İsrail ve müttefikleri 7 Ekim'den bu yana Gazze'deki savaşı "terörle savaş" çerçevesine oturtmaya çalışıyor ve Hamas'ı aktif bir şekilde IŞİD'le karşılaştırıyor. Filistinlileri içgüdüsel olarak Müslümanlarla bir tutan pek çok kişi gerçekten de bu yanlış anlatıya kandı.
Ancak İsrail'in Gazze'ye karşı yürüttüğü acımasız savaş, iddia ettiği gibi "sadece teröristleri" hedef almadı. Bunun yerine, Filistinli Müslümanların yanı sıra Filistinli Hıristiyanları da hukukçuların soykırım olarak kabul ettiği bir şekilde katletti.
Gazze'deki Hıristiyan toplumu şu ana kadar en az 21 üyesini kaybetti. Bu küçük bir sayı gibi görünebilir, ancak savaştan önce sadece 1.000 kişi oldukları düşünüldüğünde, bu katliamlar neredeyse 2.000 yıldır ilk kez Gazze Şeridi'ndeki Hıristiyan varlığını ortadan kaldırma tehdidinde bulunuyor. Oransal olarak bakıldığında, Filistinli Hıristiyanların ölüm oranı Gazze'deki tüm Filistinli nüfusun iki katıdır.
Buna rağmen, Batı'da Hıristiyanların çoğunlukta olduğu ülkelerin liderleri Filistinli Hıristiyanların içinde bulunduğu kötü durum karşısında şok edici bir sessizlik içinde kaldılar. Dindar bir Katolik olan Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Joe Biden, Gazze'de İsrail ordusu tarafından da hedef alınan Katolikleri korumak için hiçbir şey söylemedi ve yapmadı.
Bu durum, on yıllardır kutsal topraklardaki Hıristiyan varlığını tehdit eden ırkçı İsrail devletine Batılı Hıristiyanların verdiği sarsılmaz destekle aynı doğrultudadır.
Hedef alınan Hıristiyanların tarihi
İsrail'in Filistinli Hıristiyanlara yönelik saldırısı Hamas'ın ortaya çıkmasından çok daha önce başladı. Yahudi milislerin Filistin köy ve kasabalarına saldırdığı 1948 Nekbe'si sırasında Filistinli Hıristiyanlar da tıpkı Filistinli Müslümanlar gibi hedef alındı.
Hıristiyan Filistinliler Lydda'dan (İsraillilerin bugün Lod dediği yer) zorla çıkarıldı. Birçoğu, acımasız Yahudi militanlardan kaçmaya çalışırken onlarca kilometre yürüyerek Ramallah'a sığınmak zorunda kaldı.
Filistinliler Kudüs ve diğer bölgelerde de inançlarına bakılmaksızın sürüldüler. Kendi ailemin üyeleri -babam, amcam ve büyükannem- hayatlarını kurtarmak için kaçmak zorunda kaldı. Musrara mahallesinde yaşayan teyzem ve ailesi Notre Dame Katolik Şapeli'nin yanına sığındı, orada güvende olacaklarını düşünüyorlardı ama bir Yahudi keskin nişancı kocasını vurup öldürdü ve yedi küçük çocuğuyla dul kaldı.
Terör ve mülksüzleştirme İsrail devleti kurulduktan sonra da durmadı. Örneğin, Arap-İsrail Savaşı'nın sonunda İsrail'in kuzeyinde kalan ve çoğunluğu Filistinli Hıristiyanlardan oluşan iki köy olan İkrit ve Biram'ın sakinleri Kasım 1948'de zorla göç ettirildi. Onlara "iki hafta içinde" geri dönebilecekleri söylendi, ancak İsrail devleti buna asla izin vermedi.
Sonraki on yıllarda, İsrail'in hak iddia ettiği topraklarda kalan Filistinli Hıristiyanlar, Filistinli Müslümanlarla aynı apartheid rejimiyle karşı karşıya kaldılar. Hayfa merkezli Adalah STK'sı tarafından yapılan araştırmaya göre, kendilerini İsrail'in Yahudi vatandaşlarıyla aynı haklardan mahrum bırakan yaklaşık 65 ırkçı yasaya tabi tutuldular.
Bu yasaların en eskilerinden biri, Yahudilerin İsrail'e gelme, yerleşme ve otomatik olarak vatandaşlık alma hakkını tanıyan 1950 tarihli Geri Dönüş Yasası'ydı. Birleşmiş Milletler'in 194 sayılı kararında Filistinlilerin anavatanlarına dönmelerine izin verilmesi ve evlerini kaybettikleri için tazminat ödenmesi gerektiğine hükmetmesine rağmen, aynı hakkı sürgün edilen yerli Filistinli nüfustan esirgemiştir.
Daha yakın bir zamanda, Knesset 2018 yılında İsrail'i resmen Yahudi halkının ulus devleti olarak ilan eden ve böylece Yahudi üstünlüğünün yasal olarak yinelenmesini daha da sağlamlaştıran Ulus Devlet Yasa Tasarısını onayladı. Bu durum İsrail toplumu içindeki aşırılık yanlısı unsurları daha da cesaretlendirdi ve Filistin karşıtı şiddeti daha da teşvik etti.
Yahudi aşırılık yanlılarının Filistinli Hıristiyanları taciz ettiği, korkuttuğu, üzerlerine tükürdüğü ve ayinlerine saldırdığı olaylar arttı. Kiliseler ve mezarlıklar da dahil olmak üzere Hıristiyan mülkleri hedef alındı.
Hamas'ın 7 Ekim'de İsrail'in güneyinde düzenlediği saldırılardan sadece birkaç gün önce, bir grup Yahudi erkek ve çocuk haç taşıyan bir Hıristiyan kafilesini taciz etti ve üzerlerine acımasızca tükürdü. Olayın videosu viral oldu ve uluslararası öfkeye neden oldu, ancak Batılı liderler arasında böyle bir öfkenin olmadığı açıktı. Hıristiyan kilise liderlerinin İsrail'deki Yahudi şiddetine karşı harekete geçilmesi için defalarca yaptıkları çağrılar yıllarca kulak ardı edildi.
Batı'nın Filistinli Hristiyanların durumuna karşı sessizliği
17 Ekim'de Gazze'ye yönelik acımasız savaşını başlattıktan sadece birkaç gün sonra İsrail, Gazze'de Hıristiyanlar tarafından işletilen Ahli Arap Hastanesi'nin avlusunu bombaladı ve saldırılardan kaçarak buraya sığınan yüzlerce kişiyi katletti. İsrail propaganda makinesi bu saldırıdan Filistin İslami Cihad örgütünü sorumlu tutmaya çalıştı, ancak daha sonra yapılan soruşturmalar üretilen "kanıtların" uydurma olduğunu ortaya koydu.
İki gün sonra İsrail ordusu, dünyanın en eski üçüncü kilisesi olan Aziz Porphyrius Kilisesi'ni bombalayarak en az 18 kişinin ölümüne neden oldu.
Kiliseyi yöneten Kudüs Ortodoks Patrikhanesi, o sırada içeride bulunanların çoğunun kadın ve çocuk olduğunu söyledi. Patrikhaneden yapılan açıklamada, "Masum vatandaşları korumak için sağladıkları sığınakların yanı sıra kiliseleri ve kurumlarını hedef almak ... göz ardı edilemeyecek bir savaş suçu teşkil etmektedir" denildi.
Ancak Filistinli Hıristiyanların hedef alınması devam etti. 16 Aralık'ta Gazze Şehrindeki Kutsal Aile Katolik kilisesine sığınan iki Filistinli kadın bir İsrailli keskin nişancı tarafından vurularak öldürüldü. Kudüs Latin Patrikhanesi iki kadının "soğukkanlılıkla vurulduğunu" söylerken Papa Francis de haftalık Pazar vaazında cinayeti kınadı.
Aynı kilisede akrabaları mahsur kalan İngiliz milletvekili Layla Moran, İsrail ordusunun güneş panellerini, su depolarını ve jeneratörleri hedef almanın yanı sıra kiliseye karşı beyaz fosfor kullandığına tanık olduklarını ve bunun kiliseye sığınanlar için hayatı inanılmaz derecede zorlaştırdığını söyledi.
Savaşın son 80 gününde Hıristiyan Filistinliler, kendilerinin ve tüm Filistinlilerin içinde bulunduğu kötü durumu dikkate alması ve soykırımı durdurmak için harekete geçmesi için dünyaya çağrıda bulunmaktan geri durmadı.
Filistinli Katolik bir anne, Biden'a bir çağrıda bulunarak politikalarını ahlaki inançlarına dayandırmasını istedi. "Bizler daha aşağı bir Tanrı'nın çocukları değiliz Sayın Başkan, bizler sevgi barış ve adalet mesajının başladığı kutsal toprakların Filistinli Hıristiyanlarıyız ve sizi bu soykırımı durdurmaya çağırıyoruz."
Filistinli Hıristiyan toplumunun liderleri ayrıca Batılı kilise liderlerine ve ilahiyatçılara açık bir mektup göndererek "İsrail'e eleştirisiz destek veren Batılı ilahiyatçılara ve kilise liderlerine meydan okudular ve onları tövbe etmeye ve kendilerini değiştirmeye çağırdılar".
Ne yazık ki bu çağrılar tamamen göz ardı edilmiştir.
Biden ve Hıristiyanların çoğunlukta olduğu Batılı ülkelerin diğer liderleri, hem Müslüman hem de Hıristiyan Filistinlilerin yaşamlarını dikkate değer bir şekilde hiçe saydıklarını gösterdiler. ABD, BM Güvenlik Konseyi'nde defalarca ateşkes kararlarına karşı oy kullandı ve İsrail'e Filistinlileri katletmeyi durdurması için baskı yapma ya da en ufak bir eleştiride bulunma girişimlerini engelledi.
Biden ve yönetimi biz Filistinli Hıristiyanlara gerçekten de daha aşağı bir Tanrı'nın çocukları muamelesi yapmıştır. O ve İsrail'i destekleyen diğer Batılı liderler Filistin halkının soykırımından tamamen sorumludur. Yaptıkları asla unutulmayacaktır.
Bugün Noel'i kutlamıyoruz. İsa Mesih'in doğum yeri olan Beytüllahim'de de kutlama yapılmıyor. Filistinli Hıristiyanlar İsrail soykırımının kurbanlarının yasını tutarken tüm kutlamalar iptal edildi.
Bu karanlık dönemde pek çok kişiye umut veren şey, İsrail vahşetine ve Batı'nın sessizliğine rağmen Müslüman ve Hıristiyan Filistinlilerin birleşik bir cephe olarak durmasıdır. İsrail uzun zamandır bize karşı böl ve yönet taktiğini uyguluyor, ancak son iki buçuk ayda İsrail'in sömürgeci şiddeti ve ırkçılığı karşısında birliğimizin her zamankinden daha güçlü olduğunu gösterdik.
Al Jazeera için kaleme alınan bu görüş yazısı Mepa News okurları için Türkçeleştirilmiştir yazıda yer alan ifadeler Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.