2016 yılı Aralık ayı sonunda Esed rejimine bağlı güçler ve İran tarafından Suriye’ye gönderilen mezhepçi milis örgütler, Rusya’ya ait savaş uçaklarının destek verdiği geniş çaplı operasyonla aylardır kuşatma altında tuttukları Halep’in merkezi semtlerini muhaliflerden geri aldılar.
Uluslararası hukuka göre yasak olan napalm, fosfor, misket ve kimyasal bombaların kullanıldığı operasyon sonucunda binlerce kişi hayatını kaybetti, çok sayıda sivil İdlib ve Türkiye’ye göç etmek zorunda kaldı. Kent ise harap oldu.
Muhalifler, Halep’in neden kaybedildiği konusunda uzun süre tartıştılar, her grup bir diğerini suçlarken, tartışmalar silahlı devrimci gruplar arasında bölünmeye neden oldu. Aslında Halep düşmeden önce de muhalifler birlik sayılmazdı ama Halep’in düşüşü muhalifleri geri dönülmesi zor bir parçalanmaya itti.
Muhaliflerin Halep düşmeden önce atadığı genel komutanı Ebu el-Abd, Halep’in neden düştüğüne dair açık yüreklilikle bir açıklama yaptı. El-Abd, Ağustos ayında muhalefet güçlerinin Halep kuşatmasını kırmasının ardından, rejim güçlerinin tekrar Halep’i kuşatması sonrası yaşanan çatışmalarda, Ahrar el-Şam ve Feth’ul Şam’ın (Nusret Cephesi) elindeki bütün silahları kullanmasına karşı bazı grupların silahlarını depolarda tuttuklarını söyledi. Muhalif komutanın söylediğine göre birçok muhalif savaşçı da mevzilerini terk etmişti.
Esed rejimi ve Rusya’nın Halep’e yönelik şiddetli operasyonu devam ederken siyasi muhalefet rejimle yürüttüğü Cenevre müzakerelerinde hiçbir ilerleme kaydedememişti. Şubat-Mart 2017’de yapılan yeni Cenevre müzakerelerinde de hiçbir ilerleme kaydedilemedi. Türkiye ve Rusya, muhalefeti Kazakistan’ın başkenti Astana’da yeni görüşmelere davet etti. Görüşmelerde Türkiye, Rusya ve İran’ın garantörlük yapacağı bir ateşkes ilan edildi fakat ateşkes uygulanamayınca bazı muhalif gruplar siyasi görüşmelerin tamamen terk edilmesi gerektiğini savundu.
Siyasi muhalefetin de askeri muhalefet kadar bölünmüş olduğu ifade edilebilir. Kahire, İstanbul ve Riyad’daki siyasi muhalif ve grupların yanı sıra kendisini muhalif olarak tanıtan Moskova’da mukim başka bir grup daha var. Bütün bu gruplar, önümüzdeki günlerde Riyad’da toplanarak uzlaşı arayacaklardır.
Türkiye-İran, Suudi Arabistan-İran ve Türkiye-Rusya arasında son zamanlarda mülahaza ettiğimiz yakınlaşmalar, söz konusu ülkelerin kontrolündeki muhalif grupları nasıl etkileyecek ya da bu grupların uzlaşmasına yeterli olacak mı? bekleyip göreceğiz.
Öte yandan, Halep’in düşmesinin ardından askeri muhalefet yeniden birleşmeyi denedi. Feth’ul Şam, el-Kaide’den ayrılarak askeri gruplara birleşme çağrısı yaptı. Nureddin Zengi Tugayı, Liva el-Hak, Ceyş’ül Sünne, Ensar el-Din ve Ahrar el-Şam ittifaka katıldıklarını duyurdu ve Tahrir el-Şam Heyeti adı altında yeni bir ittifak oluşturuldu. Fakat Ahrar el-Şam son dakikada ittifaktan çekildi. Ahrar el-Şam’ın ittifaktan çekilmesi iki grup arasında gerilime yol açtı ve İdlib’i yöneten gruplar arasında ayrılık baş göstermeye başladı.
Bu gerilim, son olarak Temmuz ayında yaşanan Ahrar el-Şam-Tahrir el-Şam çatışmasıyla kendini gösterdi. Bu çatışma sonucunda uluslararası toplum tarafından “Terörist” olarak nitelenen bazı grupları barındıran Tahrir el-Şam’ın İdlib’in büyük kısmına hakim olması, hem İdlib’i uluslararası güçler nezdinde meşru bir hedef konumuna oturtuyor hem de İdlib ile sınır kapısına sahip olan Türkiye’yi zor durumda bırakarak seçim yapmaya zorluyor.
İdlib, Halep Olur mu?
Sahadaki durum pek iç açıcı değil, Halep’in düşmesinin ardından Hama’nın kuzey kırsalında muhalif gruplar tarafından başlatılan operasyonlarda muhalif gruplar kent merkezine 9 km mesafedeki Kumhane köyüne kadar ilerledi, fakat tam bu esnada IŞİD terör örgütüne yakın Cund’ul Aksa grubu ile yaşanan çatışmalar ilerleyişi durdurdu. Muhalifler Hama kırsalında ele geçirdiği Maardes, Hattab ve Hilfaya gibi önemli merkezleri yeniden rejime kaptırdı.
Şam’da ise Esed rejimi ve Şii militanlar, Dareyya, Zebadani ve bazı Doğu Guta beldelerini boşaltarak halkını tehcir etti ve İdlib’e gönderdi. Aynı senaryo 4 yıllık kuşatmaya direnen Humus’un el-Vaır semtinde de yaşandı. Şam’ın güneybatısındaki çölde de rejim güçleri Rus uçaklarının yardımıyla ilerleyiş sağlayarak Irak sınırına ulaşmayı başardı.
Bütün bu gelişmeler, silahlı muhalif grupların İdlib’e sıkıştığını gösteriyor. Soru şu; İdlib, Halep olur mu? Aslında İdlib, Halep oldu. Çünkü kent 3 yönden kuşatılmış durumda. Kentin dış dünyaya açılan tek kanalı konumundaki Bab’ul Hava sınır kapısı da Türkiye tarafından kapatıldı. Zira geçtiğimiz ay Tahrir el-Şam ve Ahrar el-Şam arasında yaşanan çatışmalar sonucunda Tahrir el-Şam, Ahrar el-Şam’ın İdlib’deki neredeyse bütün askeri noktalarını ele geçirdi. Bu arada Bab’ul Hava sınır kapısı da Tahrir el-Şam’ın eline geçti ancak örgüt sınır kapısını sivil yönetime devrettiğini ilan etti. Örgütün ilanı ABD ve uluslararası toplumu tatmin etmemiş olacak ki Türkiye’ye Tahrir el-Şam’ın terör örgütü listesinde olması nedeniyle baskı yapılmaya başlandı ve Türkiye sınırı kapattı.
Son zamanlarda, başta ABD Başkanı’nın IŞİD’le Mücadele yürüten Uluslararası Koalisyonu Özel Temsilcisi Brett McGurk’ın İdlib’in “Terör örgütleri için güvenli bölgeye dönüştüğü” şeklindeki ifadeleri olmak üzere, birçok uluslararası hareketlenmelerle İdlib, bir operasyonun hedefi haline getirilmek isteniyor. ABD destekli bir grubun İdlib’e bir operasyon gerçekleştirmesi durumunda, kentin kuzey kesimlerinin denetimi terör örgütü PYD’ye bırakabilir. Bu ise Türkiye için ciddi bir tehdit olduğu gibi, Suriye devriminin geleceğini de olumsuz yönde etkileyecektir.
Konuşulan senaryolardan biri de Türkiye’nin Rusya ile ortaklaşa İdlib’de Tahrir el-Şam’a karşı operasyona girişmesidir. Tahrir el-Şam’ın İdlib’de oldukça tecrübeli ve kalabalık bir silahlı gücünün olması ve kaybetmeleri durumunda gidecekleri bir yerlerinin olmaması nedeniyle Türkiye’nin kuzeyden girmesi durumunda operasyon çok uzun sürebilir. Bir diğer taraftan da Türkiye’nin güney sınırında PYD terör örgütünün koridor oluşturduğu bir ortamda, Türkiye’nin İdlib’e öncelik vermek yerine Afrin’den operasyona başlaması terörle mücadele açısından daha hızlı sonuç verebilir.
PYD’nin Afrin’in kontrolünü elinde bulundurması, PYD’yi Türkiye’nin güney sınırında yayılma yönünde cesaretlendiriyor. Türkiye’nin Fırat Kalkanı Operasyonu’ndaki temel gerekçesi IŞİD terör örgütünü sınırdan uzaklaştırmak olduğu kadar Suriye’nin kuzeyinde PYD terör örgütünün bir devlet yapılanması oluşturmasını ve Akdeniz’e ulaşmasını da engellemekti. Bu noktadan bakıldığında muhtemel bir hareketliğin Suriye’nin kuzeyine, Afrin’e yönelik olması daha yerinde neticeler verebilir.
Ayrıca dikkat edilmesi gereken bir diğer husus da Bab’ul Hava sınır kapısının kapatılmasının PYD’ye ekonomik gelir sağladığı gibi, yeni bir insani krize de yol açabileceği gerçeğidir. Zira İdlib’e Esed rejimi tarafından yapılacak muhtemel hava operasyonları silsilesinden dolayı evlerinden olacak binlerce sivil sınıra yığılacaktır. Bunların Türkiye’ye alınmamaları halinde de büyük çoğunluğu açık hedef haline gelecektir.
Kaynak: ORDAF