Francisco Franco kimdir?

Francisco Franco, İspanya’nın 20. yüzyılına damga vuran asker ve devlet adamı.

Francisco Franco, İspanya’nın 20. yüzyılına damga vuran asker ve devlet adamı. Solcu hükümete karşı 1936’da yaptıkları darbe ile başlayan iç savaşın ardından İspanya devlet başkanı olarak 1975’te ölene kadar İspanya’yı otoriter ama kalkınmacı bir şekilde yöneten, önce Hitler ve Mussolini, sonrasında ise ABD ile müttefik olan diktatör.

Franco’nun doğumundan 1931’e kariyeri

Francisco Franco 4 Aralık 1892’de İspanya’nın Kuzeybatısındaki 20. yüzyılda pek çok siyasetçi çıkaran Galiçya Bölgesi’nin Atlas Okyanusu kıysındaki Ferrol şehrinde Endülüs asıllı ve nesillerdir denizcilikle ilgilenen bir ailede doğdu.

 

Çocukluğundan itibaren hedefi, ailesinde pek çok kişinin yaptığı gibi İspanya Kraliyet Donanması’na girmekti. Fakat 1898 ABD-İspanya Savaşı’nda İspanyol donanmasının büyük kısmı imha olduğundan ve İspanya tasarruf amacıyla denizcilikten büyük ölçüde el çektiğinden donanmaya girecek kadro bulamadı, 1907’de kara ordusuna girdi. Tolede Piyade Akademisi’ni 1910’da bitirdi.

1909’da İspanya Kuzey Fas’ı sömürgeleştirmeye başlayınca bu savaşa gönüllü olarak yazıldı. 1912’den 1927’ye kadar Fas’ta kaldı. 1921’de İspanyol ve Fransızlara karşı direnişe geçerek Fas’ta Rif Cumhuriyeti’ni kuran ve İspanyol Ordusu’na çok ağır kayıplar verdiren Abdülkerim Hattabi’ye (1882-1963) karşı Fransızlarla beraber verdiği savaşla hızla rütbe atlayarak 1926’da tuğgeneral, aynı zamanda Avrupa’nın en genç generali oldu. İspanya milliyetçilerince kahraman ilan edildi.

1928’de Zaragoza Askeri Akademisi Komutanlığına atandı.

İspanya Cumhuriyeti döneminde Franco (1931-1936)

Doğduğu günden itibaren İspanya kralı olan Bourbon Hanedanı’ndan 13. Alfonso (1886-1941) 1931 yılı itibariyle 45 yıl süren, 1902’den beri naipsiz olarak bizzat kendisinin yönettiği krallığı boyunca İspanya’nın atlattığı pek çok badire sebebiyle çok yıpranmıştı. 1902-1923 döneminde İspanya’da onlarca hükümet kurulup yıkılmış, 1923’te Fas’ta İspanyol Ordusu’nun ağır bir yenilgiye uğrayıp 15 bine yakın kayıp vermesi üzerine General Miguel Primo de Rivera (1870-1930) yönetime el koymuş, Kral 13. Alfonso’yu makamında muhafaza etmekle beraber başbakan olarak yetkileri kendisinde toplamıştı.

 

Kapsamlı bir kalkınma programına girişen General de Rivera’nın planlarını 1929 Küresel Ekonomik Krizi bozmuş ve Ocak 1930’da istifa etmek zorunda kalmıştı. Ülkede yıllardır gittikçe örgütlenen ve gelişen, hem şehirlerde hem de kırsalda geniş taban edinen sol ve anarşist hareketler bu gelişmeyi bir fırsat görerek kraliyet rejimine son verilmesi ve sol bir cumhuriyet kurulması için harekete geçtiler. 1931 yerel seçimlerini desteklediği adayların solcu adaylar karşısında seçimi büyük ölçüde kaybetmesinin ardından ordunun müdahelesiyle Kral 13. Alfonso görevi bırakmak zorunda kaldı, İtalya’ya sürgüne gitti ve İspanya’da cumhuriyet ilan edildi.

 

Cumhuriyet ilanının ardından gerçekleşen ilk seçim olan 28 Haziran 1931 İspanya meclis seçimlerini kazanarak iktidara gelen solcular, askeri darbe ihtimalinden endişe ederek yoğun bir anti-militarist politika izlemeye başladılar. Franco’nun başında olduğu Zaragoza Askeri Akademisi’ni kapattılar ve Franco’yu pasif göreve çektiler.

İspanyol Milliyetçilerinin meşruiyet problemi

 

Cumhuriyet döneminde Franco da dahil İspanyol sağının yaşadığı en büyük ikilem solculardan nefret ederken kraliyeti geri getirmeye olan isteksizlikleri olmuştu. Solcu hükümete karşı ancak Kral 13. Alfonso’yu iktidara getirme davasıyla bir mücadele başlatabilirlerdi ama sağcılar da dahil tüm İspanyol halkının gözünde 13. Alfonso çok yıpranmış ve sevilmeyen bir isimdi. İspanya’da devlet ve milliyetçilikle özdeşleşmiş, çok köklü bir tarihi olan kraliyet kurumu adına verilmeyecek bir savaşın İspanyol sağında karşılık bulup bulamayacağı 1931 itibariyle meçhuldü.

Franco ve arkadaşları bu durumda solcuların hata ve aşırılıklar yapmasını bekleyerek halktan destek bulmayı daha doğru bularak darbe planlarını ertelediler.

 

Ekim 1933 seçimleriyle zayıf da olsa sağ bir koalisyonun İspanya’da iktidara gelmesi herkes için sürpriz oldu. Pasif bir görevde tutulan ve Komünizm, Masonluk, Yahudilik aleyhtarı yayınları desteklemekle ilgilenen General Franco yeni İspanya Hükümetince yeniden aktif bir göreve getirildi.

İspanyol solu seçim yenilgisini kabullenmek niyetinde değildi. İktidarda olduğu 2,5 yılda daha da örgütlenmiş ve silahlanmıştı. 1934 yılında İspanya’nın kuzeyinde solun güçlü olduğu sanayi bölgesi Asturias’ta işçi ve madenciler ayaklandı. Sol ve anarşist örgütlerin kiliseleri yakıp yıkması ve rahipleri katletmesi İspanya genelinde büyük tepki çekti. İspanya Hükümeti isyanı bastırmakla General Franco’yu görevlendirdi, Franco binlerce kişiyi katlederek isyanı sert biçimde bastırdı. Fakat ülke genelinde artık ok yaydan çıkmış, ideolojik çatışmalar başlamıştı.

1935 yılında sağ hükümette ortaya çıkan büyük yolsuzluk skandallarının da etkisiyle Şubat 1936 seçimlerini sol partiler kazandı. Bu yeni dönemde İspanya meclisinde solculara muhalefetin en başta gelen ismi olan Jose Calvo Sotelo’nun (1893-1936) 13 Temmuz 1936’da öldürülmesi, İspanyol sağı için bardağı taşıran son damla oldu, Franco ve darbe planlayan generallerin ise beklediği nihai fırsat oldu. Sol ve anarşist örgütlerin sağcılara, kiliselere ve din adamlarına artan saldırıları da İspanya sağını darbe fikrine konsolide etti.

17 Temmuz 1936 Darbesi

 

17 Temmuz 1936’da İspanya Ordusu tam bir emir komuta zinciri içinde olmaksızın üç general öncülüğünde isyana başladı: General Jose Sanjurjo (1872-1936), General Emilio Mola (1887-1937) ve General Francisco Franco (1892-1975)

Bu dönemde Franco İspanya’nın sömürgesi Fas’ta, General Sanjurjo ise Portekiz’de sürgündeydi. Darbenin ardından liderin General Mola olması kararlaştırılmıştı. Darbe girişimi ve isyan çağrısına İspanya Ordusu’nun büyük çoğunluğu uydu. Fakat Madrid, Barcelona, Gijon, Valencia ve daha pek çok şehirde sol ve anarşist silahlı gruplar darbeci askerleri yenmeyi başardılar. Darbe daha çok Madrid’in kuzeyinde başarılı olup geniş alanlar elde ederken Güney İspanya’da Sevilla, Granada gibi şehir merkezlerini elde etmekle beraber kırsalını ve Akdeniz sahilindeki şehirleri ele geçirmede başarısız olmuştu. Darbenin devam ettiği sırada General Sanjurno 20 Temmuz 1936’da uçak kazasında öldü. Böylece darbenin iki lideri kaldı.

İspanya İç Savaşı (1936-1939)

Darbe kısmen başarılı olsa da başkent Madrid’de başarısız olmuş, İspanya’nın büyük çoğunluğunu ele geçirilememişti. Darbeciler İspanya’nın kalanını da savaşarak ele geçirmeye karar verdiler.

17 Temmuz 1936 Darbesinden savaşın bittiği 1 Nisan 1939’a kadar harita üzerinde gün gün İspanya İç Savaşı.

General Franco geniş Faslı birlikleriyle donanmadan mahrum olarak ele geçirdiği Kuzey Fas’ta bağımsız kalmıştı. Eğer Franco bu birliklerle İspanya’ya geçemezse solcu güçlerin önce Endülüs’te darbecilere geçen şehir merkezlerini ele geçirmesi, sonra da kuzeydeki milliyetçi bölgeye yüklenmesi ve muhtemelen bu savaşı da kazanmaları beklenmekteydi.

 

Bu aşamada vakit kaybetmeden ideolojik olarak Franco ve darbecilere yakın olan İtalyan lideri Mussolini ve Alman lideri Hitler’den yardım istendi. Onların denizden desteğiyle Franco ve Faslı birlikleri Fas’tan İspanya’ya taşınabildi. Bu da savaşın seyrini derinden etkiledi. Hitler ve Mussolini savaş boyunca yoğun şekilde darbecileri desteklediler. Örneğin darbecilerin yanında savaşması için Mussolini 50 bini daimi olarak İspanya’da bulunmak üzere 70 bin İtalyan askerini İspanya’ya gönderdi, bunlardan 6 binden fazlası bu savaşta hayatını kaybetti.

İspanya İç Savaşında uluslararası destekler

Mussolini ve Hitler ideolojik gerekçelerle, Papalık ise İspanyol komünist ve anarşistlerin hakim oldukları bölgelerdeki tüm kiliseleri yıkması veya kiliselikten çıkarması, tüm kilise teşkilatını öldürmesi ve benzeri şekillerde kökten Hristiyanlık düşmanı icraatlarda bulunması sebebiyle darbecileri destekledi. Bu üç odak dışında darbeciler uluslararası camiada destek bulamadılar.

Solcu/Cumhuriyetçiler ise Sovyetler Birliği’nden Batılı ülkelere daha geniş bir yelpazede destek buldular. Fakat edindikleri çoğu destek manevi olup Almanya ve İtalya’nın darbecilere verdiği kadar yoğun bir destek içermiyordu. Fransa başta olmak üzere Batılı ülkeler dönem itibariyle Komünizmden çok Faşizmin yükselişinden çekindiklerinden bu savaşta faşist cephenin kazanmasını istememiş, fakat diğer tarafa da hem ekonomik, hem siyasi, hem ideolojik engellerle çok da destek vermemişti.

Yabancı savaşçı gönüllüler

 

İspanya İç Savaşı, modern tarihte ideolojik gerekçeli olarak yabancıların bir savaşa gönüllü olarak yoğun katılımında en önlerde gelmektedir. Solcu cepheye katılmak üzere çok sayıda ülkeden yaklaşık 60 bin kişi gönüllü solcuların yanında bu savaşa katılmış, 17 bin civarında yabancı gönüllü bu savaşta hayatını kaybetmiştir. Sağcıların yanında gönüllü olarak savaşan yabancılar bulunsa da sayı itibariyle solcuların yanında savaşanlara nazaran önemsiz oranlardadır.

İspanya İç Savaşında İki Türk

İspanya İç Savaşı’na gönüllü olarak katıldığı belgelenen iki Türk bulunmaktadır. Bunlardan darbecilerin yanında savaşan isim daha meşhurdur: Fahri Tanman.

 

Osmanlı Devleti’nin son döneminde Selanik Belediye Başkanı olan Ahmet Hulusi Tanman’ın oğlu olan Fahri Tanman’ın ailesi 1923 Ahali Mübadelesi ile Selanik’ten gönderilip Aydın’a yerleşmiş, kendilerine Söke Ovası’nda verilen gönderilen Rumların geniş ve verimli tarım arazileri ile toprak ağası ve zengin olmuşlardı. 1930’lu yıllarda Hitler iktidarındaki Almanya’da üniversitede mühendislik eğitimi gören Fahri Tanman gönüllü olarak İspanya İç Savaşı’nda sağcıların safında yer almış ve 1970 yılında Ankara’da basılan ‘Demokratik Düzen Anarşik Usullerce Nasıl Tahrip Edilir’ kitabında İspanya İç Savaşı günlerine atıflar yapmış, Franco rejimine övgülerde bulunmuştu.

Solcuların Uluslararası Tugayları’nın isim listesinde yer alan Mustafa İbrahim hakkında bilgi bulunmamakla beraber onun da Balkan Türklerinden olduğu tahmin edilmektedir.

Sürgündeki kraliyetin savaşa bakışı

Kral 13. Alfonso darbe gününden itibaren sağcı cepheye desteğini açıkladı. Mevcut İspanya kralı 6. Felipe’nin (1968-) dedesi olan oğlu Juan Infante’yi (1913-1993) İspanya’ya savaşmak üzere gönderdi. General Franco kraliyet üyelerine daha sıcak bakarken General Mola hatalarıyla solcuların iktidara gelmesine sebep oldukları gerekçesiyle savaş sonrasında kraliyet ailesinin ülkeye ve iktidara dönmesini istemiyordu. Franco’ya nispetle eli daha güçlü olan Mola’nın emriyle Juan Infante tutuklandı ve Fransa’ya sınırdışı edildi.

 

19. yüzyılda hanedan içerisinde meydana gelen bir anlaşmazlıkla tahtta hak iddia eden İspanya Bourbonlarının bir başka kolu olan Carlistler de darbecilere desteklerini açıklamışlardı. Fakat General Mola Carlistilerin lideri Prens Xavier’in (Khavier) (1889-1977) de İspanya’ya gelip sağcıların cephesinde savaşmasına engel oldu.

Sağcı cephenin lideri Franco oluyor

Daha pragmatist olan Franco, Mola’nın şiddetle devam eden iç savaş esnasında kraliyetçi tabanın desteğini kaybetmelerine yol açacak bu anti-kraliyetçi söylem ve uygulamalarına karşıydı. 3 Haziran 1937 de General Mola da bir uçak kazasında hayatını kaybetti. Böylece sağ cephenin lideri Franco oldu. O günden bu yana delil bulunamamakla beraber bu şaibeli kazanın Franco tarafından hazırlandığı iddia edilmektedir.

Franco kraliyet ailesini İspanya’ya davet etmemekle beraber onlara sıcak mesajlar göndererek desteklerini aldı, İspanya’daki kraliyetçi tabanı safında birleştirdi.

Ekim 1937’de kuzey cephesinde kazanılan kesin zaferin ardından Franco’nun nihai zaferi kazanan taraf olacağına inanılmaya başlandı. 1938 boyunca gerçekleşen yeni ilerlemelerle bu müstakbel zafer daha da kesinleşti. Nisan 1938’de çok kanlı bir savaşla Teruel’i aşıp Akdeniz’e çıkan Franco güçleri, başkent Madrid’in ve Katalonya dışında solcuların elindeki tüm bölgelerin Fransa ile kara bağlantısını kesmiş oldu.

Aralık 1938’de başlayan Katalonya Harekatı kısa sürede sonuçlandı. Franco Barcelona’ya girdi. Franco’nun ordusundan kaçan 250 bin kişi Katalonya’dan Fransa’ya geçti.

Ordusunun girmesinin ardından Franco Faslı birlikleriyle Ocak 1939’da Barcelona’da:

Katalonya Cephesi’nin düşmesinin ardından büyük bir umutsuzluğa düşen solcu hükümet kendi arasında anlaşmazlık ve çatışmalara düştü. Franco bir müddet solcuların birbirini yıpratmasını bekledikten sonra Mart 1939’da son bir büyük taarruzla 2. Dünya Savaşı’nın başlamasından 5 ay önce 1 Nisan 1939 itibariyle tüm İspanya’yı ele geçirdi. Dağlarda direnişe devam eden solcu gerilla faaliyetleri azalarak 1965’e kadar devam etti.

500 bin ila 1 milyon ölü

1936 itibariyle yaklaşık 25 milyon nüfusa sahip İspanya’da iç savaşta kaç kişinin öldüğü oldukça tartışmalı bir konudur. Cephelerde ölenlere ek olarak solcuların elinde tuttuğu bölgelerde savaş esnasında 80 binden fazla sivili, sağcıların ise savaş esnasında ve zaferlerinin ardından toplu infaz ve idamlarla 200 binden fazla sivili katlettiği tahmin edilmektedir. Bu rakamlar da eklendiğinde genel kabul ölü sayısının 500 bin ila 1 milyon olduğu yönündedir.

İç savaş sonrası İspanya

 

İç savaşta büyük yıkıma uğrayan İspanya 2. Dünya Savaşı’nın getirdiği dünya krizinin de etkisiyle ekonomik yıkıma uğrayan, açlıkla boğuşan bir ülke olmuştu. Franco bu dönemde tutumlu politikalar izleyerek açlıkla mücadele etmeye, savaşın yıkımını restore etmeye çalıştı.

Yerel dillere yasak

Ülkede İspanyolca dışında konuşulan Katalonca, Baskça ve kendi doğum yeri olan Galiçya’da konuşulan yerel dil Galiçyaca yasaklandı.

 

Boşanmak, kadınların velisiz seyahati ve ekonomik faaliyetleri yasak

Katolik Mezhebi gereği olarak boşanmak, kadınların velilerinin (bekarların babaları, evlilerin eşleri) resmi izni olmadan seyahat etmesi, ekonomik faaliyetlerde bulunması, miras alması, bankada hesap açtırması yasaklandı.

İkinci Dünya Savaşı’nda Franco

 

Hristiyanlığa karşı tutunduğu olumsuz tavır sebebiyle Hitler’den pek hazzetmeyen Franco, Mussolini’nin Sosyalizmdeki sınıf kavgasına karşı ürettiği sınıf dayanışması, milliyetçilik karışımı olan Faşizmin Hristiyanlıkla kaynaştırıldığı yorumunu benimsemekteydi. 2. Dünya Savaşı’nı başlatan gelişme olan Hitler’in Stalin’le anlaşarak dindar bir Katolik ülke olan Polonya’yı Eylül 1939’da işgal etmesi Franco’yu rahatsız etmişti.

Hitler ve Mussolini’nin İspanya İç Savaşı’nda kendisine verdikleri yoğun desteğe istinaden Franco’yu savaşa sokma çabalarını Franco oyalama taktiği ile atlatmayı seçti. 1940’ta Almanya’nın Fransa’yı işgalinin ardından Hitler Franco’ya Cebelitarık’ı işgal etmesi yönünde büyük baskıda bulundu. İspanya’nın yer aldığı ve çok büyük kısmını kapsadığı İberya Yarımadası’nın güneyinde yer alan Cebelitarık, İspanya Veraset Savaşı’nda (1701-1715) İngiltere tarafından ele geçirilen ve halen İngiliz idaresinde olan, Akdeniz’in Atlas Okyanusu’na çıkışını kontrol eden çok stratejik küçük bir mevkiydi. Franco İspanya’yı doğrudan savaşa sokacak bu işgalden tüm baskılara rağmen kaçındı fakat Hitler ve Mussolini’ye taviz vermek zorunda kalarak İspanya Ordusu’ndan birliklerini 1941’de gerçekleşen Hitler’in Sovyetler Birliği işgaline gönderdi. Ayrıca Batılı güçlerin ortak idaresi altında olan Fas’ın Tanca şehrini işgal etti.

Savaşın Hitler’in yenilgisiyle sona ermenisinin ardından Franco, iktidarda kalan tek Hitler müttefiği olarak Batılı ülkelerde hedef gösterilmeye başlandı.

Franco rejimi tehlikede

1945’in ikinci yarısında ABD ve Fransa başta olmak üzere Batılı müttefikler Franco iktidarını devirmek üzere İspanya’ya harekat düzenlenebileceği mesajı vermeye başladı. 1939’daki yenilgilerinin ardından Fransa’da sürgün hükümeti kuran İspanyalı solcular da bu harekata hazırlanmaktaydı.

Öncelikle Franco rejiminin dünyadan izole edilmesine geçildi. İspanya 1945’te kurulan Birleşmiş Milletler’e alınmadı. 1946’da alınan BM kararıyla tüm BM üyesi devletlerin Franco rejimi ile tüm ilişkilerini kesmeleri, Madrid’deki diplomatik temsilcilerini kapatmaları zorunlu olarak istendi.

Franco rejimini Ocak 1938’de İspanya’nın meşru temsilcisi olarak tanıyarak bu alanda öncülerden olan ve hemen diplomatik ilişki kuran Türkiye’deki CHP idaresi, Franco ile iyi ilişkilere sahip olmasına rağmen bu karara boyun eğerek Madrid elçisini Ankara’ya çağırmak zorunda kaldı.

Franco bu gelişmeler üzerine İspanya’nın işgaline direnişe hazırlanmaya başladı.

 

Franco’yu kurtaran gelişme: Soğuk Savaş

1946’da başlayan ABD-Sovyetler Birliği geriliminin 1947’de pek çok diğer ülkeyi de peşinden sürükleyen “Soğuk Savaş”a dönüşmesi Franco’yu kurtaran gelişme oldu.

Franco rejimi bir müddet daha izolasyonda kalsa da ABD’nin hedefi olmaktan çıktı, hatta Komünizme karşılık ortak paydasında ortak çalışılabilir düşüncesi Fransa ve İngiltere’nin muhalefetine rağmen Washington’da etkili olmaya başladı.

 

Caudillo Franco

1947’de Franco cuntacı pozisyonundan kurtulmak ve iktidarına meşruiyet sağlamak için İspanya’da yeniden kraliyet ilan etti. Kendisine eski İspanyolca’ya Latince’den geçen ve önder anlamına gelen ‘Caudillo’ ünvanını verdi. Franco yeni düzenlemeyle ölümüne değin kral naibi olarak devlet başkanı olmuştu. 1941’de sürgünde ölen devrik kral 13. Alfonso’nun oğlu olarak İspanya Bourbon hanedanının başı olan Juan Infante, Franco’nun idareye karışmayıp sembolik bir kral olarak tahta çıkma teklifini reddetmiş, Franco’yu “gaspçı” olarak nitelendirmiş, ayrıca tahta çıkabilmesi için serbest seçim yapılması şartını öne sürmüştü. Bu sebeplerle Franco kraliyeti ülkeye meşruiyet kaynağı sağlamak amacıyla geri getirirken krallık makamını boş bırakmıştı.

Franco-ABD ittifakı

ABD başkanı Harry Truman ikinci döneminde (1949-1953) İspanya politikasını değiştirerek Komünizm ile mücadele paydasında Franco rejimine sıcak mesajlar verdi.

 

1953’te ABD ile İspanya arasında imzalanan Madrid Paktıyla ABD İspanya’ya maddi yardımda bulunurken İspanya da ABD’nin İspanya’da üsler kurmasına izin verdi. Bu gelişme üzerine İspanya’nın diğer Avrupalı ülkelerle de ilişkileri normalleşmeye girdi. 1955’te İspanya BM’ye kabul edildi.

 

Franco Batı ülkeleriyle stratejik işbirliğinin yanı sıra İspanya’yı fakirlikten kurtarıp ekonomik bir güç haline getirmeye de büyük önem vermeye başladı.

Franco ve Opus Dei’nin ittifakı

 

İsmi “Tanrı’nın Eseri” anlamına gelen gizemli Katolik cemaati Opus Dei, İspanyol bir papaz olan Josemaria Escriva (1902-1975) tarafından 1928’de Madrid’de kurulmuş, sonrasında çeşitli ülkelere kurumlarıyla yayılmış ve Vatikan nezdinde de saygınlık ve örgütlenme elde etmişti. Opus Dei İspanya İç Savaşı’nda “Hristiyanlık düşmanı katil Komünist kızıl kafirler”e karşı Franco’ya açık desteğini ilan etmiş ve daima Papalık ile Franco rejimi arasında iyi ilişkilere aracılık etmişti.

 

1957’de ekonomik atılım için ekonominin  yönetimini generallerinden alıp uzman ve kendisine sadık ekonomistlere vermeye karar veren Franco’nun imdadına Opus Dei yetişti. Opus Dei genç, uzman ve dindar isimlerinden oluşan bir listeyi ekonominin yönetimi için Franco’ya teklif etti. Franco kabine revizyonuyla 1957’de bu isimleri ekonomi ile ilgili bakanlıklara atarken bürokraside de 1957 ve ilerleyen yıllarda Opus Dei mensupları yoğun şekilde atandı.

 

1959’da ABD başkanı Dwight Eisenhower Madrid’de Franco’yu ziyaret etti ve dünya kamuoyuna Franco hakkında övgü dolu mesajlar verdi.

 

“İspanyol Mucizesi” (1959-1973)

 

ABD’nin İspanya’ya artarak devam eden ekonomik destekleri ve özellikle de 1957’de atanan Opus Dei’li bakan ve bürokratlar İspanya ekonomisinde meyvesini vermiş, İspanya hızla kalkınmaya başlamıştı. Otomotiv sektörü başta olmak üzere sanayileşmenin ve turizmin ekonominin motoru olduğu bu dönemde İspanya, Japonya’nın ardından hatırı sayılır ülkeler liginde dünyanın en hızlı büyüyen ikinci ekonomisi olmuştu. Bu beklenilmeyen atılım ekonomik ve siyasi çevrelerce “İspanyol Mucizesi” olarak isimlendirilmiştir.

Ekonomik gelişmenin getirdiği kısmi liberalleşme

İspanya’nın Batılı ülkelerle entegre olduğu 1960’lı yıllarda ülkede ister istemez askeri idarede kısmi gevşeme gerçekleşti ve hafif dozda eleştirilerin varlığına sık sık uygulanan sansürlerle beraber kısmi göz yumma başlandı. Doğrudan eleştirilerde bulunamayan yazarlar ve Carlos Saura gibi film yönetmenleri 1960’lı yıllardan Franco rejiminin sonuna kadar daha sembolik ve üstü oldukça örtülü bir dille rejimi eleştirmeye başladılar. Bununla beraber tek parti (Falanj Partisi) rejiminde ve temel yapısal düzende Franco idaresi boyunca bir değişim görülmedi.

Franco varisini belirliyor: Juan Carlos

1960’lı yılların sonunda Franco’da parkinson hastalığı başladı. Yaşının oldukça ilerlemesi nedeniyle Franco, kendisinden sonra İspanya’yı kimin yöneteceğini belirlemeye karar verdi. Rejim, resmi olarak kraliyet olarak ilan edildiği için Franco sonrasında bir kralın gerçekten de tahta geçirilmesi hayati önemdeydi. İspanya Bourbon hanedanının başı olan Juan Infante ile arası bozuk olan Franco 1969’da Juan Infante’nin oğlu Juan Carlos’u (1938-) varisi ilan etmeye belirlemeye karar verdi.

 

Juan Carlos 1948’den beri İspanya’da yaşamaktaydı. Askeri eğitim görüp orduya katılmıştı. Franco, babası Juan Infante’nin aksine genç Juan Carlos ile ideolojik olarak uyuştuğunu ve iyi anlaştığını düşünüyor, ölümünün ardından rejiminin Juan Carlos tarafından sürdürüleceğine inanıyordu.

 

1969’da İspanya Meclisi’nde gerçekleştirilen törenle varisi olarak Juan Carlos’un kraliyet tacı giyeceği ilan edildi ve Juan Carlos yemin etti:

 

Bask problemi ve ETA

1959’da Kuzey İspanya’daki Bask azınlığın bağımsızlığı için kurulan, kısacan ETA olarak bilinen Euskadi Ta Askatasuna (Bask Yurdu ve Özgürlük) Örgütü, 1968’den itibaren İspanya’da ölümcül bombalı saldırılara girişerek Franco rejimine karşı silahlı mücadele başlatmıştı. ETA bu süreçte sadece askeri hedeflere değil, memurlara ve sivil hedeflere de saldırılar düzenlemiştir.

 

İngiltere’de yayın yapan Thames TV’nin Franco rejiminin gidişatı, rejimin yöneticilerinde su yüzüne çıkan ihtilaflar ve Bask problemine dair 1969 tarihli yayını:

Franco’nun son yılları (1973-1975)

1973’te dünyayı sarsan petrol krizi İspanya’nın uzun yıllardır sürdürdüğü yüksek büyüme hızını da vurmuş, bu durum halka tek vaadi ekonomik kalkınma ve asayiş olan Franco rejimine hoşnutsuzluğu kısmen artırmıştı.

Aynı sene Franco ilerleyen hastalığı sebebiyle Caudillo yetkileri kapsamında sürdürdüğü başbakanlık makamını devretmeye karar verdi, diğer tüm yetkilerini ise korumaya devam etti. 8 Haziran 1973’te İspanya başbakanı Franco’ya en yakın isimlerden, iç savaşta da yer alan General Luis Carrero Blanco (1904-1973) oldu. Fakat 20 Aralık 1973’te ETA General Blanco’yu bombalı bir saldırıda öldürdü. Bunun üzerine Franco, Blanco hükümetine İçişleri Bakanı olan Carlos Arias Navarro’yu (1908-1989) başbakan olarak atadı.

İspanya’nın Portekiz’i işgal girişimi (1974)

25 Nisan 1974’de Portekiz’de gerçekleşen, “Karanfil Devrimi” olarak isimlendirilen sol tandanslı askeri darbe ile 1932’den beri devam eden Franco rejiminin müttefiği Salazar rejimi sona ermişti. Daha sonra İspanya’nın en ünlü gazetelerinden El Pais’in ifşa ettiği bilgilere göre bu gelişmenin İspanya’ya sirayet etmesinden endişe eden İspanya başbakanı Navarro ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissenger’a (1923-) ulaşarak ortaklaşa Portekiz’i işgal etme teklifinde bulundu. O dönemde Vietnam Savaşı ve Watergate Skandalı’nın getirileri ile meşgul olan ABD yönetimi bu teklifi olumlu bulmakla beraber planı aktive etmedi. Franco rejimine eğer Portekiz’den İspanya’ya doğrudan bir tehdit gelirse kesin müdahele ve Portekiz’i ortak işgal sözü vermekle yetinebildi.

Franco’nun ölümü (1975)

19 Temmuz 1974’te Franco’nun hastalığı sebebiyle fiili idareyi Juan Carlos’a bıraktığı açıklandı. Kısa süre sonra 2 Eylül 1974’te idareyi yeniden ele aldığı açıklandı fakat hastalığı sürdü. Uzun süren hastalığı sürecinde zaman zaman kamuoyu önüne çıkan Franco en son 1 Ekim 1975’te görüldü. Ülke içerisinde sessizce, ülke dışında ise açıklamalarıyla muhalefet Franco’nun ölümünü sabırsızlıkla bekliyordu.

Nihayet 20 Kasım 1975’te General Franco 83 yaşında öldü.

İspanya Başbakanı Carlos Arias Navarro 20 Kasım 1975’te İspanya’nın o dönemde yegane tv kanalı olan devlet kanalı ‘İspanyol TV’de Franco’nun ölüm haberini açıklıyor:

Franco’nun 23 Kasım 1975 tarihli cenaze töreni:

“Şehitler Vadisi”ne defni

Franco, Madrid şehrinin kuzeybatısındaki Guadarrama Dağları’ndaki ‘Valle de los Caidos’a (Şehitler Vadisi) gömülmüştü. Bu mekan 1940-1959 yılları arasında inşa edilmiş olup Franco tarafından iç savaşın sona ermesinin 20. yıldönümünde 1 Nisan 1959’da açılmıştı. Solcu mahkumların da inşaatında hapis sürelerinden büyük indirim almaları karşılığında çalıştırıldığı bu kompleksin merkezinde dünyanın en büyük haçı, kiliseler bulunmakta olup İspanya İç Savaşı’nda Franco safında ölen askerler başta olmak üzere solcuların öldürdüğü din adamı, memur ve diğer isimler de bulunmaktadır. Onbinlerce cesedin kalıntıları buraya nakledilmiştir. 1960’ta Papa 23. Giovanni Şehitler Vadisi’ni kutsadı.

Franco da vasiyeti gereği bu mekana defnedilmiş, özellikle onun defnedilmesiyle bu kompleks destekçilerinin düzenli ziyaret mekanına dönüşmüştür.

 

Franco’dan sonra İspanya: Hızlı değişim

 

Franco’nun ölümüyle kral olarak taç giyen Juan Carlos’un ufak değişikliklerle Franco’nun izinden gitmesi bekleniyordu. Fakat İspanya toplumu 1960’lı yıllardan bu yana diğer Batı ülkeleriyle oldukça değişmiş ve talepleri yükselmişti. Juan Carlos’un Franco çizgisinde diretmesinin ileride ikinci bir iç savaşa yol açacağı dahi beklenmekteydi.

Kral Juan Carlos, kendisinden hiç beklenmeyen bir hız ve yoğunlukta 1976’da reform kampanyasını başlattı. Değişime direnen başbakan Navarro’yu azletti. “İspanya dünyadaki demokratikleşme gidişatının dışında kalamaz” diyerek 1977’de serbest seçimlerin yapılacağını duyurdu.

Asıl şaşırtıcı gelişme Juan Carlos’un ilan ettiği af yasasıydı. “Unutma Kanunu” olarak bilinen bu af yasasına göre iç savaşta iki tarafın da işlediği tüm suçlar affedilmişti. Paris’te cumhuriyetçilerin sürgün hükümeti başta olmak üzere yurt dışındaki muhalifler İspanya’ya dönerek 1977 seçimlerine katıldılar.

41 yıl sonra gerçekleşen bu ilk seçimlerde partilerin temsil ettiği çizgilerin aldıkları sonuç 1936 seçimleriyle neredeyse bire bir aynıydı. 1978 yılında İspanya’nın illerinin aralarında özerk bölgeler kurmasına, azınlık dillerine izin veren yeni İspanya Anayasası kabul edildi ve Franco dönemindeki kanunlar baştan aşağı değiştirilmeye başlandı. 3 sene içerisinde İspanya çok büyük bir değişim yaşamıştı.

 

Franco rejimini diriltme hayali: 23 Şubat 1981 darbe girişimi

1979-1981 döneminde yaşanan siyasi ve ekonomik problemlerden cesaret alan ve değişimi hazmedemeyen İspanya Ordusu içerisindeki Francocu bir klik darbe 23 Şubat 1981’de darbe için harekete geçerek İspanya meclisini bastı, milletvekillerini rehin aldı ve yönetime el koyduğunu açıkladı ve kraldan destek talep etti. Kral Juan Carlos darbe girişimine karşı kesin tavır koydu ve teslim olmalarını istedi. Darbeci klik teslim olmak zorunda kaldı. Kralın darbeyi engellemesi, kraliyeti Franco rejiminin bir kalıntısı olarak tanımlayan ve kaldırma uğraşı veren İspanyol solcuları ve kraliyet arasındaki ilişkileri ılımlılaştırdı.

23 Şubat 1981 günü darbeci askerlerin İspanya meclisini basması ve mecliste ateş açması, Juan Carlos’un televizyonda yayınlanan darbe aleyhine konuşması ve darbe aleyhine sokaklara dökülen İspanyollar:

Franco’nun izleri zamanla İspanya’dan sessizce silinmeye başladı. 2004’te iktidara gelen Sosyalist Parti Franco’nun izlerini silmeyi, anıtlarını ortadan kaldırmayı sistematiğe bağladı. 2018’de tekrar iktidara gelen Sosyalistler bu kez zorunlu olarak Franco izlerini tüm İspanya’dan silmeye başladılar. Bu kapsamda ziyaretgaha dönüşen Franco’nun mezarı 2019’da Şehitler Vadisi’nden taşındı.

Kaynak: Mepa News

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Mepa News, yapılan yorumlardan sorumlu değildir. Her bir yorum 600 karakterle (boşluklu) sınırlıdır.

İlgili Haberler

Abdulkerim Hattabi kimdir?
18 Aralık 1499: Endülüs Müslümanlarının ayaklanması
Ahmed Blas Infante kimdir?

Biyografi Haberleri