Halep geçtiğimiz aylarda kuşatma altındayken Amerikalı bir gazeteci olan Bilal Abdul Kerim, şehrin içindeyken çekilen videoda şunları söylemişti; “ Sakın ama sakın şu anda Halep’te olanları size 'teröristlere ve teröre karşı savaşıyoruz' diye aktaranlara inanmayınız.” Bilal Abdul Kerim’in kuşatma altında yaptığı konuşma Londra’da sayısı 1000’i aşan ve Halep’te yaşananları protesto eden kalabalık tarafından canlı olarak izlenildi.
Konuşma, birçokları tarafından endişe verici bir durum olarak nitelendirilen, soykırımın 'teröre karşı savaş' bayrağı altında haklı olarak görülmesi meselesinin altını çizdi. Çıkarılan geniş kapsamlı terör yasaları ile tüm dünyada hükümetler kendi halkına karşı “Terörizmle savaş” mottosu altında silahlanmak için kendilerine birer açık çek verdiler.
Myanmar’da başlayan olaylarda ülke hükümeti, Rohingya’da sivillere karşı yürüttüğü alçak operasyonlar konusunda uluslararası destek kazanabilmek adına “Teröre Karşı Savaş” bahanesinden istifade etmeye çalıştı. Rohingya halkına vatandaşlık verilmedi, evlerinden sökülüp atıldılar, bunların yanı sıra hükümet kontrolündeki Budist-Milliyetçi güvenlik güçleri tarafından tecavüzlere uğradılar, işkenceye maruz bırakıldılar ve katledildiler, yaşanan olaylar İnsan Hakları Gözetleme Kurumu tarafından “etnik temizlik” olarak ilan edildi.
Burmalı lider ve geçmişte Nobel Barış Ödülü almış olan Aung San Suu Kyi, Rohingya halkının çektiği acılara ve maruz kaldığı zulme, bilinçli bir şekilde susmayı tercih ederek ortak oldu. Hatta Suu Kyi yaşanan etnik temizliği verdiği röportajda sulandırmaya dahi çalıştı ve röportajı yürüten BBC’den Mishal Husain’e “Kimse bana röportajı bir Müslümanla yapacağımı söylemedi” dedi.
Rohingya’nın çektiği acılar modern siyasi durumu aşan bir konu halini aldı. Dünyanın gözünde prestijlerini korumak adına Teröre Karşı Savaş manifestosunu harfiyen uygulayan Myanmar hükümeti, Rohingya’ya karşı olan barbarlığını böylece devam ettirmeye fırsat buldu.
ABD’nin Myanmar hükümeti ve ordusu ile ilişkileri
Bu yılın Mayıs ayında ABD’li yetkililer Myanmar hükümeti ile ortak çalışma alanlarımızı içine anti-terör konusunu da alacak genişletmek adına ülkenin silahlı kuvvetleriyle olan işbirliğinin geliştirileceğini açıklamıştı. Ancak Devlet Başkanı Yardımcısı Patrick Murphy’ye Rohingya konusunda sorular sorulduğunda, kendisi durumun “sorunlu” olduğunu söyledi ve sözlerine “yeni kurulmuş bir hükümetten böyle bir talepte bulunulması ağır kaçmaktadır” diye özür dileyen bir dil kullandı ve çözüm bekleyen felaket seviyesindeki insani bir krizi önemsememeyi tercih etti.
Geçtiğimiz dönemde gözlerden kaçan bir e-mailde Obama yönetimi Myanamar’a uygulanan yaptırımların kaldırılmasına karar verdiklerini, bunun nedenini de insanı hayrete düşüren bir biçimde oradaki hükümetin “insan haklarını iyileştirme konusunda çok büyük ilerleme kaydetmesi” olarak açıkladı.
Tipik bir Batılı duruş örneği
Halen devam etmekte olan soykırım hakkında ABD’nin takındığı tutumunun, açık bir şekilde İslam karşıtı olan Donald Trump hükümeti döneminde değişmesi pek mümkün görünmüyor. Hatta aksine, zulüm altındaki bir azınlığa karşı kullandıkları kurumsal ırkçılık ve devlet destekli nefret politikalarına devam ederken daha da fazla destek görecek. Rohingya’nın içinde bulunduğu ciddi durumu gündeme getirmeye çalışanlar ise “aşırıcı” ve “terörist sempatizanı” olarak damgalanmaya çalışılacak.
Myanmar ve Halep örneklerinde olduğu gibi 'terör karşıtlığı' adına işlenen cinayetler, Batılı ulusların korumasında ve Teröre Karşı Savaş bayrağı altında yapılan istismarlar önümüzde çok tehlikeli örnekler bıraktı. Aynı zamanda dünya üzerinde aslında sadece kınanmaya layık bazı rejimlerin de herhangi bir ceza kesilmeden soykırım suçu işlemesinin de yolu açıldı.
Bu makale, “Teröre Karşı Savaş” tarafından etkilenen toplumların sesini duyurmak ve onlara yardımcı olmak için 2003 yılında bir İnsan Hakları Organizasyonu olarak kurulan ve bünyesinde Muazzam Begg, Adnan Siddiqui gibi ünlü aktivistleri bulunduran CAGE tarafından hazırlanmıştır. Mepa News okurları için tercüme edilmiştir.