Hugo Rafael Chavez Frias, 28 Temmuz 1954 tarihinde Venezuela'nın Barinas Eyaleti'ne bağlı Sabaneta şehrinde dünyaya geldi. Her ikisi de öğretmen olan babası Hugo de los Reyes Chavez ile annesi Elena Frias de Chavez'in yedi çocuğundan ikincisiydi.
Baba tarafından Kızılderili ve Afrikalı, anne tarafından ise İspanyol kökenlerden gelen Hugo Chavez, ülkesinin ilk melez lideriydi.
Alt-orta sınıfa mensup olan ailesi sürekli ekonomik sıkıntı çektiği için Hugo ve ağabeyi Adan'ı, büyükanneleri Rosa yetiştirdi. Dindar bir Katolik olan büyükannesinin yanında 'yoksul ama çok mutlu' bir çocukluk geçirdiğini anlatan Chavez, ilk ve orta öğrenimi sırasında tarlalarda çalışmak zorunda kaldı. Sınıf ayrışmasının çok keskin ve toplumsal geçişkenliğin düşük olduğu Latin Amerika ülkelerinde, alt ve alt-orta sınıflardan yetenekli gençler için en uygun kariyer imkanını çoğunlukla askeriye sunuyordu. Kendi geleceğini de orduda gören Chavez, 1971'de Askeri Akademi'ye girdi.
Askeri Akademi
1974 yılında askeri öğrenciyken, Peru'nun İspanyol yönetimine karşı verdiği bağımsızlık mücadelesinin dönüm noktası kabul edilen 1824-Ayacucho Savaşı'nın 150. yıl dönümü etkinliklerine katılmak üzere, bir grup askeri öğrenciyle birlikte Peru'ya gitti. İspanya'nın Yeni Dünya'daki sömürge imparatorluğunun yıkılmasında büyük rol oynayan Venezuelalı general ve siyasetçi Simon Bolivar ile onun komutanlarından Antonio Jose de Sucre yönetimindeki kuvvetler, Ayacucho Savaşı ile Peru'nun İspanyol hakimiyetinden kurtulmasını sağlamışlardı. Chavez'in Bolivar'a duyduğu hayranlığın temelleri bu gezide atıldı.
Akademi'den 1975'te asteğmen rütbesiyle mezun olan Chavez'e subay kılıcını, Venezuela topraklarının 1811'de İspanya'dan bağımsızlığını kazanmasının yıl dönümü olan 5 Temmuz'da düzenlenen törende, dönemin Devlet Başkanı Carlos Andres Perez verdi. Perez, Chavez'in yıllar sonra darbe yaparak devirmeye çalışacağı kişiydi.
Hiyerarşi basamaklarını hızla tırmanan ve 1990'da yarbaylığa yükselen Chavez, askeriyenin değişik kademelerinde hizmet verdi. Ordudaki görevi sırasında entelektüel çalışmalarını da sürdürdü. Marksist literatürü ve Bolivar'ın yanı sıra Kuzey, Orta ve Güney Amerika topraklarında dünyaya gelmiş diğer İspanyol kökenli (crillo), sivil ve asker öncülerin (caudillo) hareket tarzları ve görüşlerini inceledi. Halkın çıkarlarını egemen sınıflara karşı korumak için devrimci bir ordunun yönetime müdahale edebileceği görüşünü benimseyen Chavez, ilerleyen yıllarda Venezuela ordusunun mevcut sistemi desteklemesinden rahatsız olmaya başladı. Fakat sosyalist devrime yardımcı olabileceği düşüncesiyle kurumdan ayrılmadı.
Başarısız devrim/darbe girişimi
1982 yılında, subay arkadaşları Jesus Urdaneta Hernandez ve Felipe Acosta Carles ile beraber, Bolivarcı Devrimci Hareket-200 (Movimento Bolivariano Revolucionario-200) adında bir örgütlenme içine girdi. '200' sayısı, Temmuz 1783'te dünyaya gelen Bolivar'ın 200. doğum yılı nedeniyle 1983 boyunca süren kutlamalara dikkat çekmek amacıyla örgütün adına eklendi. Urdaneta, Chavez hükümetinde önemli bir görev üstlenecek kadar yaşarken, Acosta 1989'daki halk isyanı sırasında öldürüldü.
Bolivarcı Devrimci Hareket, başlangıçta bir siyasi araştırma çevresi görünümündeydi. Chavez ve arkadaşları, Bolivar'ın özgür, bağımsız ve birlik halinde bir Latin Amerika ideali ile sosyalizmin eşitlik, dayanışma gibi ilkelerini temel alan bir siyasi program formüle etmeye çalışıyorlardı. Bolivar dışında, Venezuelalı General Ezequiel Zamora ile Bolivar'ın hocası olarak tanınan felsefeci Simon Rodriguez'in fikirleri de ekibin yararlandıkları kaynaklar arasındaydı. Kendileri gibi genç ve ülkenin durumundan rahatsız subayları etraflarında toplayan üçlü, iktidarı devirmeyi hedefleyen bir askeri darbe tasarlamaya yöneldi.
27 Şubat 1989 günü, Karakas'ın kenar mahallelerinde yaşayan yoksulların şehrin ticaret merkezini işgal edip zengin mahallelerini yağmalamaları, Bolivarcı Devrimci Hareket için kırılma noktası teşkil etti. Kısa sürede güçlü bir ayaklanma (caracazo) halini alan olayları, 1970'lerde başkanlık yapan ve Şubat 1989'da tekrar göreve gelen Perez'in ilan ettiği neo-liberal ekonomik paketin enflasyonu yükseltmesi tetiklemişti. Caracazo, kendi lehlerine çevirebilecekleri bir halk ayaklanması çıkma olasılığı üzerinde tartışan Chavez ve arkadaşlarını, darbe planlarını hızlandırmaya sevk etti.
Bolivarcı subayların bir kısmı, ayaklanmanın bastırılmasıyla görevlendirilmişti. Bu subaylardan biri olan Acosta, açıklanamayan bir olayda vurularak öldürüldü. Acosta'nın ölümü faili meçhul kalırken, Chavez hasta olduğu için isyan haftasını evinde geçirdi.
Caracazo sonrası faaliyetlerini yoğunlaştıran Chavez ve ekibi, 4 Şubat 1992 tarihinde, Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) neo-liberal politikalarını uygulama gerekçesiyle Perez yönetimini devirmeye kalkıştı. Plan başarıya ulaşmadı; o sırada 46 yaşında olan Yarbay Chavez ve arkadaşları tutuklanıp uzun bir hapis cezasına çarptırıldılar. Chavez'in akamete uğrayan darbe girişimi esnasında birkaç dakikalığına da olsa televizyondan halka seslenmesi, onu bir anda ülkenin potansiyel kurtarıcısına dönüştürdü.
Kongre'nin Başkan Perez’i 1993'te yolsuzluk nedeniyle azletmesi sonrası, eski başkanlardan sol eğilimli Rafael Caldera yeniden seçildi. Caldera'nın darbe girişiminde bulunan sosyalist subayları affetmesiyle Chavez, Mart 1994'te cezaevinden çıktı.
Serbest kalmasının ardından aktif siyasete atılmaya karar veren Chavez, ülkenin dört bir yanını dolaşarak 'Bolivarcı' hareketini Venezuela halkıyla paylaşma stratejisini benimsedi. Aynı zamanda Arjantin, Uruguay, Şili, Kolombiya ve Küba gibi bölge ülkelerini ziyaret ederek Latin Amerika halkları arasında dayanışma ve işbirliğine dair planlarından bahsetti. Küba'da dönemin Devlet Başkanı Fidel Castro ile buluşan Chavez, iktidara geldikten sonra sık sık biraraya geleceği Castro için ileride 'babam gibi' ifadesini kullanacaktı.
Liderliği ve 'Plan Bolivar'
Chavez ve taraftarları (Chavistas) Temmuz 1997'de, Beşinci Cumhuriyet Hareketi (MVR-Movimiento Quinta Republica) isimli partiyi kurarak resmen siyaset sahnesine çıktılar. Aralık 1998'deki devlet başkanlığı seçimlerini, oyların yüzde 56'sını alan Hugo Chavez kazandı.
2 Şubat 1999'da Karakas'ta düzenlenen, Latin Amerikalı bazı liderlerin de katıldığı bir törende yemin ederek devlet başkanlığı kemerini kuşanan Chavez, hemen icraata girişti.
Hükümetinin hedeflerini, anayasanın yeniden yazılması ve sistemin 'Plan Bolivar 2000' şeklinde adlandırdığı program doğrultusunda yeniden yapılandırılmasına silahlı kuvvetlerin dahil edilmesi başlıkları altında topladı. Bu hedeflerini hayata geçirirken halk desteğini konsolide etmek isteyen Chavez, ardı ardına seçimlere gitti.
Nisan 1999'daki referandumda, Chavez'in desteklediği 'Kurucu Meclis' toplanması fikri kabul edildi. Temmuz 1999'da Kurucu Meclis seçimleri yapıldı; seçimlere bağımsız olarak katılan Chavez yanlıları, oyların yüzde 95'ini alarak 131 sandalyenin 125'ini elde etti. Kurucu Meclis'in hazırladığı anayasa, Aralık 1999'da halk onayına sunuldu; yüzde 72 oyla kabul edildi.
Yeni anayasa, görev süresini beş yıldan altı yıla çıkardığı devlet başkanının konumunu, vatandaşlık hakları ile ekonomik ve mali konularda kanun çıkarma yetkisi vermek suretiyle tahkim etti. Ayrıca devlet başkanına ard arda iki dönem görev yapma hakkı tanındı. Halka her konuda referanduma çağırma hakkı getirildi. Senato ve Temsilciler Meclisi'nden oluşan iki kanatlı yasama organı Kongre, tek kanatlı Millet Meclisi'ne dönüştürüldü.
Ülkenin resmi adı olan Venezuela Cumhuriyeti, Chavez'in arzusuyla Bolivarcı Venezuela Cumhuriyeti haline geldi. Bu değişiklikle Chavez, hükümetinin ideolojisi kabul ettiği Bolivarcılığı ve Simon Bolivar'ın Venezuela ulusu üzerindeki etkisini tüm dünyaya yansıtma amacına ulaştı.
Yeni anayasanın hükümleri uyarınca, başkan dahil ülkede seçimle göreve gelen her yetkilinin meşruiyetinin yenileneceği 'mega seçimler' Temmuz 2000'de düzenlendi. Chavez, oyların yüzde 59'unu alarak yeniden başkan seçildi.
Chavez taraftarları Millet Meclisi'ndeki 165 sandalyenin 101'ini kazandı. Millet Meclisi'ndeki Chavistas ağırlığı, ülkenin petrol ve doğalgaz kaynaklarının işletilmesini devlet şirketi PDVSA (Petroleos de Venezuela, S.A.) bünyesinde kontrol etmek isteyen Chavez'in elini epey güçlendirdi.
'48 saatlik darbe', grevler ve referandum
ABD'nin 11 Eylül 2001'de uğradığı saldırılardan sonra başlattığı terörizmle savaşın Afganistan’dan sonraki hedefi olan Irak üzerine odaklandığı 2002 ilkbaharı, Chavez'in dünya çapında tanınmasını sağlayan bir olaya sahne oldu. 11 Nisan 2002’de Karakas'ta başlayan hükümet karşıtı gösterilerde, Chavez taraftarları ile karşıtları arasında çatışma çıkmıştı. Bu karmaşayı fırsat bilen bir grup Chavez karşıtı general, medya patronları ile iş dünyasının önemli bir kısmının desteğini alarak Chavez'i devirmeye çalıştı.
Chavez, başkanlık ofisi Miraflores Sarayı’ndan alınarak Fort Tuina askeri üssüne götürüldü. Darbeci generaller, 12 Nisan’da Chavez’in istifa ettiğini ve devlet başkanlığı görevine işadamı Pedro Carmona’nın getirildiğini ilan ettiler. Chavez görevi bırakmaya razı olduysa da resmen istifa etmeyi reddetti.
ABD, kendisi gibi bir OAS (Amerikan Devletleri Örgütü) üyesi olan Venezuela’daki yeni yönetimi hemen tanıdı. Ancak Chavez’e bağlı askerler ile halkın işbirliği sonunda devrik lider, bir karşı darbe ile 14 Nisan 2002’de Karakas’a geri döndü ve yeniden ülkesinin başına geçti. Sadece 48 saat süren darbenin, halk-asker işbirliğiyle bertaraf edilmesinin ardından Chavez, sadece Latin Amerika’nın değil tüm dünyanın en popüler liderlerinden biri haline geldi.
Darbeyi atlatan Chavez'e yönelik girişimlerin arkası kesilmedi. OPEC üyesi ve dünyanın en çok petrol üreten beşinci ülkesi olan 29 milyon nüfuslu Venezuela’da ekonomi, kesintisiz petrol ihracatına dayanıyor. Bu sektördeki üretimin aksaması, tüm ülkeyi derinden etkilediği gibi Venezuela'dan petrol ithal eden ülkelere de doğrudan yansıyor. Dolayısıyla devlet petrol şirketi PDVSA çalışanlarının 2 Aralık 2002'de ülke genelinde greve gitmesi, Chavez tarafından adeta sivil bir darbe girişimi şeklinde algılandı.
Sendikalar, işadamları örgütleri ve refah seviyelerinde bekledikleri değişim hemen gerçekleşmediği için sokağa dökülen bazı yoksul kesimlerin istifa çağrıları, Chavez yönetimini paralize etti. Durumu zor görünen Chavez'in imdadına bu sefer ABD'nin Irak’a savaş açma kararı yetişti.
Toplam petrol ithalatının yüzde 14’ünü Venezuela’dan karşılayan ABD, buradaki petrol üretimindeki düşüşten en çok etkilenen ülkeydi. Irak’a karşı savaşa hazırlandığı bir dönemde, petrol akışında sorun yaşamak istemeyen George W. Bush yönetimi, Venezuela'nın ekonomi elitlerinden grevleri desteklememelerini istedi ve olaylar yatıştı.
Grevlerin ardından petrol gelirlerini, alt sınıflara ücretsiz eğitim ve sağlık hizmetleri ile gıda yardımı için harcamaya başlayan Chavez'in karşılaştığı üçüncü büyük meydan okuma ise başkanlık seçimlerinin iptal edilip edilmemesine dair referandumdu. Ulusal Seçim Konseyi'nin, toplanan imzaların geçerliliğini onaylamasıyla birlikte Ağustos 2004'te referanduma gidildi. Yoksulların tamamının desteğini alan Chavez, halkın yüzde 59'unun seçimlerin iptaline hayır demesi sayesinde görev süresini tamamladı.
Üçüncü başkanlık dönemi
Aralık 2006'daki başkanlık seçimlerinde yüzde 63'ünün oy alan Chavez, koltuğunu korumayı başardı. Seçimlerden sonra kendisini destekleyen bütün sol parti ve platformların, Bolivarcı devrim için tek bir büyük partide toplanacağını ilan etti. Mart 2007'de kurulan Venezuela Birleşik Sosyalist Partisi (Partido Socialista Unido de Venezuela - PSUV) Lideri seçildi.
Üçüncü döneminde bankalardan madenlere kadar birçok sektörde yoğun kamulaştırmalar yapan Chavez, özellikle ABD'li yetkilileri hedef alan sert ifadeleri ve sivri çıkışlarıyla dünya gündeminde kendine sürekli yer buluyordu. Sosyalist dozu gitgide artan politikaları ile üst ve üst-orta sınıfları çok tedirgin eden, medya ve muhalefetin otoriterleşme suçlamalarıyla karşı karşıya kalan Chavez, Aralık 2007 referandumunda ilk seçim yenilgisini aldı. Devlet başkanının görev süresini yedi yıla çıkarıp sınırsız seçilme hakkı getiren anayasa değişikliği önerisine, halkın yüzde 51'i hayır dedi.
Chavez, Şubat 2009'daki referandumda, seçimle gelen tüm devlet görevlilerinin iki dönem ile sınırlandırılan görev süresini kaldıran anayasa değişikliğini halka kabul ettirmeyi başarıp yeniden aday olma hakkı kazandıysa da yönetimine yönelik desteğinin zayıflamasını engelleyemedi. 2008’deki yerel seçimlerde zemin oluşturan muhalefet, aynı yıl patlak veren küresel ekonomik krizin Venezuela’daki yansımaları sayesinde etkisini genişletmeye başladı.
Bütçe kısıtlamasına gitmeye yanaşmayan Chavez, bunun bedelini enflasyonun yüzde 30’lara varmasıyla ödedi. Uzun süreli elektrik kesintilerinin günlük yaşamın bir parçası haline gelmesi, bireysel silahlanmanın yüksekliği ve yoksulluktan kaynaklanan şiddet suçlarındaki büyük artışın doğurduğu güvenlik sorunları, Chavez’in popülaritesini düşürdü.
Eylül 2010'daki genel seçimlerde PSUV, 165 sandalyeli Millet Meclisi'nde 98 milletvekili çıkardı. Ancak Demokratik Birlik Koalisyonu'nda (MUD) toplanan muhalefet, 65 sandalye kazanarak parlamentodaki üçte ikilik Chavistas ağırlığına son verdi. Chavez böylece istediği yasaları çıkarma imkanını kaybetti.
Kanser ve bir kez daha başkanlık
1999'dan itibaren girdiği halk oylamalarının çoğundan zaferle çıkan Chavez, gücü merkezileştirerek bir diktatörlük yaratmak istediği yönünde eleştirildi. Ülkede, birçok defa Chavez karşıtı geniş katılımlı gösteriler düzenlendi. Uluslararası arenada ise neo-liberal politikalara karşı esnemeyen duruşu, İsrail’i eleştiren söylemi, üçüncü dünya ülkelerinin haklarını savunması ve ABD’nin bölge üzerindeki hegemonyasına kafa tutması, ona tüm dünyadaki sol çevreler nezdinde destek kazandırdı.
ABD ve Avrupa ile gerginlik yaşayan İran, Suriye, Belarus ve Kuzey Kore gibi ülkelerle yakın ilişkiler kuran Chavez, Rusya ve Çin ile geliştirdiği bağlantılar üzerinden Batı ile bozulan ilişkilerini dengelemeye çalıştı. Bilhassa İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad ile kurduğu dostluk, ABD ve İsrail tarafından tehdit olarak algılandı.
Haziran 2011’de kanser olduğu açıklanan Venezuela Devlet Başkanı, Küba’da tedavi gördü. Temmuz 2012’de tamamen iyileştiğini duyuran Chavez, 7 Ekim 2012’de düzenlenen başkanlık seçimlerinde, muhalefetin ortak adayı olan Miranda Eyaleti Valisi Henrique Capriles ile yarıştı.
Chavez'in iktidardaki en zorlu sınavı olarak nitelendirilen seçimler, bir kez daha onun zaferiyle neticelendi. Chavez oyların yüzde 54'ünü alırken, rakibi Capriles'in oy oranı yüzde 45'te kaldı. Ülkede kayıtlı 19 milyon seçmenin yüzde 81'inin oy kullandığı ve bunun son yıllarda karşılaşılan en yüksek seçime katılım oranı olduğu ifade edildi.
'Arap Baharı' denilen Orta Doğu'daki siyasi değişim dalgasını 'dış güçlerin oyunu' olarak gören Chavez'in Suriye'deki muhalifleri teröristlikle suçlaması, büyük tepki topladı. Bu tavrı muhalif çevrelerce, onun anti-demokratlığının kanıtı olarak sunuldu.
Seçim zaferi sağlık sorunlarıyla gölgelenen Chavez, hastalığının yeniden nüksetmesi üzerine fiilen görev yapamaz hale geldi. Onun Küba'da tedavi gördüğü esnada, 16 Aralık 2012'de düzenlenen yerel seçimlerin galibi yine PSUV oldu. Ülkede 23 eyaletten 20'sinin yönetimini PSUV adayları kazandı. Chavez'in başkanlık seçimlerindeki rakibi Capriles, Miranda Eyaleti'nde tekrar seçildi.
Ocak 2013'teki yemin töreni ertelenen Chavez, 5 Mart 2013'te kansere karşı verdiği savaşı kaybederek yaşama veda etti.
İki defa evlenip boşanan Venezuela lideri, Rosa Virginia, Maria Gabriela, Hugo Rafael ve Rosines adında dört çocuk babasıydı. Katolik bir Hristiyan olan Chavez, sosyalist politikalarının kökenlerini Hz. İsa'nın öğretilerinde bulduğunu söylüyordu.
14 Nisan 2013 günü yeniden düzenlenen devlet başkanlığı seçimlerinde, Capriles'in karşısına bu sefer Chavez'in ölmeden önce halefi ilan ettiği Nicolas Maduro çıktı. Çok gergin geçen seçimleri kılpayı farkla Maduro kazandı. Eski bir kamyon şöförü olan Maduro, oyların yüzde 50,7'sini alırken; Capriles'in oyları bu defa 49,7'ye yükseldi. Chavezsiz geçen ilk seçimlerde alınan bu sonuçlar, Venezuela'daki kutuplaşmanın bir göstergesi ve El Comandante'nin mirasını korumanın zorlaşmasının göstergesi olarak yorumlanıyor.
Kaynak: Al Jazeera Türkçe