getirmek istiyoruz." demiştir. Molla Ömer 09.08.2010 tarihinde yayınlanan bir başka Ramazan Bayramı bildirisinde de şöyle ifade etmektedir: "İslami ve gayri İslami komşu devletlerle olan gelecek dış politikamız mütekabiliyet teamülleri üzerine olacaktır."

Es Sumud Dergisi Aralık 2007'de yayınlanan 6'ncı sayısındaki bir röportajda Badgis Vilayeti Askeri ve Cihadi İşler Sorumlusu Mevlevi Abdurrahman bin Hüdayi Rahim şöyle demiştir:

"Türkmenistan devleti, İslam Emirliği döneminde iken bizimle dostane ilişkiler kurmuştu. Ve yine şimdi de AİE mücahitleri ile ilişkilerini pekiştirmek istiyorlar. Şuna işaret etmek gerekir ki ne zaman mücahitlerin zaferini ve Haçlı kuvvetleri karşısındaki üstünlüklerini görseler devletler bir bir Emirlik ile ilişkilerini geliştirmeye çalışıyorlar, bunlardan biri de komşu Türkmenistan devleti. Aynı zamanda bu devletle aramızdaki görüşmeler ve konuşmalar sınırdaki yetkililerce sürekli devam ettirilmektedir."

24.02.2009'da yayınlanan, Emirliğin medya sözcüsü Ahmed Muhtar'ın Emirliğin Siyasi Ofis sözcüsü Şeyh Mutasım Ağa Can ile yaptığı röportajda denilmiştir ki:

"Bu kazanımlar sürecinde diyebilirim ki birçok başarıya imza attık ve bunlardan birisi de bazı devletlerle ilişkilerimizi pekiştirmemizdi. AİE olarak gerek Birleşmiş Milletler gerek İslam İş Birliği Teşkilatı gerek komşu devletler gerek de diğer dünya devletleriyle olsun dini ve milli kazanımlarımızı korumak için her türlü anlaşmaya açığız."

Emirliğin medya sözcüsü Ahmed Muhtar 2009 Mayıs'ında Al-Jazeera Talk ile yaptığı bir görüşmede demiştir ki:

"İran dahil tüm komşularımızla iyi ilişkiler istiyoruz ama bizim işlerimize de karışmamalılar. Biz aynı hükümet olduğumuz dönemdeki gibi isteyen her ülkeyle diplomatik ilişkiler kurmak istiyoruz. Karşılıklı anlayışa dayalı uluslararası ilişkileri gözetiyoruz."

30.08.2010 tarihinde yayınlanan ve Middle East gazetesiyle yapılan bir röportajda Afganistan İslam Emirliği resmi Sözcüsü sıfatıyla Kari Muhammed Yusuf Ahmedi demiştir ki:

"Emirliğin resmi açıklamalarında açık bir şekilde işgali def ettikten sonra şu dört hedefin var olduğunu görüyoruz: Birincisi, Müslüman Afgan halkını temsil eden ve ülkeyi idare etme kapasitesine sahip bağımsız bir hükümet kurmak. İkincisi, halkın farklı kesimleri arasında barışı ve milli birliği tesis etmek. Üçüncüsü, güçlü ve müreffeh bir Afganistan'ı yeniden inşaa etmek. Dördüncüsü de komşu ülkeler, bölge ve dünya ile ve hassaten İslam dünyasıyla adalet, eşitlik ve denklik üzerine bir ilişki kurmak."

Ve yine AİE Şura Heyeti'nde bulunan Şeyh Mevlevi Abdulkadir, 18.10.2010 tarihinde yayınlanan Es Sumud dergisi 54. sayı röportajında diyor ki:

"Allah'a şükürler olsun ki Müslümanlar komşu haklarına riayet etmek konusunda bilinçlidirler. Biz de emirlik sürecinde komşu ülkelerle iyi ilişkiler kurmaya çalışmıştık."

Yine İslam Emirliği'nin Lizbon Konferansı'na yönelik mektubunda (21.11.2010) şu ifadeler geçmektedir:

"İslam Emirliği tüm devletlerle karşılıklı saygıya dayalı ekonomik gelişim ve parlak bir gelecek için iş birliği yapmak istemektedir. Ancak işgal konusunda bütün bölgeyi tek bir cephede görmekteyiz."

IŞİD'in AİE'yi riddet ve sapmayla suçladığı bir diğer husus ise Taliban'ın Afganistan topraklarının ABD ve müttefiklerini tehdit için kullanılmasına izin vermek istememesi. Aslına bakarsak IŞİD'in bakış açısının aksine AİE var olduğundan beri vurguladığı husus eğer ABD ve müttefikleri tamamen Afganistan'dan çekilirse hiçbir şekilde hiçbir devlete tehdit oluşturmayacağıdır. AİE Emiri Molla Muhammed Ömer Afgan ve Irak halkına hitap ettiği mektubunda (12 Mayıs 2007) şöyle demektedir:

"İslam Emirliği diğer devletlerin iç işlerine gayri meşru bir şekilde karışmayacak ve başkalarının da kendi iç işlerine müdahale etmesini kabul etmeyecektir."

Buna ek olarak 29.08.2008 tarihli Ramazan Bayramı bildirisinde şu ifadeler yer almaktadır:

"Eğer topraklarımızı terk edecekseniz size bunun için makul bir süre tanırız. Tekrardan ifade etmek isterim ki biz hiçbir devlete zarar verecek değiliz ve işgale sebep olarak gösterdiğiniz bu tedirginliğinize de son noktayı koymak istiyoruz."

Yine 25.11.2009 tarihli Kurban Bayramı bildirsinde diyor ki:

"Biz ülkemiz için kadın ve erkek halkın haklarını gözeten, kendi kendine yeten, içeride ve dışarıda zarar vermek de zarar görmek de yoktur kaidesi üzere kurulu bir İslami sistem istiyoruz."

Ve yine 08.09.2010 tarihli Ramazan Bayramı beyanında demiştir ki:

"Dış politikamızı başkalarının zararını def etme ve başkalarına zarar vermeme prensibi üzerine kuracağız."

Ve yine 15.11.2010 tarihli Kurban Bayramı bildirisinde diyor ki:

"İslam Emirliği'nin iyi bir hükümeti, İslami adaleti, eğitim ve öğretimi, ekonomik gelişmeyi, milli birliği ve zarar vermek de görmek de yoktur kuralı üzere bir dış politikayı uygulamak için büyük bir projesi vardır."

07.11.2010 tarihli ABD Kongresi'ne hitap eden mektubunda Emirliğin resmi sözcüsü Kari Muhammed Yusuf Ahmedi demiştir ki:

"Zihninizden hükümetinizin uydurup durduğu ne idüğü belirsiz bir fantezi olan, siz ayrıldıktan sonra Afganistan'ın ABD ve dünya için bir tehlike olacağı korkularını silin. Bu, hükümetinizin içinde hiçbir doğru olmayan saptırıcı bir yalanıdır."

Ve Ahmed Muhtar -emirliğin medya sorumlusu- Mayıs 2009'da yayınlanan Al-Jazeera Talk programında demiştir ki:

"Afganistan'ı yönetmiş olduğumuz zaman diliminde ne Pakistan'ı kontrol etmeye ne de komşu ülkelerin iç işlerine burnumuzu sokmaya çalıştık."

AİE'nin Amerikan işgalinin sekizinci yılı vesilesiyle yayınladığı 06.10.2009 tarihli bildiride şöyle denmektedir:

"Tüm dünyaya ilan ediyoruz ki bizim hedefimiz ülkemizin bağımsızlığı ve İslami sistemin kurulmasıdır. Ve biz Avrupa ülkeleri dahil hiçbir devlete zarar vermek için bir program hazırlıyor değiliz."

Ve yine 02.12.2009 tarihli beyanda şöyle geçmektedir:

"Afganistan İslam Emirliği tekrar tekrar uluslararası cemiyete beyan etmiştir ki bizim hiçbir kimseye zarar verme niyetimiz yoktur. Ayrıca yabancı işgal güçlerinin Afganistan'da bulunmasının da dünyanın güvenliğiyle bir alakası yoktur."

Yine 21.11.2010 tarihli bir bildiride şöyle geçer:

"AİE'nin Afganistan'ın geleceğinde iyi bir hükümeti, güvenliği, İslami adaleti, eğitimi, ekonomik gelişmeyi, milli birliği, ülkeyi başkalarının zararından koruyacak bir dış politikayı ve gelecek Afganistan'ın hiç kimseye zararlı olmayacağını göstermeyi hedefleyen kapsayıcı bir yaklaşımı ve politikası vardır."

Irak ve Şam İslam Devleti'nin Afganistan İslam Emirliği'ni tekfir ederken ortaya koyduğu hususlardan bir diğeri de Şii mezhebine mensup bazı şahısların Taliban saflarına katılmasıdır. Aslında AİE'nin Sünni-Şii ayrımına dayalı mezhepsel ayrımcılığı reddetme ve Müslümanları birlik olmaya çağırma yönündeki tutumları ilk cihat etmeye başladıkları zamandan beri aynıdır. İslam Emirliği emiri Molla Muhammed Ömer 12.05.2007 tarihinde Afgan ve Irak halkına seslendiği mektubunda şu ifadelere yer vermektedir:

"Irak'taki kardeşlerime Şii ve Sünni adı altındaki farklılıkları geriye bırakmalarını ve işgalci düşmana karşı birlikte direnmelerini rica ediyorum. Çünkü zafer birlik olmadan mümkün olmaz."

AİE Siyasi Ofis Üyesi Şeyh Mutasım Aga Can ile yapılan ve 24.02.2009 tarihinde yayınlanan görüşmede Ahmed Muhtar şöyle bir soru yöneltiyor:

"Bildiğiniz gibi Afgan halkı Hanefi, Selefi, İhvan-ı Müslimin ve Şiilik gibi farklı İslami ekollere ve mezheplere bağlılar. İslam Emirliği olarak bu farklı gruplara karşı tavrınız ne olacak?"

Şeyh'in cevabı şöyle oluyor:

"Afganistan tüm Afganların evidir ve bu yüzden herkes kardeşlik ve dayanışma içerisinde yaşamalı. İslam Emirliği her türlü farklı ekol ve mezhebin ayrım gözetmeden haklarına riayet edecektir. Hukuk önünde hepsini eşit görmekte ve her bir vatandaş için tam huzur ve kalıcı istikrar altında birleştirici bir İslami sistem istemektedir."

Eğer bu Emirliğin küfrüne delalet ediyor olsaydı Halife Müstekfibillah, Mutîullah ve Tâiullah dönemlerindeki Abbasi devletini tekfir etmemiz gerekirdi ki o dönemlerde Irak ve Fars topraklarındaki Şii Büveyhi devletinin ve Musul ve Halep'teki Şii Hamdani devletinin kendi sancaklarına katılmasına izin vermişlerdir. Ve Şii liderlere "Muizz Ed-Devle (Devlete şeref veren)", "Müeyyed ed-Devle (Devleti destekleyen)", "Addud-Devle (Devlete yardım eden)" ve "Seyfüddevle (Devletin kılıcı)" gibi lakaplar verilmiştir. Ayrıca, bidat ehlinden yardım almak fıkıhta yeri olan bir meseledir. Kaldı ki Şiilerin kafir olduğu argümanını kabul etsek dahi savaş ve hatta bağilerle çarpışma zamanlarında kafirlerden yardım alma özellikle Taliban'ın dayanmış olduğu Hanefi mezhebi fıkhında yeri olan bir konudur.

IŞİD'in Taliban'ı tekfir etmekte dayanak aldığı konulardan birisi de Taliban'ın muvahhidlerle -ki bununla kendi cemaatlerini kastediyorlar- savaştığını ve bu savaşta Batı'yla beraber hareket ettiklerini iddia etmesidir. Bu apaçık bir aldatmacadır. AİE beyanlarında Emirliğin saflarını bölmeye çalıştığı için IŞİD ile savaştığını dile getirmektedir. 6 yıldır hiçbir şekilde de bu savaşında hiç kimseden yardım istemiş değildir. 25.12.2015 tarihli bildiride geçtiği gibi:

"İslam Emirliği hakkı olduğu şeklide Amerikan işgalini bitirmek için birçok ülkeyle temaslar kurmaktadır. Ancak IŞİD meselesinde kimsenin iş birliğine ihtiyacımız yoktur. Bu konuda herhangi bir kimseyle iletişime geçmiş ve konuşmuş da değiliz."

Ve bunu uluslararası forumlarda dile getirmek IŞİD ile aralarında herhangi bir bağlantı olmadığını ve yollarını tasvip etmediklerini göstermek içindir. Bu tavır IŞİD tarafından bile gerçekleştirilmiştir ki onlar da birleşmiş Müslüman cemaatle çatışan gruplara karşı Harici oldukları illetiyle savaşmışlardır. Bunu da kendilerinin Haricilik menhecinden uzak olduklarına bir delil sayarlar. Nijerya'da Ebu Bekir Şekau'nun cemaatine karşı safları bölme ve Haricilik ithamıyla savaşmaları bunun bir örneğidir. Örgütün yayın organı Nebe dergisi tarafından 293. sayıda yayınlanan bir yazıda şöyle ifade edilmektedir:

"İşte böylece Allahu Teala'nın fazlıyla Hilafet'in ordusu şer kapılarını kapatmış, hayr kapılarını açmış, bidati öldürmüş, sünneti ihya etmiş ve tüm mücahitleri birleştirmiştir. İşte bu tüm sözlü beyanlardan daha güçlü bir ameli beyandır ki İslam Devleti'nin yolunun doğruluğunu ve aşırıların bidatinden uzaklığını gösterir. Geçmişi ve şu anki hali de buna şehadet eder ve Allah'a hamd olsun ki onun -IŞİD'in- yolu kurulduğundan beri Nebevi menhec üzere, Haricilik ile Mürcie arasındaki orta yoldadır."

Yine IŞİD'in resmi sözcüsü Ebu Hamza El-Kureyşi'nin örgütün Nijerya koluna yönelik yayınlanan "Eğer İnanıyorsanız Üstün Olanlar Sizlersiniz" başlıklı konuşmasında şöyle dediği geçmektedir:

"Haricilerin fitnesini temizlemiş olduğunuz amellerinizi övüyor ve kerim olan Allah'a hamd ediyoruz ki onların arkasından gelenleri doğru yola iletsin. Ve biz vallahi dua ediyoruz ki hidayet olunsunlar, Müslümanların cemaatine dönsünler ve günah, sapkınlık ve kibir dolu yolları geride bıraksınlar. Burada işaret etmek isterim ki Allahu Teala'nın fazlıyla bu, İslam Devleti'nin kurulduğu günden beri ve halen yolunun doğruluğuna, Mürcienin ve aşırıların sapmalarından uzak olduğuna açık bir delil ve beyandır."

IŞİD geçmişteki övgülerinden tövbe etmedi

Bu aktarılanlardan sonra "bugünün Talibanı"nın IŞİD tarafından tekfir edildiği meselelerin aynen yine Allah'ın emri üzere kaim Müslüman mücahit olarak adlandırılan "dünün Talibanı"nda da tahakkuku görülmektedir. Ve bütün bu meselelere rağmen Şeyh Usame bin Ladin Taliban'a biat etmişti. El Kaide örgütünün yayın organı olan Es-Sahab Medya tarafından yayınlanan bir videodaki ses kaydında AİE Emiri'ne biat etmeleri hakkında sorulunca şöyle demiştir:

"Müminlerin Emiri'ne olan biatımız Biat-ı Uzma (En Büyük Biat)'dır. Ki bu Kuran ve Sünnet'te Nebi(sallallahu aleyhi ve sellem) hakkında bahsedilmiş olan bir biattır."

Tüm bu bahsedilen meselelere rağmen Şeyh Ebu Musab Ez-Zerkavi, Usame bin Ladin'e olan biati üzerinden Taliban'a biat etmiş ve yine İslam Devleti'nin ilk emiri Ebu Ömer El-Bağdadi Taliban'ı tezkiye etmiştir. Ve yine tüm bu meselelere rağmen önceki resmi sözcüsü Ebu Muhammed El-Adnani vasıtasıyla Ebu Bekir El-Bağdadi döneminde İslam Devleti, Taliban'ı tezkiye etmiştir. Ve yine bunlara rağmen İslam Devleti, AİE Taliban'a biat etmiş olan El-Kaide'ye sadakat ve itaat içerikli mektuplar göndermişti. Eğer tüm bu bahsetmiş olduğumuz meseleler "bugünün Talibanı" için küfür ve riddet sebebi oluyorsa o halde "dünün Talibanı" için de aynı şey geçerli olmalıdır. Hatta "dünün Talibanı"na dostluk gösteren Usame bin Ladin liderliğindeki El-Kaide ve Ebu Ömer El-Bağdadi dönemindeki İslam Devleti için de bunlar küfür ve riddet olmalıdır. Dahası Ebu Muhammed El-Adnani ve Ebu Bekir El-Bağdadi zamanındaki İslam Devleti için de aynı şeyler geçerli olmalıdır. Şimdiye kadar da bahsettiklerimizden hiç kimse IŞİD'e göre "bugünün Talibanı"nın düşmüş olduğu şekilde küfre düştüğü delillenen "dünün Talibanı" için ilan ettikleri tebrik ve dostluk sözlerinden tövbe etmemişlerdir.

Sonuç olarak gayet açıktır ki "dünün Talibanı" ile "bugünün Talibanı" arasında hiçbir fark yoktur ve şu anki yaklaşımı 1996 yılında Afganistan'da yönetimi ele aldığı yılındaki metodunun devamıdır. Kim de bu konuda iftira düzüyorsa ya Taliban'ın kuruluşundan beri üzerinde olduğu menhecinden habersizdir ya da nefret oklarını fırlattıkça nefsinin değişmesini ve sapmasını vaat etmektedir.


Es Sumud dergisinin 187'nci sayısında yayınlanan bu değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Yorum Yap
UYARI: Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Mepa News, yapılan yorumlardan sorumlu değildir. Her bir yorum 600 karakterle (boşluklu) sınırlıdır.
Yorumlar (3)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.