Fransa'nın Batı Afrika'da işgal üçgeni: Uranyum, altın ve uyuşturucu

Kaan Çeben

Savaş davulları Orta Doğu’da olduğu gibi Batı Afrika’da da çalınmaya devam ediyor. Kuzey Mali özelinde Sahel bölgesi ile ilgili gelişmelerin kırılma noktası, BM Güvenlik konseyinin 2012 yılında aldığı 2071 sayılı kanun metnine dayanmaktadır. Bu metne göre bölgede arttığı gözlemlenen istikrarsızlığın, "Mağrib El-Kaide"si olarak tanınan “AQIM” gibi silahlı muhalif grupların güçlenmesine müspet bir katkı sağlayacağı zikrediliyor. Lakin kanun metninin esas can alıcı noktası, böyle bir riskin varlığını tespit ettiklerini iddia eden BM üye ülkelerinin, Mali’ye askeri müdahale seçeneğini zorunlu kılmasıdır. Özetle 2071 sayılı kanun metni ile Mali ülkesi, "muhtemel bir terör yatağı olabilme potansiyeli" sebebiyle askeri olarak işgal edilmiştir.

Bunun yanında Suriye’de yaşanan birçok elem verici hadisenin ve bu hadiselerin faili olan Esed rejiminin uluslararası arenada aklanabilmesi ve görevine devam etmesine ses çıkarılmamasının sağlanması da bu karara mebnidir.

Mali’ye dönecek olursak, bu belde uzun yıllardır fakirlik ve açlık ile mücadele etmektedir. Bu fakirliğin sebep olduğu politik ve sosyal şartlar, Batı dünyasının iştahını kabartmış ve ülkenin doğal kaynaklarına çökebilmenin en kolay yolu olarak bu “terör potansiyeli” tehdidi öne atılmıştır. Nitekim Filistin, Afganistan, Irak ve Somali’de de aynı bahanelerle ülkelerin halklarına ait olan doğal kaynaklara el konularak bu ülkelerin sahipleri olan halklar ölüme terk edilmiştir.

Elbette ki dünyanın geri kalanının böylesi bir işgale ikna edilmesi için de gerekli önlemler devrede. Başkan Bush ve Powell’ın Saddam’ın kimyasal silahlarını ve Ebu Musab ez-Zerkavi ile olan bağını bir film senaryosu şeklinde dünyaya yutturmasının üzerinden çok zaman geçmedi. Kendilerine söylenen yalanları yutmayı çok seven bir avuç politikacıya sahibiz. ABD’nin Irak işgalini onaylamak için bir düzine fotoğrafı yeterli gören bu politikacılar için Fransa’nın Mali işgalini onaylamak pek de zor olmayacaktı elbette.

BM Güvenlik Konseyi kararları referans gösterilerek alınan askeri müdahale kararlarının, gelecekte dünyanın herhangi bir yerinde var olan bir ülkeye de uygulanmayacağının ise maalesef bir garantisi bulunmuyor. Aksine Mali üzerinde AQIM’ye mensup silahlı direnişçilerin sebep olduğu ileri sürülen “istikrarsızlık”, Fransa’nın Mali’ye askeri bir müdahalede bulunmasını meşru kılıyorsa, bu askeri müdahalenin tüm Sahel Afrika bölgesine yayılması kaçınılmazdır.  Mali’nin askeri bir müdahale ile parçalara ayrılması ve bu müdahale-parçalama hareketinin de komşu ülkelere sirayet ettirilmesi, Fransa hükümetinin ileri dönük aklı olarak sivriliyor.

Fransa’nın Mali’ye askeri müdahalesinin ekonomik hedefleri

İlk olarak Mali’de yüklü miktarda çıkarılan Uranyumun ve kaliteli petrolün Fransız şirketlerine uygun fiyatlarla aktarımını sağlamak, müdahalenin aslî hedefini teşkil ediyor. Mali halkına ait olan elmas ve altın rezervlerinin de yine Fransız şirketleri üzerinden Batı dünyasına aktarımı ve Mali halkının ezici bir fakirliğe mahkum bırakılması da ikinci bir adım. Buna mukabil yaşları 16’nın altındaki Malili çocuk işçilerin de, Fildişi'ndeki kakao bahçelerinde çalıştırılması ve yetiştirilen kakaoların Fransız çikolata şirketlerine aktarılması da korkunç bir hakikat olarak göze çarpıyor. Fransa, bu hedeflerine ulaşmak adına, askeri hamleler öne sürüp, Mali’nin Kuzeyinde devamlı ve sürdürülebilir bir işgal projelendirmiştir. Mali’ye yapılan askeri müdahale, Fransa’nın komşu ülkelere müdahale edebilme yeteneğini geliştirebileceği bir temelde, bir nevi Truva atı şeklinde projelendirilmiştir. Bu durum Mali’yi olduğu gibi komşu ülkeleri de felaketler, savaşlar ve fiziki bölünmeler ile tehdit etmekte.

Fransa Kuzey Afrika’daki uyuşturucu trafiğini mi yönetmek istiyor?

Global Initiative’in hazırladığı “A Rising Tide” isimli raporda, Afrika’nın geneline yayılmış olan uyuşturucu kaçakçılığı kartel yapılanmaları ve bunların kullandıkları güzergahlar detayları ile anlatılmış. Öncelikle raporun baştan sona kadar dikkatlice okunmasını şiddetle tavsiye ediyorum.

Raporu baz alarak konu hakkında biraz detay verelim. Öncelikle uyuşturucu trafiğinin yönetimi, Batı adına her zaman birinci sırada yer bulan maslahatlardandır. Buna dair en şüphe götürmez şahitliklerimiz Afganistan’da yaşanan hadiseler üzerinedir. Afrika’da dönen dolap ise, Afganistan’da ABD’nin çevirdiklerinden biraz farklı:

Güney Amerika’dan gelen kokain ve Faslı kenevir reçinesi kaçakçıları tarafından kullanılan rota, Fas'tan Orta Afrika boyunca güneye ve doğuya doğru hareket etmekte. Uyuşturucunun Avrupa’ya intikali üzerinde İspanya’nın Cebeli Tarık ve diğer deniz yolları üzerindeki denetimlerini sertleştirmesi üzerine deniz yollarının daha geniş bir hacim üzerine yayılması ve uyuşturucu ticaretinin daha geniş bir yelpaze içerisinde çarklarını döndürmesi zaruri bir hale geldi. Bu, kaçakçıların Moritanya, Mali, Nijer ve Çad da dahil olmak üzere güvenliğin sınırlı olduğu Sahel eyaletlerinin uzak çöl bölgelerinde yeni rotalar aramasına yol açtı.

Bu rota, büyük hacimli geçişler için etkili olsa da başlangıçta onu kaçakçılar için çekici kılan Sahel eyaletlerinin zayıflıkları, 2011 Arap baharının ardından silahlı gruplar ortaya çıkıp Orta Sahra'ya yayıldıkça zorlaşmaya başladı. Fransız kuvvetleri Mali'nin kuzeyine girerek burada Nijer ve Çad'da yaptıkları gibi açık uçlu bir gözetleme karakolu sistemi oluşturarak devriyeler atmaya başladı. Bu durum tüm sistemi daha da karmaşık hale getirdi ve zorlaştırdı. Aktardığım sebeplerle Orta Sahra'da artan güvensizlik ve uluslararası toplum tarafından artan baskılar, bazı kaçakçıları daha güvenli bir yol aramaya yöneltti. Hacmin doğru anlaşılması için şu bilgiyi verelim; Alman medya kurumu DW’ye göre 2007 yılında Batı Afrika uyuşturucu rotasında döndürülen kokain miktarı tam 47 ton.

Sonuç olarak bakıldığında Akdeniz sahilleri üzerinde devam eden uyuşturucu ticareti ve alışveriş istikrarı, AB genelinde Portekiz ve İspanya hükümetlerinin yoğun baskısı ile karşılaşınca Fas ve Mali üzerinden Libya’ya uzanan yeni bir hat kurularak AB gözlemcilerinin etki alanı bypass geçilmiş oldu. Böylece kurulan yeni hat, Fransızların ısrarla askeri müdahale yapmak için BM üyelerini ikna etmeye çalıştığı ve neticede ikna ettiği topraklar üzerine kuruldu. Bu yeni hattın kontrolü ise, bölgede fiili asker bulundurmak konusunda ısrarcı olan Fransa’nın eline kalmış oldu.

Neden?

Fransa ülkesinin varlığı, Afrika kıtasında var olan sömürge sisteminin devamına entegre edilmiştir. Bu sistemin devamı için, Fransızlar yeri geldiğinde soykırım dahi yapabilecek bir iradelerinin olduğunu bizlere defalarca kanıtladılar. Fransa için önemli olan kendi sermayesinin ihya edilmesi, kendi askerlerinin ve halkının güvenliğinin muhafaza edilmesi ve ulusal güvenliğine dönük menfaatlerinin sürdürülebilir şekilde devam ettirilmesidir. Buna dair maddi kaynağın ise Afrika yollarından uzun yıllarından beri aktığını bilen Fransa Devleti, bu akımın bozulmaması adına, her türlü insanlık suçunu işleyebilecek bir potansiyele sahip olduğunu bizlere Cezayir vakıasında ispatladı. Mali ve Sahel bölgesi için de korkulan odur ki, kendi çıkarlarına ters düşecek bir gelişme gözlediklerinde, ucu sivil katliamlarına kadar gidebilecek agresif tutumlara başvurabilirler.

Fransa’nın Mali’de gerçekleştirdiği iki adımlı programın ilk adımı, sert askeri girişimleri ve müdahaleleri artırmak ve yaymaktır. İkinci adım ise, özellikle Kuzey sathında istihbarat faaliyetlerini çoğaltarak Kuzey Mali’de bir istihbarat hâkimiyeti kurmaktır.

Buna dair National Movement for the Liberation of Azawad - MNLA adıyla bilinen Azwad Özgürlük Hareketi de Kuzey Mali’de Fransızlar tarafından 2013’deki “Opération Serval”  müdahalesinde desteklendiler. MNLA ayrılıkçı bir örgüt olmasına rağmen 2012’de gerçekleşen Tuareg İsyanından  sonraki süreçte, Mali’den ayrılarak Kuzeyde kurmak istedikleri bağımsız yeni devletin bir İslam Devleti olmasını talep eden Ensar Ed-Din grubu ile ihtilafa düşmüş ve  bu ihtilaf neticesinde MNLA içerisindeki şeriat yanlıları da örgütü terk etmiştir.

Tuareg İsyanı

Kuzey Mali’deki Sahra bölgelerinde MNLA isyancı gruplarının Mali hükümetine karşı bağımsızlık talebi ile başlattıkları isyan, 2012 yılında gerçekleşti. O dönem Libya’da baş gösteren iç savaş sürecinde Libya’da kurulan mutabakat hükümetine destek için Libya’ya giden çok sayıda savaşçı, ülkelerine dönerek bu isyanı başlatacak fitili ateşlemişlerdir. Amadou Toumani Touré’nin yönetimini eleştirerek başlayan isyan, daha sonra büyüyerek tüm Kuzey Mali’ye yayılmıştır. Burada İslamcı ve şeriat yanlısı kanadı temsil eden Ensar Ed-Din grubu ise, MNLA’nın diğer kadroları yaşadıkları ihtilaflar nedeniyle gruptan ayrılmış, Kuzey bölgesinde ciddi bir toprak kazanımı elde ederek bir otorite sağlamıştır. Bu süreç, Ensar Ed-Din grubunun AQIM ile iyiden iyiye birlikte hareket etmeye başladığı süreçtir.

AQIM yetkililerinin ifadesi ile de, MNLA içerisinde son kalan şeriat karşıtı grup, şeriat isteyen Ensar Ed-Din grubuna karşı Fransızlarla bir işbirliğine gitmişlerdir. Tüm bu grift ilişkiler ağının neticesinde, MNLA bağımsız bir devlet kurmak idealinden vazgeçmiştir. Ensar ed-Din ise 2023’e geldiğimiz bu günlerde hala Fransızların hedefi olmayı sürdürüyor.

Neticede Fransa Cumhurbaşkanı, iç politikadaki kısır gidişatı, dışarıda yapmayı umduğu bir güç gösterisi ile örtmek niyetinde. Gerçekten de içeride komik ve lümpen politikalar takip edildikçe bizler de haberlerde gençlerin Paris’i nasıl yaktıklarını (sivil eylemlerle) izliyoruz. Afrika kıtasında göstereceği başarılı bir askeri müdahalenin, iç politikaya olumlu yansıyacağını düşünmesi de alıştığımız bir davranış değil mi? Lakin bu müdahalelerin getirileri kadar risklerinin de hesaplanması gerektiği de bir gerçek. Fransa’nın umudu her ne kadar Mali’nin uranyum, petrol, elmas ve altın kaynaklarına ulaşmak olsa da işin ucunda ikinci bir Afganistan hikayesinin daha yazılma riski yok değil. Ama Fransız politika yapıcıların bir savaş kararı alırken çocuklarını Afganistan’da kaybetmiş annelere danıştıklarını da pek zannetmiyorum.

Avrupa’nın tam kalbine sadece 3000 km uzaklıktaki bir coğrafyanın, Avrupa’nın kontrolünden çıkmış bir şekilde büyüyen bir tehlike arz etmesi Batı’nın uykularını kaçırıyor olsa gerek. Üstelik tehlike (?) ile aralarında Türkiye gibi bir tampon kara parçasının olmayışı da, bölgede yaşanan gelişmelerin Avrupa kıtasına sirayeti ihtimalini kuvvetlendiriyor. Bu pencereden baktığımızda tüm AB ülkelerinin Mali hadiselerinde son derece hassas ve agresif bir tutum takınmaları anlaşılabilir bir durum. Muhtemel risklerden en büyüğü ise, burada yayılması ve kuvvetlenmesi muhtemel bir batı karşıtı İslami oluşumun, ilk evrede toprak kazanımı yaparak istikrara kavuşması, daha sonra ise devlet haline gelerek öncelikle batının Kuzey Afrika’nın tamamındaki menfaatlerine savaş açması, daha sonra ise AB coğrafyasına hem ideolojik hem de fiziki olarak doğrudan sirayet etmesidir. Açıkçası tüm bunların gerçekleşme ihtimalleri göz önüne alındığında, Kuzey Afrika’nın herhangi bir bölgesinde bir batı karşıtı İslami oluşuma müsaade edilmesinin mümkün olmadığını net bir şekilde görebiliyoruz.

İlerleyen süreçler ne gösterecek, hep birlikte göreceğiz…


Bu değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Mepa News, yapılan yorumlardan sorumlu değildir. Her bir yorum 600 karakterle (boşluklu) sınırlıdır.