Pakistan'ın coğrafyası ve iklimi
Güney Asya ülkelerinin en kuzey bölgesinde sayılan Pakistan, kontrolü altındaki Keşmir bölgesiyle beraber 881.913 kilometrekare büyüklüğündedir.
Ülkenin güneyinde ve doğusunda, Pakistan'ın Pencap ve Sind bölgeleri boyunca yayılan İndüs Nehri ve İndüs Ovası çok verimli olduğu, bu bölgeler sıcak ve nemli bir iklime sahip olduğu için tarih boyunca gözde bölgeler olmuştur. Kayıtlı tarihe göre ilk geniş çapta medeniyet ve şehirler Irak ve Mısır'ın ardından Pakistan'daki İndüs Ovası'nda ortaya çıkıp gelişmişlerdir.
Ülkenin batısındaki Belucistan'da çöl iklimi ve bitki örtüsü egemenken Afganistan sınırı boyunca uzanan bölgeler dağ iklimi ve bitki örtüsünün özelliklerini gösterir. Ülkenin en kuzeyinde ise Himalaya Dağları'nın bir parçası olan ve dünyanın en yüksek alanlardan biri olan bölgelerde buzul iklimi ve bitki örtüsü hakimdir.
Başkent İslamabad'ın da bulunduğu Himalaya Dağları'na yakın bölgeler ise ormanlık arazilerle kaplıdır.
Ülke nüfusunun yoğunlaştığı güney, doğu ve iç bölgelerde muson iklimi hakimdir.
Pakistan fiziki haritası
Pakistan'ın nüfusu, dini ve etnik yapısı
Pakistan'ın nüfusunun 2021 itibariyle 226 milyonu aştığı hesaplanmaktadır. Bu büyük rakamla Pakistan Çin, Hindistan, ABD ve Endonezya'nın ardından dünyanın en kalabalık nüfuslu 5. ülkesi konumuna gelmiştir.
Yüksek doğurganlık oranı nedeniyle oldukça genç bir nüfusa sahip olan Pakistan'da yaş ortalaması 22,8 gibi çok genç bir seviyededir.
Pakistan nüfusunun 2050'de yaklaşık 310 milyona, 2100'de yaklaşık 365 milyona ulaşması beklenmektedir.
2017 sayımına göre Pakistan nüfusunun yüzde 96,47'si Müslüman, yüzde 2,14'ü Hindu, yüzde 1,27'si Hristiyan, yüzde 0,9'u Pakistan tarafından İslam dışı azınlık sayılan Kadıyani'dir (Ahmedi)
Pakistan nüfusunun yüzde 10-15'inin Şii olduğu tahmin edilmektedir. Şiilerin çoğunluğu Caferi, azınlığı ise İsmaili kolundandır.
İslam, Pakistan'ın resmi dinidir.
2020 itibariyle Pakistan'ın etnik yapısının ise şöyle olduğu tahmin edilmektedir:
% 41,7 Pencabi
% 20,4 Peştu
% 14,1 Sindi
% 8,1 Saraiki
% 7,6 Muhacir (Hindistan'dan Pakistan'a göç edenler)
% 3,8 Beluci
% 4,3 Diğer
Pakistan, yaklaşık 50 milyon olan ve hızla artmaya devam eden Peştun nüfusuyla Afganistan'dan çok daha fazla Peştun nüfusa sahiptir.
Pakistan ekonomisi, para birimi
Pakistan resmi rakamlara göre Haziran 2021 itibariyle 299 milyar dolar yıllık Gayrisafi Yurt İçi Hasıla (GSYİH) ve 1543 dolar kişi başına düşen gelirle yoksul ülkeler kategorisindedir.
Ülkenin ekonomik potansiyeli çeşitli nedenlerle yeterince değerlendirilemediğinden ülke ekonomisi hızlı artan nüfus ve mütevazi büyüme rakamlarının altında baskılanmaktadır.
Pakistan'ın para birimi bağımsızlığını kazandığı 1947'den bu yana Pakistan rupisidir.
Pakistan Tarihi
Pakistan'ın bağımsızlığına değin Pakistan topraklarının tarihi
Pakistan'ın en önemli ve verimli kısmını oluşturan İndüs Vadisi'nde M.Ö. 3300'lerden itibaren iklimin ılımanlığı ve toprağın verimliliği nedeniyle kayıtlı tarihe göre dünyanın ilk medeniyetlerinden biri ortaya çıktı.
Antik çağdan günümüze Pakistan'ın da dahil olduğu Güney Asya'nın tarihi
8. yüzyılda Emeviler döneminde İslam orduları bugünkü Pakistan topraklarının büyük kısmını fethetti. Bu fetihle beraber halkın çoğu zamanla İslam'a geçiş yaptı. Emevilerin yerini alan Abbasiler devrinde merkezi otorite zayıflayınca yine Abbasilere bağlı yerel Müslüman beylikler kuruldu.
11. yüzyıl başında Pakistan topraklarını ele geçiren Gazneliler burası üzerinden Hindistan seferlerine giriştiler. Hindistan'ın kuzeyinin Müslüman hakimiyetine geçmesiyle bugünkü Hindistan'da da İslam'a geçişler arttı.
Gaznelileri takip eden Delhi merkezli Delhi Sultanlığı'nı 16. yüzyılda yıkan Timur soyundan Babür Şah bugünkü Pakistan'ı ve Hindistan'ın kuzeyini ele geçirerek Moğol-Türk İmparatorluğu olarak da bilinen ve 1858'e kadar sürecek olan ünlü Babür İmparatorluğu'nu kurdu.
Bu imparatorlukta yaşanan istikrar nedeniyle verimli İndüs Ovası ahalisi oldukça zenginleşti. Babür İmparatorluğu'nun gücünün zirvesinde olduğu 17. yüzyılın ikinci dönemi ve 18. yüzyılın ilk yıllarında Sind olarak da bilinen Pakistan toprakları oldukça huzurlu ve müreffeh bir halde bulundu.
Fakat bu imparatorluğun 18. yüzyılda taht kavgaları başta olmak üzere çeşitli sebeplerle hızlı bir biçimde dağılma ve gerileme yaşamasından bugünkü Pakistan toprakları oldukça olumsuz etkilendi. İndüs Ovası yerel beyler, İran ve Afganistan arasındaki savaş ve güç mücadelelerinden zarar gördü.
İngiltere'nin bölgeye ilgisi
16. yüzyılın sonundan itibaren Hindistan'la ilgilenmeye başlayan İngilizler 18. yüzyılda Hindistan'daki imparatorluğun zaafa düşmesiyle bu ülkeyi sömürgeleştirmeye başladılar. 1858 itibariyle bugünkü Hindistan, Pakistan ve Bangladeş'ten oluşan tüm "Hint Alt Kıtası" İngiliz egemenliğine girdi.
İngiltere, Hint Alt Kıtası genelinde geniş çaplı bir soyguna giriştiğinden Pakistan halkı da tüm Hint Alt Kıtası halkıyla beraber fakir düştü.
İngiltere'nin 1765-1947 döneminde Hint Alt Kıtası'ndan bugünkü değerle 45 trilyon dolar değerinde servet çaldığı tahmin edilmektedir. Bu nedenle Hint Alt Kıtası'nda İngiliz sömürgeciliği boyunca milyonlarca insanın açlıktan ölümüne neden olan pek çok büyük kıtlık meydana gelmiştir.
İlerleyen tarihlerde Afganistan'ı da sömürgeleştirmeye çalışan İngiltere bu amacında başarısız olsa da daha önce Afganistan Krallığı'na ait olan Peştunlarca meskun, bugünkü Pakistan'ın kuzeybatısındaki dağlık toprakları da ele geçirip Hindistan'daki sömürge idaresine bağladı.
Hindistan'da bağımsızlık hareketlerinin güçlenmesi ve dünya çapında klasik sömürgecilik devrinin geçmesiyle 2. Dünya Savaşı'nın (1939-1945) ardından İngiltere Hindistan'a bağımsızlık vermeyi kabul etmek durumunda kaldı.
Hint Alt Kıtası'nın tümüyle Hindistan olarak bağımsız bir devlet mi olacağı yoksa bu coğrafyanın Hindu ve Müslüman bir devlet arasında mı parçalanacağı konusu Hindistan'ın bağımsızlığı bağlamında en önde gelen meseleye dönüştü.
İngiliz sömürgeciliğinin başından bu yana Hindistan'ın bağımsızlık mücadelesini bu coğrafyayı uzun asırlardır yöneten Müslümanlar vermişti. Bununla beraber Hint Alt Kıtası toplamında Hindu nüfus Müslüman nüfustan fazlaydı. 1945 sonrasında Diyobendi dini eğitim hareketi başta olmak üzere Müslüman kanaat önderlerinin çoğunluğu Hindistan'ın bölünmemesinden, yönetim tecrübesi bulunan Müslümanların yeni dönemde de Hinduları yönetebileceğinden yanaydı.
Fakat İngiltere Hindistan'ın Müslümanlarca yönetilen bütün bir güç haline gelmesinden endişe ediyordu. Şii-İsmaili bir aileden gelen siyasetçi Muhammed Ali Cinnah (1976-1948) önderliğinde İngiltere'de eğitim gören bir grup ise Hindistan'ın Müslümanlar ve Hindular arasında parçalanmasından yanaydı.
İngiltere'de okuyan bu öğrenciler kurulacak Müslümanların devletinin ismini Pencap, Afgan, Keşmir ve Sind kelimelerinin baş harfleriyle Belucistan'ın son hecesinden üreterek Pakistan koymuştu. Pakistan aynı zamanda "temiz belde/ülke" anlamına da gelmektedir.
İngiltere, Hindu ve Müslüman yöneticilerin aldığı Hindistan'ı bölme kararı Hindulardan çok Müslümanların tepkisini çekti. Çünkü bu karara göre Hindu çoğunluklu bölgeler Hindistan'a, Müslüman çoğunluklu bölgeler Pakistan'a kalacaktı. Böyle bir bölünmede ise ülkenin çoğu Hindistan'a kalıyor, Müslümanlar Hint Alt Kıtası'nın kuzeybatısına ve bu bölgeden kara bağlantısı kopuk şekilde doğudaki Bengal'e sıkışıyordu.
Dahası Müslüman çoğunluklu Bengal bölgesi İngilizlerce "çok büyük" olduğu gerekçesiyle bölündü. Kalküta merkezli Hindu çoğunluklu Batı Bengal eyaleti oluşturularak burası da Hindistan'a verildi.
Nüfus çoğunluğu baz alındığından Müslüman yerel yöneticili eyaletler Hindistan'a bırakılırken yerel yöneticisi Hindu olan Müslüman çoğunluklu Keşmir eyaleti de Hindistan'a bırakıldı. Bu parçalanma süreci Hindu ve Müslümanlar arasında 200 bin ila 2 milyon kişinin öldürüldüğü, 10 milyon ila 20 milyon kişinin yerlerinden sürüldüğü çok büyük ve kanlı bir savaşa döndü. Pakistan'dan yapılan taarruzda Keşmir'in Muzafferabad merkezli bir kısmı Pakistan'ın yönetimine geçti. Bu bölgeye 'Azad Keşmir' (Özgür Keşmir) ismi verildi.
Böylece Hind Kıtası Hindistan ve Pakistan olarak bölündü. Bugünkü Pakistan 'Batı Pakistan', yine bugün Bangladeş olarak isimlendirilen 'Doğu Pakistan' ise tek bir parça halinde Pakistan'ı oluşturmaktaydı.
Kara bağlantısı bulunmayan bu iki Pakistan'ın arasında kuş uçuşu ortalama 2200 km mesafe bulunmaktaydı.
1947-1958 dönemi
1947'de Batı Pakistan'da yaklaşık 37 milyon, Doğu Pakistan'da ise 38 milyon nüfus yaşamaktaydı. İki bölge de yoksul olmakla beraber o tarihte beslenme oranları Hindistan'ın önündeydi.
1947'de Doğu ve Batı Pakistan'ın geçici lideri ilan edilen Muhammed Ali Cinnah 11 Eylül 1948'de ölünce yerini Bengalli (Bangladeş/Doğu Pakistan) Havace Nizamuddin (1894-1964) ismindeki siyasetçi aldı.
Başta bu yönetimin geçici olduğu ve tüm ülkede serbest seçimlerin yapılacağı ilan edilse de Havace Nizamuddin döneminde bu hedefe ulaşılamadı.
Havace Nizamuddin'in 1951'de yerini alan Pencaplı ekonomist Gulam Muhammed (1895-1956) döneminde seçimlerden önce anayasanın oturtulması öncelendi. 1953'te geçici yönetimce kabul edilen anayasaya göre Pakistan federal bir İslam cumhuriyeti olarak tescillendi. Yine aynı yıl Kadıyaniler/Ahmediler liderlerini peygamber olarak gördükleri gerekçesiyle "İslam dışı azınlık" ilan edildiler.
1955'te geçici hükümet liderliğine Batı Bengalli İskender Mirza (1899-1969) geçti. Başta verilen sözlerin aksine ülke çapında seçimler olmaksızın 1956'da geçici yönetim devrinin sona erdiği ilan edildi ve bu tarihte İskender Mirza cumhurbaşkanı ilan edildi.
Fakat seçim olmaksızın İskender Mirza'nın kendisini cumhurbaşkanı ilan etmesi büyük rahatsızlığa neden oldu.
İlerleyen dönemde İskender Mirza ile hükümet üyeleri arasında yaşanan anlaşmazlıklar da bu rahatsızlığa eklenince ülkede büyük bir siyasi kriz ve istikrarsızlık ortamı oluştu. Bu ortamdan faydalanan General Eyub Han Ekim 1958'de darbeyle yönetime el koydu.
Pakistan'ın ilk askeri darbesi: Eyub Han dönemi (1958-1969)
Ekim 1958'de darbeyle yönetime el koyup cumhurbaşkanı olarak iktidara gelen Eyub Han (1907-1974) ülkenin kuzeyinden Peştu bir aşiretten gelmekteydi. İngiliz sömürgeciliği döneminde asker olan Eyub Han, 1958 darbesi öncesinde de ülkenin en tanınmış generallerinden biriydi.
Ekim 1958'de Eyub Han liderliğinde ordu siyasi kriz ve istikrarsızlık gerekçesiyle yönetime el koyarak Pakistan'ın ilk askeri darbesini gerçekleştirdi. Eyub Han darbenin hemen ardından cumhurbaşkanı ilan edildi.
Eyub Han, anayasanın bazı maddelerini beğenmeyerek yeni bir anayasa hazırlanmasını emretti. Pakistan'ın yeni anayasası 1962'de kabul edildi. Bu anayasada İslam'a atfın 1953'teki anayasadan az olması dikkat çekti.
1965'te Keşmir'de Pakistan ve Hindistan orduları arasında başlayan çatışmalar tüm sınır boyunca bir Pakistan-Hindistan savaşına dönüştü. Ağustos-Eylül 1965'te gerçekleşen bu savaş açık bir şekilde olmasa da Pakistan'ın zaferiyle bitti. Keşmir'de bin kilometrekare civarında toprak Hindistan'ın kontrolünden Pakistan'ın kontrolüne geçti. Bu savaşta iki taraftan toplam 10 bine yakın kişi öldü.
Bununla beraber savaşın başında "Keşmir'in Hindistan işgalinden kurtulacağı" sözünü veren Eyub Han, bu söylemini yerine getiremediği için başarısızlıkla suçlandı.
Doğu Pakistan ismini alan Bengal halkı yönetimin büyük oranda Batı Pakistanlılarda olmasından, ihmal edilmekten şikayetçiydi. Serbest bir seçim yapılması talebi Doğu Pakistan'da Batı Pakistan'dakinden daha baskın olarak ifade edilmekteydi.
Bu şikayetler 1960'lı yıllarda Doğu Pakistan'da bir Bengal milliyetçiliğinin doğmasına yol açtı. Şeyh Muciburrahman (1920-1975) ismindeki bir siyasetçi bu milliyetçilik dalgasının başına geçti.
Muciburrahman 1965'te Doğu Bengal'e özerklik verilmesini talep etti ve ardından bu talebi nedeniyle tutuklandı.
Eyub Han döneminin başlarındaki hızlı ekonomik gelişim darbeci isme olan halk desteğini artırmışken 1965'ten sonra bu gelişimde görülen yavaşlama tersi etkide bulundu.
Eyub Han'ın serbest seçimleri yapmaya yanaşmaması ve geçici lider gibi hareket etmesi de tepki doğurdu.
1968'de önce Batı Pakistan'da, ardından da daha şiddetli biçimde Doğu Pakistan'da yönetim karşıtı protestolar gerçekleşti.
Başlangıçta bu protestoları olağanüstü hal uygulamaları ve şiddetle bastırmaya çalışan Eyub Han protestoların artarak sürmesi üzerine Mart 1969'da cumhurbaşkanlığından istifa ederek serbest seçimlerin gerçekleşeceğini açıkladı ve yerini Pakistan Genelkurmay Başkanı Yahya Han'a bıraktı.
Yahya Han dönemi (1969-1971): Serbest seçimler, iç savaş ve Bangladeş'in bağımsızlığı
Eyub Han'ın döneminin mirasını da devralan yeni Cumhurbaşkanı Yahya Han (1917-1980) Pencaplıydı.
Yahya Han da Eyub Han gibi İngiliz sömürgeciliğinde askerlik yapmış, 2. Dünya Savaşı'na İngiliz askeri olarak katılmıştı. 1966'da genelkurmay başkanı olan Yahya Han, Mart 1969'da yıpranan Eyub Han'ın isteğiyle cumhurbaşkanı olmuştu.
Yahya Han söz verildiği gibi siyasi tutukluların bırakılacağını, serbest seçimlerin yapılacağını ilan etti. Hapisten çıkan Şeyh Muciburrahman Avami Ligi'nin başında seçime gireceğini duyurdu.
Pakistan tarihinde ilk kez serbest bir şekilde meclis seçimleri 7 Aralık 1970'de düzenlendi. Bu tarihte Doğu Pakistan'ın (Bangladeş) nüfusu Batı Pakistan'ın nüfusundan fazla olduğundan Doğu Pakistanlı kayıtlı seçmen sayısı 31 milyon 211 bin 220, Batı Pakistanlı kayıtlı seçme sayısı ise 25 milyon 730 bin 280'di. Batı Pakistan'ın seçmen sayısının daha az olmasında Batı Pakistan'ın kuzeyindeki aşiretler bölgesi halkının kendi iradesiyle genelde seçmen kaydı yaptırmamasının da etkisi vardı.
Toplamda seçilecek olan 300 milletvekilinin nüfusa göre dağılımına göre 162'si Doğu Pakistan'a, 138'i ise Batı Pakistan'a aitti. Seçim sonuçları Şeyh Muciburrahman'ın Avami Ligi için ezici bir zaferle sonuçlandı.
Doğu Pakistan'ın 162 milletvekilinden 160'ını Avami Ligi kazandı. Seçimlerde ikinci sırayı ise Batı Pakistan'ın 138 milletvekilinden 81'ini kazanan Zülfikar Ali Butto liderliğindeki Pakistan Halk Partisi'ydi. Kalan 59 sandalyenin 43'ünü diğer küçük partiler, 16'sını ise bağımsızlar kazanmıştı.
Seçim sonuçları Şeyh Muciburrahman ve partisi, Avami Ligi'nin tüm Pakistan üzerinde tek başına iktidara gelmesi anlamına geliyordu. Yahya Han buna izin vermemek için Mart 1971'de yeni anayasa hazırlanacağı gerekçesiyle meclisi kapattığını duyurdu.
Bunun üzerine aldığı yüksek oy oranına güvenen Şeyh Muciburrahman önce genel grev ardından da Doğu Pakistan'ın Bangladeş (Bengalcede 'Bengal Ülkesi) ismiyle bağımsızlığını ilan etti.
Doğu Pakistan genelinde 1947'den beri ülke liderlerinin tamamının, ülkeyi yöneten kadroların ise %80'inin Batı Pakistanlı olmasına tepki bulunmaktaydı.
Bu gelişme üzerine Doğu Pakistan'da Muciburrahman destekçileri başta olmak üzere bağımsızlık yanlısı Doğu Pakistanlılar ile ordu arasındaki çatışmalarla büyük bir iç savaş başladı. 'Bangladeş Kurtuluş Savaşı' olarak da bilinen bu iç savaşta Pakistan ordusu, bağımsızlık karşıtı Doğu Pakistanlıları da örgütleyerek başlangıçta savaşta öne geçti ve büyük şehirleri elinde tuttu.
Fakat Pakistan ordusunun Bengallilere yönelik işlediği savaş suçlarının dünya medyasında çokça yer almasıyla dünya genelinde Pakistan yönetimine büyük bir tepki doğarken Pakistan'ın üzerindeki Bangladeş'i tanıma baskısı arttı.
Bu dış gelişmeleri ve Batı Pakistan ile Doğu Pakistan arasında kara bağlantısının bulunmamasını fırsat bilen Hindistan, süren savaşta Doğu Pakistan'daki Hinduların öldürüldüğü ve sürüldüğü gerekçesiyle kapsamlı bir hazırlığın ardından 3 Aralık 1971'de Doğu Pakistan'a askeri müdahalede bulundu.
Bir taraftan Doğu Pakistanlı bağımsızlık yanlılarıyla savaşan Doğu Pakistan'daki Pakistan ordusu, Hindistan ordusunun müdahalesi karşısında yenilgiye uğrayarak 16 Aralık 1971'de teslim oldu. Temmuz 1972'de imzalanan Simla Anlaşması'na göre Pakistan Bangladeş'in bağımsızlığını tanıyacak, Bangladeş'te teslim olan 90 bin Pakistan askerinin Batı Pakistan'a dönüşüne izin verilecekti.
Mart-Aralık 1971'de Doğu Pakistan'da (Bengal / Bangladeş) süren savaşta yaklaşık 10 bin Pakistan askeri, 2-300 bin Bengalli ve 4 bin Hindistan askeri hayatını kaybetti. Bangladeş'in bağımsızlığını kazanmasıyla 1947-1971 döneminde Batı Pakistan olarak isimlendirilen bölge artık sadece Pakistan olarak isimlendirilmeye başladı.
Zülfikar Ali Butto dönemi
Savaşta alınan yenilgiden sonra iktidarda kalamayacağını anlayan Yahya Han, cumhurbaşkanlığından istifa etti.
20 Aralık 1971'de 7 Aralık 1970 meclis seçimlerinin Batı Pakistan galibi olan Zülfikar Ali Butto geçici cumhurbaşkanı oldu.
Muhammed Ali Cinnah gibi İsmaili azınlıktan gelen Zülfikar Ali Butto (1928-1979) merkezi ülkenin en büyük şehri Karaçi olan Sind Eyaleti kökenliydi. Butto'dan günümüze Pakistan'daki iktidar yarışında Sindliler ile Lahor merkezli Pencaplıların rekabeti belirginleşecekti.
Eyub Han döneminde 1963-1966 aralığında dışişleri bakanlığı yapan Butto 1967'de ideolojisinin "İslami Liberalizm" ve "Demokratik Sosyalizm" olduğu ilan edilen 'Pakistan Halk Partisi'ni kurdu. 1970 seçimlerinde Batı Pakistan'ın 138 milletvekilinin 81'ini bu parti kazandığından seçimin Batı Pakistan'daki galibi olarak görüldü.
İktidara gelen Butto önceki cumhurbaşkanı Yahya Han'ı hapsettirdi. Temmuz 1972'de Hindistan ile imzalanan Simla Anlaşması'yla Bangladeş'in bağımsızlığını tanıdı ve Hindistan ile oldukça gergin olan ilişkileri kısmen normalleştirdi. 1973'te kabul edilen yeni anayasayla cumhurbaşkanlığı sembolik bir makam haline getirilirken başbakanlık makamı güçlendirildi.
Fakat daha önceden anayasanın kabulünün ardından serbest seçim sözü veren Butto'nun seçimsiz olarak başbakanlık makamında oturması tepki çekti.
Butto'nun 1973-1977 döneminde sekülerizme yönelmesi ülke içerisinde tepki çekti. Yine bu dönemde Hindistan'ı dengeleyebilmek amacıyla Çin-Pakistan ilişkileri geliştirilmeye başladı.
Butto'nun ikinci dönemi başında Pakistan'ın Belucistan eyaletinde halen süren bağımsızlık yanlısı gerilla faaliyetleri başladı. Pakistan'ın Belucistan'a sömürge muamelesi yaptığından şikayetçi olan ayrılık yanlısı Beluciler bu sebeple Belucistan'ın bağımsızlığını talep etmekteydi.
1974'te Hindistan'ın nükleer silah denemesinde bulunması Pakistan'da endişeyle karşılandı. Butto, Hindistan nükleer silahlara sahip olduğundan Pakistan'ın da nükleer silah üretmesinin meşru olduğunu ilan etti ve nükleer silah üretme çalışmalarına başlandığını duyurdu. Fakat Butto döneminde bu alanda bir çalışma yapılmadı.
1974'ten itibaren Butto'nun halk desteği git gide düştü. Kamuoyu ve muhalefetin zorlamasıyla Butto serbest seçimlere gitmeyi kabul etti.
7 Mart 1977'de gerçekleştirilen meclis seçimlerine muhalefet büyük ölçüde Pakistan Milli İttifakı adı altında Veli Han liderliğinde gitti. Seçim günü yaygın biçimde Butto lehine hile yapıldığı iddiaları ortaya çıktı. Seçimi Butto'nun %60 oyla kazandığı iddia edilse de muhalefet hile yapıldığı gerekçesiyle sonuçları kabul etmedi.
Ziya-ul Hak dönemi (1977-1988) ve Afganistan Savaşı
Pakistan'ın şaibeli seçimlerin ardından istikrarsızlığa düştüğü bir dönemde 5 Temmuz 1977'de ordu General Ziya-ul Hak liderliğinde "seçimlerde hile yapıldığı" ve "ülke kargaşaya düştüğü" gerekçesiyle yönetime el koydu.
Zülfikar Ali Butto tutuklandı.
1976'da genelkurmay başkanı olan Pencaplı Ziya-ul Hak darbenin ardından ülkede fiilen yönetimin başına geçti, 1978'de ise cumhurbaşkanı oldu.
Devrik başbakan Butto yolsuzluk ve kötü yönetim suçlamasının yanı sıra 1974'te muhalifi Nevvab Muhammed Han Kasuri ismindeki Pakistanlı bir siyasetçiyi trafik kazası süsü verilmiş şekilde öldürtmekten idamla yargılandı.
Yargılamanın sonucunda 1978'de Zülfikar Ali Butto idam cezasına çarptırıldı.
Bu dönemde İran’a yeni dönmüş olan Ruhullah Humeyni (1902-1989) Butto’nun idam edilmemesi için aracı oldu. Şii olan Butto’nun cinayetten hüküm giymiş laik bir politikacı olmasına rağmen İran’da binlerce kişiyi idam ettiren Humeyni tarafından kurtarılmaya çalışılması Humeyni’ye “Şiicilik” suçlamaları yapılmasına neden oldu.
Butto 4 Nisan 1979’da idam edildi.
Pakistan’da laikliğe alan açılan Butto devrinin ardından iktidara gelen Ziya-ul Hak yaptığı ilk televizyon konuşmasında “Pakistan İslam uğruna var oldu, ancak İslam’a tutunursa yaşayabilir, Pakistan’da İslami bir düzen kuracağız” açıklamasında bulunarak Pakistan’da sistematik bir İslamileştirme başlatacağını belli etmişti.
Ziya-ul Hak içki satışını, gece kulüplerini kapattı. Yasaların İslam’a uygunluğunu denetlemekle görevli bir üst “Yüksek Mahkeme” kurdu. 1980’de zekat zorunlu kılındı.
1979’da Pakistan’da had yasaları yürürlüğe girmeye başladı. Bununla beraber pek çok kanunda İngiltere sömürgeciliği devrinden kalanlar korundu.
Ziya-ul Hak’ın İslamileştirme’de Sünniliği ölçü olarak kabul etmesi Pakistan’daki Şiilerin tepkisini çekti. Butto ailesi Şii olduğundan aileyi destekleyen Şiiler zaten en baştan beri Ziya-ul Hak’ın muhalifiydi.
Sünnilikte de ölçü olarak Hind Kıtası’nda yaygın iki akımdan biri olan Diyobendiliğin ölçü alınması, Muhammed Taki Osmani (1943-) gibi Diyobendi ekolünün tanınmış isimlerinin yüksek mahkemelere atanması, diğer akım ve Diyobendilere düşmanlığı ile bilinen Barelvileri Ziya-ul Hak yönetiminden uzaklaştırdı.
Barelvilerin önemli isimleri de zamanla Ziya-ul Hak muhalefetine katılarak Butto ailesinden yana oldu.
Ziya-ul Hak’ın İslamileştirme siyaseti genel olarak İslamcıların takdirini kazansa da bu proje kapsamında uygulanan bazı hükümler ve yürürlükte kalan İslam’a aykırı bulunan bazı kanunlar eleştirilmesine sebep oldu.
Sovyetler Birliği nüfuzunun 1960’lı yılladan beri git gide arttığı, Pakistan için büyük stratejik öneme sahip komşusu Afganistan’da Nisan 1978’de komünistler kanlı bir darbe ile iktidarı ele geçirip, Sovyetler Birliği'nin desteğiyle ülkede sıkı bir komünistleştirme politikası gütmeye başladılar.
Afganistan’ın genelinde Kabil’deki Komünist rejime karşı isyan başlarken Komünistler isyanı büyük katliamlarla bastırma yoluna gittiler.
Ziya-ul Hak, en başından beri Afganistan’daki komünist rejime düşmanlığını saklamadı.
Kabil rejimi, ülkedeki isyanları bastırmada başarısız olunca Sovyetler Birliği 24 Aralık 1979’dan itibaren Afganistan’ı kalabalık bir ordu gücü ve devasa bir yığınakla işgal etti.
İşgalden önce Kabil rejimine karşı ülke çapında süren silahlı isyanlar artarak işgalci Sovyetler Birliği’ne de yöneldi.
Sovyetler Birliği’nin Pakistan sınırına dayanmasına oldukça öfkelenen Ziya-ul Hak bu işgale en şiddetli biçimde kınadı. Afganistan’daki direnişçi gruplara aleni olarak maddi ve manevi destek verdi.
Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ın özellikle kırsal kesiminde yürüttüğü ve 1 milyondan fazla Afgan sivilin katledildiği soykırımdan sebep milyonlarca Afgan mülteci Ziya-ul Hak’ın emriyle Pakistan’a kabul edildi.
Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı işgalinden Sovyetler Birliği ile ‘Soğuk Savaş’ta ve nüfuz rekabetinde olan ABD’nin yanı sıra Sovyetler Birliği’nin petrol güzergahı olan Basra Körfezi’nin Hint Okyanusu’na çıkışına iyice yaklaşmasından Suudi Arabistan da çok rahatsız olmuştu.
Ziya-ul Hak bu ülkelerle Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı işgaline karşı mücadelede dirsek temasına girdi.
Afganistan’da Sovyetler Birliği’ne karşı savaşmak üzere Pakistan’a gelen binlerce yabancı savaşçının bu ülkeyi geçiş güzergahı olarak kullanmasını kolaylaştıran Ziya-ul Hak, Pakistan’ın Afganistan’a komşu Hayber Pahtunhva Eyaleti’nin merkezi, Pakistan’ın en büyük şehirlerinden olan ve Afganistan yolundaki Peşaver şehrinin gönüllü yabancı savaşçılar ve yardım kuruluşlarının serbestçe çalışabileceği bir mekan olmasını sağladı.
Afganistan Savaşı’na Pakistan’ın müdaheleleriyle beraber ülkenin kuruluşundan beri ülke içi siyasette önemli yeri olan Pakistan’ın istihbarat teşkilatı ISI (Inter-Service Intelligence-Servislerarası İstihbarat) gittikçe güçlendi, uluslar arası tanınırlık kazandı ve git gide ülke yönetimindeki payı arttı.
ISI Afgan direniş grupları, yabancı gönüllüler ve yardım kuruluşları hakkında savaş boyunca ve sonrasında yaygın isithbari işlere girişti.
İngiltere’de yayın yapan Thames TV’nin Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı işgaline ve Pakistan’a dair yaptığı, Ziya-ul Hak ile röportaj içeren 1980 tarihli bir yayın
Ziya-ul Hak’ın Aralık 1982’de gerçekleştirdiği ABD ziyareti ve dönemin ABD başkanı Ronald Reagan ile görüşmesi
"Pakistan ekonomisinin en başarılı dönemi"
Ziya-ul Hak dönemi, Pakistan’ın ekonomik tarihinde en başarılı dönem olarak kabul edilmektedir. 1978-1988 arası ülkeyi yönettiği 10 yıllık dönemde Pakistan ekonomisi ortalama yüzde 6,8’lik büyüme oranıyla o dönem dünyada ekonomisi en hızlı gelişen ülkesi olmuştur.
Ekonomistler, bu başarının altında Ziya-ul Hak döneminde sonu gelen yolsuzlukların olduğu yorumunu yapmaktadır.
Bu dönemde, başlangıçta devletin merkezi planlamasına dayanan kalkınma planları zamanla serbest girişimciliği teşvik eden daha serbest bir ekonomi yönetimine evrilmiştir.
Ziya-ul Hak döneminde Pakistan’da faizsiz ve İslami bir ekonominin nasıl işleyeceğine dair projeler geliştirme çabalarına girilmiştir.
Ziya-ul Hak döneminde Pakistan’ın dış politikasına damga vuran olgu Afganistan Savaşı’ydı. Sovyetler Birliği’nin Pakistan sınırına dayanmasından oldukça endişe eden Ziya-ul Hak, bu ülkede Komünist rejime direnen gruplara destek olurken Sovyetler Birliği karşıtlığı üzerinden başlangıçta ABD ve Suudi Arabistan ile dirsek temasına girmekle beraber izlediği İslamileştirme ve Pakistan’ı nükleer güç yapma siyasetlerinden sebep son yıllarda ABD ile ilişkileri bozulmuştur.
Türkiye ile ilişkiler
Türkiye ile iyi ilişkilere sahip olmayı önemseyen Ziya-ul Hak, sık sık Türkiye’yi ziyaret etmiş, ölümünün ardından Türkiye’de bayraklar yarıya indirilmiştir.
1956’da Pakistan’da atom enerji kurulu kurulmuş, ilerleyen yıllarda nükleer elektrik santralleri kurulması hedeflenmiş fakat ABD’nin baskısı nedeniyle bu projeler hayata geçirilememişti.
Birleşmiş Milletler, nükleer silah bulundurma hakkını sadece İkinci Dünya Savaşı’nın galibi büyük devletler olan ABD, Sovyetler Birliği, Çin, İngiltere ve Fransa’ya tanırken diğer ülkelere yasaklamıştı.
Fakat 1960’lı yıllarda İsrail de nükleer silah edinmişti.
1974’te Hindistan’ın atom bombası denemesi yapması Pakistan’ın büyük tepkisini çekmişti. Zülfikar Ali Butto buna mukabil Pakistan’ın nükleer güç olmasının zorunlu olduğu açıklaması yaparken ABD baskısı nedeniyle Butto döneminde kayda değer bir çalışma yapılamadı.
Ziya-ul Hak, devam eden ABD baskısına rağmen Pakistan’ın nükleer elektrik santrallerine ve Hindistan’ın nükleer silahlarını dengeleyecek karşı nükleer silahlara sahip olmasını hayati önemde görüyordu.
Ziya-ul Hak kendi döneminde Pakistan’ın nükleer güce ulaşması için yoğun ama gizli bir çalışma başlattı. Nükleer güce eriştikleri an Hindistan’a karşı caydırıcı olması için açıklama yapmayı planladı.
Nihayet 1987’de Ziya-ul Hak Pakistan’ın nükleer enerjiden elektrik ve silah yapacak kapasiteye ulaştığını, şayet Hindistan nükleer silahlarını imha eder ise Pakistan’ın nükleer silah yapmayıp nükleer enerjiden sadece elektrik üretiminde istifade edeceğini açıkladı.
Ziya-ul Hak’ın bu açıklaması, Afganistan Savaşı’nda dirsek temasına girdiği ABD ile ilişkilerini kalıcı olarak bozdu. ABD, Pakistan’a yaptırım uygulamaya başladı.
Ziya-ul Hak döneminde Pakistan’da ilk nükleer santraller inşa edilirken döneminin çalışmaları sonucu olarak 1998’de Hindistan’ın yeni bir nükleer denemesine misilleme olarak Pakistan atom ve hidrojen bombası denemesi yapacaktı.
Daha sonra ise 1987’den itibaren Pakistan’ın nükleer silahlara sahip olduğu ortaya çıkacaktı.
Ziya-ul Hak'ın ölümü
Ziya-ul Hak, 17 Ağustos 1988’de Pakistan semalarında iken içinde bulunduğu uçağın patlaması sonucu hayatını kaybetti.
Patlamada ölen 27 kişinin arasında Pakistan Genelkurmay Başkanı ve ABD’nin Pakistan Büyükelçisi de bulunmaktaydı.
Patlamanın sabotaj olduğu kesinleşirken bugüne kadar failine dair kesin bir kanıt bulunamadı. Bu suikastin ABD, İsrail veya Sovyetler Birliği tarafından gerçekleştirildiği iddia edildi.
Suikastin Sovyetler Birliği tarafından gerçekleştirildiğini iddia edenler Ziya-ul Hak’ın özellikle Afganistan’da izlediği Komünizm karşıtı siyasetten ötürü Sovyetler Birliği’nin ona düşman olduğundan bu suikasti gerçekleştirmesinin muhtemel faili olduğunu, ABD elçisinin de patlamada ölmesinin suikasti ABD’nin gerçekleştirmediğine delil olduğunu öne sürmektedirler.
Bu teze karşı çıkanlar ise suikastin gerçekleştiği tarihten önce Sovyetler Birliği’nin Afganistan’dan çekilme kararı aldığını ve hatta çekilmeyi başlattığını, Sovyetler Birliği’nin 1988’de kendi iç problemlerine odaklanmış olduğunu belirtmişlerdir.
Suikasti ABD’nin yaptığını iddia edenler ise Ziya-ul Hak’ın Pakistan’ı İslamileştirme çabalarını fazla bulduklarını, özellikle de Pakistan’ı nükleer güç yapma çabalarını ve bu konuda 1987’de yaptığı açıklamaları ABD’ye tehdit olarak görüp bu suikasti gerçekleştirdiğini, bu gibi önemli bir suikast için ABD’nin kendi elçisini feda etmiş, hatta şüphe çekmemek için bilinçli olarak hedeften ayırmamış olduğunu belirtmektedirler.
Suikasti ABD’nin gerçekleştirdiğini iddia edenler büyük bir çoğunlukta iken bunların arasında bu suikastte İsrail’in istihbarat teşkilatı MOSSAD’ın da yer aldığını iddia edenler bulunmaktadır.
Ziya-ul Hak döneminde Pakistan'da ekonomi gelişmiş, ülke nükleer güç olma yoluna önemli adımlar atmış, ülkenin İslamcılıkla kaynaşması yükselmiştir.
Devam eden Afganistan Savaşı ve bu savaşla ilgili ortaya çıkan dış bağlantılar ise Ziya-ul Hak döneminde Pakistan İstihbaratı'nın (ISI) ülke içinde de güçlenmesine neden olmuştur. ISI'nin güçlenmesinin asıl etkileri ise Ziya-ul Hak dönemi sonrasında görülmüştür.
Benazir Butto ve Navaz Şerif dönemi (1988-1999)
Ziya-ul Hak'ın ani ölümü üzerine cumhurbaşkanlığına kuzeydeki Peştu bölgelerinden Bannu kökenli Gulam İshak Han (1915-2006) getirildi.
1993'e değin cumhurbaşkanlığında bulunacak olan Gulam İshak Han 16 Kasım 1988'de ülkenin serbest seçimlere gideceğini açıkladı.
Gulam İshak Han görevindeyken güncel politikadan çok Ziya-ul Hak döneminde geliştirilen nükleer programın tamamlanmasına odaklandı.
16 Kasım 1988 seçimlerinde Zülfikar Ali Butto'nun kızı Benazir Butto liderliğindeki Pakistan Halk Partisi yüzde 37,6 oy oranıyla 93 milletvekili kazanırken Pencaplı siyasetçi Navaz Şerif liderliğindeki İslami Cumhuriyetçi Birliği yüzde 29,5 oyla 48 milletvekili kazandı.
Benazir Butto ülkenin yeni ve ilk kadın başbakanı oldu.
Zülfikar Ali Butto'nun kızı olan Benazir Butto (1953-2007) Ziya-ul Hak döneminde siyasi muhalefeti nedeniyle önce hapis yatmış, tahliye edilmesinin ardından da Ziya-ul Hak'a karşı daha kolay muhalefet edebilmek amacıyla 1984'te İngiltere'ye yerleşmişti.
Benazir Butto İngiltere'de bulunurken dönemin İngiliz başbakanı Margaret Thatcher'in neo-liberal ekonomi politikasından etkilenerek Pakistan Halk Partisi'nin sosyalist ekonomi politikalarını revize etti. Bu kararı parti içerisinde tepkiyle karşılansa da bu anlaşmazlıkta kazanan taraf Benazir Butto oldu.
Ziya-ul Hak'ın ölümünün ardından Pakistan'a dönen Butto partisinin başında seçime girdi ve seçimi kazanarak yeni başbakan oldu.
1988-1990 yıllarında Benazir Butto hükümeti parti içi anlaşmazlıklar, güçlü muhalefet ve yolsuzluk skandallarıyla kısa zamanda yıprandı.
Pakistan Halk Partisi'nde yaşanan milletvekili istifalarıyla hükümet düşme tehlikesi yaşayınca 24 Ekim 1990'da meclis seçimine gidildi.
Seçimlerin kazananı bu kez Navaz Şerif oldu. Pencaplı Navaz Şerif (1949-) Ziya-ul Hak döneminde kendisiyle arası iyi olan bir hukukçuydu.
Navaz Şerif döneminde de Ziya-ul Hak'ın "İslamileştirme" siyaseti devam etti. Bir yandan da nükleer programın geliştirilmesi, sanayileşme ve özelleştirme projeleri yürütüldü.
Fakat 1992'de başlayan bankacılık krizi ve Gulam İshak Han ile Navaz Şerif'in arasının bozulması Şerif'in 1993'te istifasıyla sonuçlandı.
6 Ekim 1993'te yapılan seçimlerde yeniden Pakistan Halk Partisi ve lideri Benazir Butto yeniden iktidara geldi.
Butto'nun ikinci dönemi de politik istikrarsızlık, yolsuzluk suçlamaları ve parti içi mücadelelerle geçti. Partisinde çıkan ayaklanma karşısında Butto başbakanlığı partisinden bir isim olan Muinuddin Ahmed Kureşi'ye bıraktı.
17 Şubat 1997'de gerçekleştirilen meclis seçimlerinde ise beklenildiği gibi Pakistan Halk Partisi ağır bir hezimete uğrarken Navaz Şerif tek başına iktidara geldi.
"Nükleer silaha sahip ilk Müslüman ülke"
Navaz Şerif'in ikinci döneminin en önemli gelişmesi 1998'de Pakistan'ın ilk nükleer silah denemesinde bulunması ve nükleer silaha sahip ülkelerin arasında yerini almasıydı. Böylece Pakistan nükleer silahlara sahip ilk Müslüman ülke de oldu.
Bu denemenin de etkisiyle Keşmir'deki hatta Mayıs-Temmuz 1999'da Hindistan ve Pakistan arasında 'Kargil Savaşı' olarak bilinen kanlı sınır çatışmaları yaşandı.
1998'de ortaya çıkan Asya Ekonomik Krizi'nin Pakistan'a olumsuz etkisi, Kargil Savaşı'nda istenilen başarının gösterilememesi Navaz Şerif'in de yıpranmasına yol açtı.
12 Ekim 1999'da Pakistan Genelkurmay Başkanı Pervez Müşerref öncülüğünde gerçekleşen darbeyle ülkede yeniden askeri yönetim başladı.
1988-1999 dönemi Pakistan'ın seri olarak serbest seçimleri gerçekleştirdiği ama siyasi istikrarsızlığın tavan yaptığı bir dönem oldu. Yaşanan güç boşluğu alttan alta ISI'nin (Pakistan İstihbaratı) yönetimi ele geçirmesiyle sonuçlandı.
12 Ekim 1999 Darbesi de daha sonra yapılan değerlendirmelerde ISI'nin Müşerref'i kullanarak ülkedeki idareyi iyice ele alma hamlesi olarak değerlendirildi.
Pervez Müşerref dönemi (1999-2008) ABD'nin Afganistan'ı işgali ve kuzeyde savaş
Hindistan'ın bugünkü başkenti Delhi doğumlu olan Pervez Müşerref (1943-) Hindistan'ın parçalanmasıyla beraber 1947'de Pakistan'a göç edenlerdendi.
Babası Pakistan Dışişleri Bakanlığı'nın Türkiye görevlisi olduğundan çocukluğunu Ankara'da geçirmiş ve Türkçe öğrenmişti.
Pakistan'a döndükten sonra asker olan Müşerref 1998'de genelkurmay başkanı olmuş, ertesi sene de darbeyle iktidara gelmişti. Devrik başbakan Navaz Şerif ev hapsine alınıp yargılandıysa da kendisiyle yapılan anlaşmayla 2000 yılında Suudi Arabistan'a yerleşmesine izin verildi.
Haziran 2001'de resmen cumhurbaşkanı olan Müşerref dönemine 11 Eylül 2001 saldırılarının ardından ABD'nin Afganistan'ı işgal etmesinin Pakistan'a etkileri damga vurdu.
Taliban'a karşı ABD ile işbirliği
Taliban yönetimini Afganistan'ın meşru yönetimi olarak tanıyan 3 ülkeden biri olan ve BM'nin Afganistan'a ambargo kararına rağmen Afganistan sınırlarını açık tutan Pakistan bu yeni dönemde ABD tarafından Taliban'a karşı işbirliğine zorlandı.
Bu dönemde ABD'nin Müşerref, ISI yöneticileri ve diğer Pakistanlı politikacılara Afganistan konusunda işbirliği için bol miktarda rüşvet verdiği iddia edilmektedir. Pakistan, Afganistan işgali boyunca ABD'ye hava ve kara sahasını açarak tam bir işbirliği gerçekleştirmiştir.
Pakistan'ın kuzeybatısınca uzanan özerk ve aşiretlerce yönetilen Afganistan'a komşu dağlık bölgeye ABD'nin Afganistan'ı işgalinin ardından geçiş yapan Taliban ve El Kaide varlığı 2001-2002 kışında Pakistan'ı doğrudan savaşın içine çekti.
ABD, yakalanan Taliban ve El Kaide mensupları başına Pakistan'a para ödeyeceğini bildirince Pakistan yönetiminin baskısı ve yönlendirmesiyle bu bölgelerde insan avına başlandı.
Taliban'a savaş açmakta zorlanan Pakistan, Taliban rejiminin devrilmesiyle Kabil'de iktidara gelen Kuzey İttifakı'nı Hindistan ve İran ile iyi ilişkileri nedeniyle yönetimde istemediğinden ilerleyen dönemde Afganistan Savaşı'nda ikircikli bir tavır benimsedi.
Pakistan yönetimi ve özellikle de ISI, Taliban'a karşı savaşı bir yandan ABD'nin taleplerine cevap verme ve ABD'den gelir elde etme kapısı olarak görürken bir taraftan da yeni Afganistan yönetiminin ülkeye tamamen hakim olamaması için zaman zaman Taliban'ın Afganistan'da üslenmesine göz yumdu.
Pervez Müşerref iddialara göre ISI'ın da yönlendirmesiyle daha önceki darbe liderlerinin serbest seçimlere gitmemesinin tepki doğurduğu tecrübesiyle 10 Ekim 2002'de ülkeyi meclis seçimlerine götürdü.
Düşük katılımla geçen bu seçimde ortaya çıkan parçalı meclis tablosu Müşerref'in daha serbest hareket etmesini sağladı.
Aşiretler bölgesi sorunu
Aşiretler bölgesindeki Peştularla yönetim arasındaki gerginlik Mart 2004'te aleni bir savaşa dönüştü.
Pakistan Talibanı'nın ortaya çıktığı, El Kaide'nin de dahil olduğu bu iç savaş o tarihten bu yana on binlerce ölüme neden oldu.
ABD'nin Pakistan'ı desteklediği bu savaş iddialara göre Pakistan yöneticilerini ABD'den aldıkları rüşvetlerle zengin ederken Pakistan ekonomisine darbe vurdu. 2010'lu yılların ikinci yarısında bu savaşın şiddeti azaldı.
8 Ekim 2005'te 7.6 şiddetinde meydana gelen Keşmir depremi, Keşmir ve Kuzey Pakistan'da yaklaşık 87 bin kişinin ölümüne ve 2,8 milyon kişinin evsiz kalmasına neden olarak Pakistan'a ağır bir darbe vurdu.
Kuzeyde süren çatışmalar, düşen ekonomik büyüme oranları, yolsuzluk skandalları ve Keşmir depremi Müşerref'e karşı tepkinin artmasına neden oldu.
2007'de 1999'da darbeyle devrilen sürgündeki eski başbakan Navaz Şerif ülkeye geri dönme niyetinde olduğunu açıklayıp zımnen Müşerref'e meydan okudu.
2007'de Müşerref 2008'de gerçekleştirilecek olan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olmayacağını açıklamak zorunda kaldı ve bürokrasiyle görevinden ayrıldığında yargılanmamasına dair pazarlığa girdiği gözlemlendi.
Bu ortamda ülkeye yeniden aktif siyaset yapmak üzere dönen Benazir Butto Ekim 2007'de, Navaz Şerif Kasım 2007'de Pakistan'da döndüler. Fakat Aralık 2007'de Butto uğradığı bir suikast sonucu öldü.
Pakistan'da 18 Şubat 2008'de meclis, 6 Eylül 2008'de ise cumhurbaşkanlığı seçimleri gerçekleştirildi. Butto'nun öldürülmesinin etkisiyle meclis seçimlerini Butto'nun Pakistan Halk Partisi, cumhurbaşkanlığını ise bu partiye liderlik eden Butto'nun eşi Asıf Ali Zerdari (1955-) kazandı. Müşerref yargılanma korkusuyla İngiltere'ye yerleşti.
2008'den günümüze Pakistan
2008-2013 dönemi Pakistan'da Afganistan savaşının yansımaları, her zaman olduğu gibi yolsuzluk skandalları ve politikacıların yıpranmasıyla geçti. Bu dönemde gelecek döneme hazırlık olarak güç odağı yeniden cumhurbaşkanlığından başbakanlığa kaydırıldı.
Bu dönemim ilginç olaylarından biri de 2 Mayıs 2011'de El Kaide lideri Usame bin Ladin'in Pakistan topraklarında ABD'nin düzenlediği operasyonda hayatını kaybetmesiydi.
Bu gelişme aynı zamanda Usame bin Ladin'in Pakistan'da yaşadığını ortaya çıkardı.
2013 seçimlerini eski başbakan Navaz Şerif'in liderlik ettiği Pakistan Müslüman Ligi kazandı. Navaz Şerif 2017 sonuna kadar sürecek olan bu başbakanlığında ekonomik gelişim politikalarına ve Çin ile ilişkilerin geliştirilmesine önem verdi. Fakat Navaz Şerif de iktidarında Pakistan'da alışıla gelen şekilde yolsuzluk iddialarıyla yıpranarak 2017 sonunda görevini geçici bir hükümete devretti.
2018 seçimlerini eski ünlü kriket oyuncusu ve İngiltere'deki Bradford Üniversitesi'nin rektörü Peştu kökenli İmran Han'ın (1952-) liderlik ettiği Tahrik-i İnsaf kazandı.
Oldukça çalkantılı süreçler sonrasında İmran Han'ın başbakanlığı da 2022 yılının Nisan ayında mecliste yapılan oylamayla sona erdirildi. İmran Han bunun ABD destekli bir komplo olduğunu savunurken, ülkenin yeni başbakanı, Navaz Şerif'in kardeşi Şahbaz Şerif oldu.
Pakistan'da henüz hiçbir başbakan, normal görev süresini tamamlayabilmiş değil. Ülkede siyasi kriz de halen devam ediyor.
Pakistan'ın güncel dinamikleri
Pakistan 227 milyona ulaşan ve halen hızla artmaya devam eden nüfusuyla dünyanın nüfusça en büyük 5. ülkesi haline gelmiş bulunmaktadır. Yüksek nüfusun Pakistan'a sağladığı avantajların yanı sıra dezavantajları da bulunmaktadır.
Daha önceleri Hindistan'daki refah düzeyi ve kişi başına düşen gelir Pakistan'ın gerisindeyken Hindistan'ın yüksek büyüme oranlarıyla Pakistan'ın önüne geçtiği gözlemlenmektedir. 2021 itibariyle Hindistan'da kişi başına düşen gelir 2.191 dolarken Pakistan'da bu rakam yalnızca 1.543 dolardır. Geçmişte Pakistan'dan oldukça fakir bir ülke olan Bangladeş'te ise bu bu rakam 2021'de 2.554 dolara yükselmiştir.
Pakistan'ın ekonomik olarak bu geri kalmışlığında kuzeyindeki savaşın, istikrarsızlığın, yolsuzlukların, ülkenin potansiyellerinin değerlendirilememesinin büyük payı bulunmaktadır.
Son dönemde Çin ile işbirliğini artırdığı gözlemlenen Pakistan'daki siyasi istikrarsızlığın ISI'nin Pakistan'ı yönetmedeki payını artırmaya hizmet ettiği gözlemlenmektedir.
Kaynak: Mepa News Akademi