Suriye’nin kuzeyindeki İdlib ilini kontrolü altında tutan Tahrir el Şam Heyeti (HTŞ) ile “Suriye El Kaidesi” olarak anılan Hurras ed Din grubu arasında son günlerde yaşanan gerilim, birçok farklı konunun da yeniden gündeme gelmesine neden oldu. Özellikle belli bölgelerde çatışmalara varan gerilimin yaşanması, rejim güçlerinin güneydeki ilerleme girişimleri gölgesinde, Suriye sahasını eski günlerine götürdü.
Bugünlerde özellikle HTŞ ile diğer muhalif gruplar arasında, 2018 yılının son aylarında patlak verip 2019 yılı başlarında sona eren çatışmalar akıllara geliyor olsa da, şu anda İdlib’de HTŞ ile Hurras ed Din (HAD) grubu arasında yaşanan gerilimin diğerlerinden farklı olarak başka nedenleri var.
İdlib’de son günlerde yaşanan gerilim ve çatışmaların odağında, 2018 yılında kurulan HAD grubu ile kökleri 2012 yılında kurulan Nusret Cephesi’ne dayanan HTŞ grubu bulunuyor. Bir dönem Suriye’deki El Kaide yapılanması olarak bilinen Nusret Cephesi’nin 2016 yılındaki bir açıklamasıyla El Kaide’den kopması üzerine, HAD’ın ortaya çıktığı döneme kadar Suriye’de herhangi bir El Kaide yapılanmasından bahsedilmedi.
Mart 2018 yılına gelindiğinde ise HAD grubu ondan fazla küçük grubun birleşimiyle kuruluşunu ilan etti. Bu grup özünde El Kaide ile herhangi bir organik bağının bulunduğuna dair şimdiye kadar bir açıklama yapmamış olsa da, bünyesinde barındırdığı isimler ve verdiği izlenim ile sahada “Suriye El Kaidesi” olarak anılmaya başlandı.
Aslına bakıldığında sahada askeri anlamda tek başına fazla bir varlık göstermeyen ve daha çok bünyesindeki isimlerin mevcudiyetini korumaya yönelik bir “hayatta kalma” politikası izleyen HAD, Ekim 2018’de “Ve Harridil Muminin” (Ve İnananları Teşvik Et) isimli bir operasyon odası kurup Halep, Lazkiye, İdlib ve Hama kırsalındaki bölgelerde Rusya ve İran tarafından desteklenen güçlere yönelik gerilla tarzı saldırılar gerçekleştirdi. Saha hakimiyeti amaçlamayan bu saldırılarda genellikle rejim unsurlarının nöbet noktaları, askeri üsleri, küçük mevzileri ve temas hattının gerisinde kalan askeri noktaları hedef alındı.
Bir yandan mevcut kadrosunun himayesini sağlayan grup diğer yandan da rejim unsurlarına yönelik gerçekleştirdiği askeri operasyonlarla sahadaki operasyonel reflekslerini diri tutmayı amaçladı.
“Ve Harridil Muminin” operasyon odası HTŞ’nin kontrol ettiği bölgede, yine HTŞ tarafından kurulan “El Fethu’l Mubin” operasyon odasından sonra ikinci askeri merkez konumundaydı. Ancak tabii ki teknik anlamda HTŞ’nin operasyon odasının ihtiva ettiği askeri kapasiteyle kıyaslanamayacak kadar küçük ölçekliydi. Her ne kadar “Ve Harridil Muminin” odasının gerçekleştirdiği askeri operasyonlarda HAD’ın ismi ön plana çıkıyor olsa da aslında odanın özellikle askeri anlamdaki yönetiminin Ensar el İslam grubunun kontrolünde olduğu biliniyordu. Nitekim bu operasyon odasının yöneticisi, Hurras ed Din’den değil, Ensar el İslam grubundan bir isimdi.
Tam olarak bu süreçte, “Ve Harridil Muminin” operasyon odasının kendi başına gerçekleştirdiği operasyonlar, bölgedeki en güçlü grup olan HTŞ’nin emri altına girmeme yönündeki eğilimleri, HTŞ’yi bugünlerde aldığı, ‘yeni operasyon odası kurulumunu yasaklama’ kararına itecekti.
Bugüne gelecek olursak, “Ve Harridil Muminin” operasyon odası kendiliğinden kapanarak yerini yine HAD grubunun başını çektiği “Fesbutu” operasyon odasına bıraktı. Özellikle bu noktada yaşanan gelişmelerin HTŞ tarafından dikkatle takip edildiğini de eklemek gerekli. Yine HTŞ’den ayrılan Ebu Malik Telli ve Ebu’l Abd Eşidda’nın da kendilerinin birer operasyon odası kurma çalışmaları artık HTŞ için adeta bardağı taşıran son damla olmuştu.
Bugünlerde HTŞ ile “Fesbutu” operasyon odası arasında yaşanan gerilimli dönemin patlak verdiği nokta tam olarak burası. HTŞ ilk olarak kendi bünyesindeki Özbek savaşçılardan oluşan ‘Tevhid ve Cihad Ketibesi’nin kurucu lideri olup sonrasında HTŞ’den ayrılan ve Ensaruddin grubuna katılan Ebu Salah el Ozbeki’yi gözaltına aldı.
HTŞ, daha sonrasındaysa Nusret Cephesi ve Şam’ın Fethi Cephesi dönemlerinde üst düzey askeri yöneticilik yapan ve kısa süre önce HTŞ’den ayrılma kararı alan Ebu Malik Telli’yi gözaltına aldı. Her iki isim de aslında ‘farklı grup kurmaya çalışmak ve gruplar arasındaki ayrılığı körüklemek’ şüphesinden gözaltına alınmış olsa da, Ebu Salah için daha farklı iddialar ortaya atıldı.
Suriye’deki farklı bazı rejim karşıtı muhalif gruplar HTŞ’ye gözaltına aldığı isimleri serbest bırakmaya yönelik telkinlerde bulunurken, İdlib kent merkezinin hemen batısındaki Arab Said bölgesinde merkezleşmiş olan HAD’ın başını çektiği operasyon odası ‘Fesbutu’ya bağlı muhaliflerin bölgede kontrol noktaları kurduğu haberi geldi. HTŞ’nin zaten farklı oluşumlardan duyduğu rahatsızlığın farkında olan grubun, kendilerine dair kapsamlı bir gözaltı dalgası ve diğer gözaltılara karşı tepki olarak gösterdiği bu refleks, HTŞ’nin operasyonu başlatması için de bir fırsat oldu.
Kontrol noktalarının kaldırılması talebiyle başlayan gerilim yerini çatışmalara bıraktı. Sosyal medya mercilerinde çatışmalara dair görüntüler servis edilirken, HTŞ’ye bağlı zırhlı birlikler bazı bölgelerde tanklarla yolları tuttular. Birkaç günlük çatışmaların ardından Arab Said bölgesindeki ‘Fesbutu’ operasyon odası HTŞ ile bir anlaşma imzalayarak bu bölgeden çekilmeyi taahhüt etti. İki taraf arasında Arab Said bölgesini kapsayan bir anlaşma imzalandığı vakitlerde HTŞ’ye bağlı güçler İdlib kırsalındaki farklı bölgelerde ‘Fesbutu’ operasyon odasına ait başka merkezlere de baskınlar gerçekleştirdi.
Bu merkezlerin bazılarındaki HAD savaşçıları HTŞ’ye herhangi bir mukavemet göstermezken bazıları ise ricat etti. HTŞ’nin bu operasyonlarında gözaltına aldığı HAD savaşçılarına herhangi bir ceza vermediği, hatta mevcut nöbet noktalarında kalmak istemeleri durumunda bu pozisyonlarının dahi değiştirilmeyeceği yerel kaynaklarca ifade edildi. Tabi burada Arab Said bölgesinde yaşanılan çatışmalarla ilgili bir ayrıntıyı eklemek gerekiyor. HTŞ, farklı bölgelerde gözaltına aldığı HAD savaşçılarıyla ilgili işlem yapmazken, Arab Said’deki çatışmalara karışan taraflar için, yapılan anlaşma gereği bir mahkeme kurulması kararlaştırıldı. Mahkemeyi de Türkistan İslam Partisi’nin (TİP) yapacağı aktarıldı.
İki grup arasındaki çatışmaların sona ermesiyle HTŞ merkezi tarafından bir açıklama yayınlandı. Daha önce kendi bilgisi dışında herhangi bir grup kurulmasını veya başka bir gruba dahil olunmasını yasaklayan HTŞ, yayınladığı yeni açıklamayla askeri operasyon odası kurmayı tamamıyla yasakladı ve tüm faaliyetlerin kendi operasyon odası olan ‘El Fethu’l Mubin’ tarafından yürütüleceğini ifade etti. Açıklamaya ayrıca, bölgedeki gelişmelere askeri anlamda katkı sağlamak isteyenlerin bu katkıyı sadece ismi geçen operasyon odasına dahil olarak sağlayabilecekleri bu bağlamda operasyon odasının herkese açık olduğunu deklare etti.
Bu açıklamadan iki gün sonra İdlib’de HTŞ’ye bağlı sivil yönetim tarafından da gündemdeki konulara dair bir açıklama servis edilerek, İdlib’de ‘El Fethu’l Mubin’ operasyon odasına dahil olmayan tüm askeri merkezlerin kapatılması kararının alındığı ifade edildi.
Bu açıklamayla birlikte artık HTŞ’nin İdlib’de ‘merkezi otorite’ olmak için daha net adımlar attığı görülmeye başlandı. Nitekim Suriye’deki iç savaşın başladığı dönemden bu yana rejim karşıtı muhalifler arasında bir türlü sağlanamayan bu birliğin, HTŞ tarafından, “rica” yerine zorla sağlanma ihtimali, bölgede de yeni bir dönemin habercisi olacak ve savaşın başından bu yana başarılamayan “merkezi komuta” sisteminin oturtulması konusunda HTŞ’nin ısrarını gösterecektir.
Tüm bu gelişmelerin yaşandığı gerilimli dönemde ABD öncülüğündeki koalisyona ait silahlı insansız hava araçları da iki ayrı saldırı gerçekleştirerek Hurras ed Din yapılanmasını hedef aldı. Saldırılardan ilki 14 Haziran’da, ikincisi de on gün sonra, 24 Haziran’da gerçekleşti.
İdlib kent merkezinin batı banliyölerinde ilki gerçekleşen saldırıların ikincisi ise kentin doğusunda, Binniş yolu üzerinde meydana geldi. Her iki saldırıda da Hurras ed Din grubu yönetici kadrosundan isimler hedef alındı.
Bu saldırıların, gruplar arası yaşanan gerilim dolu sürece denk gelmiş olması bazı taraflarca HTŞ’yi suçlamak adına altı doldurulamayacak iddiaların ortaya atılmasına neden oldu.
HTŞ-HAD çatışmasının ideolojik boyutu
Her ne kadar mevcut iki grup arasında gerginlikler yaşanmış ve bu gerginlikler silahlı çatışmaya dönüşmüş olsa da, çatışmaların devam ettiği süreç ve sonrasındaki dönemde tarafların karşılıklı açıklamalarından, çatışmaların herhangi bir ideolojik temele dayanmadığı anlaşılmaktadır.
Ancak burada bir noktanın altını çizmek gerekiyor. Geçmiş dönemde Hurras ed Din yapılanmasının içine bazı DAEŞ unsurlarının sızmış olabileceği gündeme gelmişti. Bu kapsamda HAD içerisine sızan kişilerin, HTŞ ile yaşanan çatışmaları ideolojik bir düzleme çekme gayretinde olabileceği ihtimal dahilinde.
Nitekim, iki grup arasında çatışmaların yaşandığı dönemde yayınlanan bazı telsiz kayıtlarında, HAD savaşçısı oldukları belirtilen bazı kişilerin yaşanan çatışmaları ideolojik düzleme çekme yönünde ifadeler kullandığı anlaşılıyordu.
Bölge kaynakları tarafından yapılan açıklamalarda, HAD içerisinde “aşırı fikirlere sahip” bazı kişilerin yaşanan çatışmalardan sonra bu grup içerisinde de gerilim çıkardığı, sonrasında ise ortadan kaybolduğu aktarılmaktaydı.
Türkiye-HTŞ ilişkileri
Türkiye ile HTŞ’nin Suriye özelindeki ilişkileri sahada bazı muhalif gruplar ile HTŞ arasındaki gerilimin de odak noktası niteliğinde. Ekim 2017’de Astana’da Türkiye, Rusya ve İran’ın katılımıyla alınan karar neticesinde İdlib’de Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) tarafından oluşturulan 12 gözlem noktasının inşa sürecinde HTŞ’nin TSK ile koordine bir şekilde hareket etmesi bazı muhalif gruplarca bir taviz olarak nitelendirildi.
Bu tavizin arkasının da geleceğini ima eden bazı grup ve isimler, HTŞ’yi Türkiye’nin güdümüne girmekle suçladı. HTŞ, Türkiye ile belli noktalarda birlikte hareket edilmiş olsa da hatta mevcut durumda Türkiye’nin İdlib’deki ciddi askeri varlığından dolayı sürekli bir koordinasyon içerisinde olunsa da mevcut konjonktürde grubun Türkiye’nin güdümüne girdiğini söylemek doğru olmaz.
Ancak bu noktada Türkiye’nin Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı bölgelerindeki gruplar yerine HTŞ ile hareket etmesinin sebeplerini incelemek gerekiyor. Tabii ki İdlib sahasında farklı gruplarla çalışmaya kalktığında HTŞ tarafından buna müsade edilmeme ihtimali de bulunuyordu. Ancak buradaki asıl sebep HTŞ’nin diğer bölgelerdeki askeri güçlerden daha stabil olması ve güven vermesi olabilir. Nitekim 12 gözlem noktasının inşa süreci HTŞ ile koordinasyon içerisinde yürütülmüş ve Türk Silahlı Kuvvetleri bu bölgelerdeki askeri gözlem noktalarının inşasını başarılı bir şekilde tamamlamıştır.
Öte yandan Türkiye’nin İdlib’de HTŞ ile koordinasyon içerisinde çalışmasının nedenlerinden biri de grubun bu bölgede sağladığı idari düzen ortamıdır. Zeytin Dalı ve Fırat Kalkanı bölgelerinde Türkiye tarafından desteklenen grupların karıştığı yolsuzluklar Suriye gündeminde oldukça konuşulan konular arasındadır.
Tüm bunlarla birlikte Türkiye Cumhuriyeti’nin, kendi sınırları içerisinde HTŞ’yi bir terör örgütü olarak gördüğü ve bu düzlemde ülkede operasyonlar gerçekleştirdiği de unutulmamalıdır. Aynı şekilde Hurras ed Din grubu da Türkiye için “terör örgütü” sınıflandırması içine girmektedir.
Sonuç olarak
- Suriye iç savaşının başladığı dönemden bu yana muhaliflerin farklı gruplar altında toplanıp, farklı yönlere doğru hareket etmesinin rejim güçleri karşısındaki mevcut durumu ortaya çıkardığından şüphe yok. Bu bağlamda HTŞ’nin farklı operasyon odası kurmayı yasaklaması kararının ortaya çıkaracağı sonuçlar, İdlib’de rejim muhalifi silahlı güçler için yeni bir dönemin başlaması anlamına gelebilir.
- Son yaşanan süreçle birlikte Hurras ed Din grubu ve ‘Fesbutu’ operasyon odasının İdlib’deki etkinliğini büyük ölçüde kaybettiğini söylemek mümkün.
- HTŞ, sahada yaşanan gerilimi fırsata çevirerek İdlib’deki etkinliğini daha da pekiştirdi ve kendi başına hareket etmek isteyen muhaliflere ciddi gözdağı verdi. Yine bunu yaparken her ne kadar silahlı güç kullanmış olsa da, beyanlarında aynı sertliği kullandığı söylenemez.
- HTŞ’nin son hamlesi sonrasında pekiştirdiği tavizsiz gücün, pek iyi ilişkilere sahip olmadığı, Türkiye tarafından askeri ve siyasi boyutta desteklenen muhalif gruplara yönelik yansımalarının nasıl olacağını ise ilerleyen dönemde, dengeler bağlamında takip etmek gerekiyor.
- İdlib’deki son gelişmeler DAEŞ’in bölgedeki hücrelerinin de etkisiyle HTŞ karşıtlığını daha da körükleyebilir. Nitekim, HTŞ ile HAD arasında yaşanan çatışma döneminde, DAEŞ kalıntı ve sempatizanların bu gerilim üzerinden HTŞ’ye yönelik HAD’ı desteklemek suretiyle “topyekun saldırı” başlatmaya yönelik söylemlerde bulunması dikkat çekiyor.
- İdlib’de muhalif gruplar arasında yaşanan gerilimli süreçle birlikte Rusya ve İran tarafından desteklenen Esed rejiminin de Cebel Zaviye bölgesi ekseninde askeri yığınak yaptığını da eklemek gerekiyor. Rejimin haritadaki renkleri değiştirecek nitelikte öneme sahip bazı noktaları ele geçirmeye yönelik saldırı girişimleri söz konusu. İdlib’in güneyinde rejim tarafından başlatılacak muhtemel yeni bir saldırıda Türkiye’nin sahadaki askeri güç bakımından oldukça caydırıcı bir aktör olduğu atlanmamalı. Aynı zamanda Rusya’nın zayıflamış ekonomisinin de yeni bir saldırıyı ne derece kaldırabileceği ayrıca analiz edilmeli.