Önce sömürgecilik şimdi de laiklik: Fransa’nın Müslüman kadınlara karşı yürüttüğü savaşı hala devam etmekte.
Fransa’nın benimsediği aşırıcı seküler kimliğinin ana bileşenlerinden bir tanesi de Müslüman kadınların kimliği, vücutları ve toplum içindeki yerinin kontrol edilmesidir.
Fransa’nın Cezayir’i işgal ettiği yıllarda Frantz Fanon, ülkesinin sömürgeci kıskacını idame ettirmek için kullandığı cinsiyet merkezli yaklaşım hakkında şunları yazmıştı: “Eğer biz, Cezayir’in toplum yapısını ve dolayısıyla da direnme kabiliyetini yok etmek istiyorsak öncelikle kadınlarını kazanmalıyız; kendilerini sakladıkları o peçelerinin ardına, erkeklerinin gözlerden uzak şekilde onları tuttukları evlerine girmeliyiz.”
Günümüze bakıldığında bu yaklaşımın Fransız devleti için geçmişte kalmadığını, benimsedikleri aşırıcı sekülerizm veya diğer adıyla laiklik ile bizatihi toplum içinde devam ettiğini müşahede ederiz.
Sadece geçtiğimiz hafta, Müslüman kadınların hicab giyme hakkının yasaklanması gerektiğine dair televizyonlarda, radyolarda, gazetelerde yüzlerce yorumcu ülke gündemini adeta bir hastalık gibi sardı.
Fransa’da artık adeta bir gelenek halini alan bu sonu görünmeyen saldırı seli içinde, aşırı sağcısından aşırı solcusuna tüm siyasi cenahlar mutlak bir mutabakat içindedirler. Fransa’nın Dijon şehrinde toplanan yerel parlamento etkinliğine katılmak için bir okul gezisine çıkan oğluna refakat eden tesettürlü bir anne, ülkede en fazla zulme uğrayan kesimin günlük yaşamlarında neler yaşadığının adeta bir temsili oldu.
Fatma isimli Müslüman kadın, faşist Ulusal Toplanma partisi (eski adıyla Ulusal Cephe) mensubu siyasetçi Julien Odoul tarafından sözlü tacize uğradı. Odoul, Fatma’nın başını açmasını talep etti ve aksi takdirde binaya alınmayacağını söyledi.
Odoul’un bu şovuna meclis başkanının derhal müdahale ettiği görülürken diğer üyeler koltukta oturma şekillerini düzeltmekten ve Ulusal Toplanma partisi temsilcisine gönülsüz birkaç itiraz kelimesi etmekten başka bir şey yapmadı.
Müslüman kadın bir yandan bu tacize tek başına karşı koyarken bir yandan da olanlardan dolayı ağlamaya başlayan çocuğunu teskin etmeye çalıştı.
Hukuki olarak bakıldığında aslında Odoul’un bu saldırısı herhangi bir kurala aykırı değildir zira tesettürlü bayanları toplumun dışında tutmak amacıyla Fransız devleti tarafından yürürlüğe alınan bir dizi yasağın arasında 2004 yılında örtülü halde kadınların okullarda bulunmasının yasaklandığı yasa da bulunmaktadır.
Fransa aynı zamanda 2011 yılında alınan bir karar ile peçe yasağını getiren ilk Avrupa ülkesi olmuştur.
Sömürge döneminin yankıları
Geçen hafta aynı zamanda Cezayir Savaşı sırasında yaşanan 17 Ekim 1961 “Paris Katliamlarının” da yıl sene-i devriyesiydi. 61’deki vuku bulan bu hadiselerde, 2. Dünya Savaşı sırasında yüzlerce Yahudinin zorla sınır dışı edilmesinde parmağı olan Maurice Papon’un komutası altındaki Fransız polisi Cezayir’in bağımsızlığı yanlısı protesto gösterileri yapan yüzlerce Cezayirliyi katletmiş ve cesetlerini Seine Nehrine attırmıştı.
Fransız devletinin yaşananları resmi olarak kabul etmesi (ki öldürülenlerin sadece bir kısmının sorumluluğu üstlenilmiştir) 90’lı yıllara kadar gerçekleşmedi. En son 2001 yılında bu vahşetin yaşandığı olay mahalline bir anıt plak koyuldu.
Paris Katliamlarının sene-i devriyesinde Fatma’nın başına gelenler aslında çok şey anlatmaktadır. Fransız devletinin sömürge devrinde işlediği cürümleri resmi olarak tanıyıp tazmin etmemek için hem Fransa’da hem de yurtdışında canla başla çalışması, günümüzde Fransa’daki Müslümanlara reva görülen şiddetin gündem edilmemesi hususunda büyük bir rol oynamaktadır.
Bugün Müslüman kadınların devletten gördüğü muamele, geçmişte sömürge devrinde Cezayirli kadınlara yönelik saldırıların adeta bir yankısıdır. Bugün genç Müslüman erkeklerin Fransa sokaklarında maruz kaldığı polis şiddeti geçmişte göçmen işçilerin başına gelenleri andırmaktadır.
Müslüman nüfusun düşük gelirli mahallelerde yaşamaya zorlanıp sosyal olarak ayrımcılığa tabi tutulması, sömürge devrinde atalarının Fransa’daki getolarda zorla ikamet ettirilmesi ile paraleldir.
Muasır nefret
Fransa’nın geçmişini kabul etmesi imkansızdır zira o geçmiş hiç bitmedi. Yaşananların kabul edilmesi beraberinde adaleti ve birtakım değişiklikleri de getirmelidir. Yani mesela, 61 katliamının sene-i devriyesinin anma törenlerini hem resmi hem de sivil kurumlar muasır nefrete karşı birlikte harekete geçmek için bir vesile olarak görmeliydi.
Ancak böyle yapılmak yerine, Cezayir’de ve diğer memleketlerde Fransızların sömürge tarihinin tümüne hâkim olmuş ırkçılık akımının teranesi başa sarılıp tekrar çalınmak tercih edildi.
Odoul’un hiddet ve kendini mağrur görme hislerinden müteşekkil, Fatma’ya yönelik tepkisi Fransa’nın eski sömürgelerinin artık bağımsız olmaları ile alakalı tam olarak nasıl hissettiğinin bir özetidir. Fransa, beyaz olmayan halkların özgürlüklerini kabul etmediği gibi, bu insanların bunu hak dahi etmediğine inanmaktadır.
Fransa’nın ayrımcılığı ve baskıcılığı bir ihtiyaç olarak görme vaziyeti hala devam etmekte olup, Cezayir’in bağımsızlığını kazanmasının ardından onlarca yıl geçmesine rağmen, hissettikleri bu ihtiyacın giderilmesinin merkezinde tıpkı geçmişte olduğu gibi Müslüman kadınların, vücutlarının ve toplumdaki yerlerinin kontrol edilmesi vardır.
Fatma’ya reva görülen muamelenin kendisi ve yaşananlar karşısında annesinin kollarına sığınmaktan başka çaresi olmayan oğlunun halinin faşist siyasetçiyi bir an bile duraklatmaması izlemesi zor bir manzaradır.
Ancak, sözde birçok kültüre ev sahipliği yapan bir Avrupa başkenti Paris’in sokaklarında örtünüzle bir yürüyün, herhangi bir banka şubesine veya markete girin … işte o zaman hemen anlayacaksınız ki Fatma’nın başına gelenler sadece bir istisnadan ibaret değildir.
Fatma’ya yapılan sözlü saldırıdan altı gün sonra Fransız “Liberation” gazetesinde çıkan bir habere göre, olaylardan sonra Fransızca yayın yapan televizyon kanallarında toplamda 85 programda 286 davetli yorumcu Müslüman kadınların örtüsünü tartıştı. Bu yorumculardan arasında tek bir tane dahi tesettürlü bayan yer almadı.
Bu münazaralar esnasında, Müslüman kadınların ne tür kıyafetler giymesine izin verilmesi gerektiği, getirilen yasaklara itibar etmemeleri halinde hangi haklarının askıya alınması gerektiği ve Fransız devletinin bu hakları askıya almak için nasıl bir rol oynaması gerektiği tartışıldı. Hatta bir gazeteci hızını alamayarak hicabı Nazilerin SS üniforması ile bile kıyasladı.
Av sezonu
Müslüman kadınların Fransa’da toplumsal hayata dahil olma haklarını adeta meşru bir hedef gibi alenen hedef alan kesimin yalnızca aşırı sağcı cenahla sınırlı kalmaması son derece dikkate şayan bir celptir. Odoul’un temsil ettiği bakış açısı, devlet eliyle peçe giyilmesinin yasaklanmasını savunmak için 2000’li yılların başlarından beri ortaya atılan liberal feminist argümanlar nedeniyle artık normal görülmeye başlamıştır.
Son yirmi yıldır olduğu gibi bu saldırılar, yasaklar ve devlet şiddeti tekrar ve tekrar barbar kocaları ve babalarının elinde zulüm gören Müslüman kadınları kurtarmak ve onları özgürleştirmek için yapılan faaliyetler olduğu bahanesiyle müdafaa edilmeye devam edecektir.
Tıpkı ABD’nin Afgan kadınları onları bombalayarak özgürleştireceğini vaat etmesi ve sömürge sisteminin insanları ölene kadar sömürerek onları özgürleştireceğini vaat etmesi gibi Fransız aydınlar da Müslüman kadınları onları toplumsal hayattan, halka açık tartışmalardan ve iş olanaklarından mahrum ederek özgürleştireceklerini vaat etmektedirler.
Gerçek şudur ki; Müslüman kadınların ve sekülerliğin müdafaası davasının sözde sancaktarlığını yapan insanların hiçbirisi örtülü Müslüman kadınları kendi taleplerini daha iyi ifade edebilecekleri bir siyasi veya entelektüel sahaya girecek kadar “değerli” görmemektedir. Televizyonlardaki en son münazara dalgası bunu tekrar kanıtlamıştır.
Direniş
Fatma şimdi yaşadıkları için adaleti yasal yollardan arıyor ama onun başından geçenlere şahit olanlar bu olayı uzun süre unutamayacaktır. Müslüman kızlar ve kadınlar bu vesile ile Fransız devletinin beyaz olmayanlara karşı devam ettiği savaşın cephelerinden birisinin onların vücutları olduğunu bir kez daha hatırlamış oldu.
Ayrımcılığa maruz kalanların hissettiği yalnızlığın giderilmesi ve Fransız kökenli İslam karşıtlığının tek vücut olmuşluğunun ve kendine güveninin kırılması adına protesto gösterileri, sosyal medyada paylaşılan destek mesajları ve uluslararası birliktelik son derece önemli araçlardır.
Fransız devletinin bu son olaydan bir ders çıkarıp çıkarmadığını herkes merak ediyor. Belki de geçmişteki hataların kabul edilmemesi devletin bugünkü aynı çeşit hatalarından ders çıkarma kabiliyetini kör etmektedir. Cezayirlilerin kontrol edilmesi için devletin ana mesele olarak kadınları kullanmasının başardığı tek şey Cezayirli kadınları onların bu iktidarına karşı gösterilen direnişin ön saflarına katmak olmuştur.
Meclisteki herkes koltuklarında bir o yana bir bu yana dönmekten başka bir şey yapmıyorken sükunetini muhafaza ederek cesur bir halde karşısında çığlıklar atan siyasetçiye karşı Fatma’nın gösterdiği mukavemeti izleyenler aynı sürecin kendini tekrar ettiğini gözlemleyecektir.
Fatma orada tek başına direnişi ve onların gelecekteki iktidarının sonunu temsil etmiştir.
Bu makalede yer alan görüşler yazara aittir Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.