Amerikalılar ve yabancı gözlemciler Amerika’nın çöküşü hakkında kafa patlatırken bunu genelde ABD ve Roma İmparatorluğu arasında paraleller çizerek yapıyorlar. Ancak modern, sanayileşmiş, kentleşmiş, neredeyse tek dilli ulus devlet ile tarım ekonomisiyle uğraşmış kabileler topluluğu arasında benzerlikler kurmanın kıymet-i harbiyesi yoktur.
Daha makul bir kıyaslama, 2000’li yılların başındaki ABD ile 1900’lerin başındaki İngiltere arasında yapılabilir. ABD, İngiltere’nin çöküşünü mü tekrarlıyor? Daha geniş bir ölçekte?
Bir alanda, cevap hayırdır. Bir asır önce, İngiltere kaynaklarının ve tüketicilerinin çoğu İngiliz adalarının dışındaydı. İngiltere, Hindistan ve diğer sömürgeleri kaybetmesiyle birlikte bir gecede birinci sınıf bir güçten orta çaplı bir ulus devlete döndü.
İngiltere’nin aksine, ABD dünyanın nüfus bakımından üçüncü büyük ülkesidir. Uzak diyarlarda askeri üsleri var ama demografik, sanayi ve emtia kaynakları kendi sınırları dâhilindedir. 48 eyâlet ayrı yollarda gitmediği takdirde ABD, İngiltere ve diğer sömürge imparatorlukları gibi – Sovyetler Birliği de buna dâhildir – çözülüp gitmeyecektir.
Ancak dünün Britanya’sı ile bugünün Amerika’sı arasında başka dört alanda çarpıcı ve rahatsız edici benzerlikler vardır.
Sanayi faaliyetlerinden kopuş
İngiltere dünyanın ilk sanayileşmiş ülkesidir; tarım toplumundan sanayi toplumuna geçişin öncüsüdür. Bununla birlikte, sanayileşmenin başından itibaren diğer ülkeler – Fransa, Prusya/Almanya ve eski Amerikan sömürgeleri – lideri yakalayıp geçmeye baktılar.
İngiltere 1840’lardan itibaren serbest ticareti benimsedi ve dünyanın geri kalanına serbest ticaret vaazı verdi. Diğer ülkeler bu modeli takip ettikleri takdirde, İngiltere katma değerli imâlat sahasında – geçici tekeli sayesinde - satıcı tekelini elinde tutacağını varsaydı.
Kavramın büyüsü - diğer ülkeler ihtiyaç duyduğu mal arzını artırıp fiyatları aşağı çekerek İngiltere’ye mal satmak için rekâbet ederken - aynı zamanda İngiltere’nin gıdada ve pamuk gibi hammaddelerde alıcı piyasasına hâkim olduğu fikrinde yatıyordu.
Ancak 19.yüzyılın “ulusal ekonomileri” İngiltere’nin ne iş çevirdiğini tam olarak biliyorlardı. ABD’de ekonomist Henry Carey, devlet adamı Henry Clay; Almanya’nın “tarih okulu” iktisatçıları ve onlardan biri olan, kıtalararası bağlantı hizmeti gören Alman kökenli Amerikalı ekonomi teorisyeni Friedrich List gibi adamlardı bunlar.
Bu düşünür ve devlet adamları serbest ticareti eşit kalkınma düzeyindeki ülkelerin izleyeceği bir uzak ideal olarak benimserlerken aynı zamanda ekonomik kalkınma konusunda realist idiler. İngiltere’yi yakalama konusunda diğer ülkelerin kendi “genç sanayilerini” beslemeleri gerektiğini savunuyorlardı.
Bu ise korumacı gümrük tarifeleri ve sübvansiyonlar talep ediyordu tıpkı Orta Çağlar ve 1840’lar arasında İngiltere’nin yaptığı gibi. İngiltere bu politikalardan ancak sanayisi dünya ticaretinde hâkim konuma yükseldiğinde vazgeçmişti. ABD ve henüz birleşmiş olan Almanya buna göre hareket ederek 19. yüzyılın sonlarına kadar devlet desteğiyle tarife duvarları arkasında sanayileşmekteydiler.
Buna verilen İngiliz cevaplarından biri de - İngiliz politikacı Joseph Chamberlein gibi sanayiciler destek vermiştir - “emperyal federasyon” hareketi oldu. İngiliz adalarının ve Kanada, Avustralya gibi “beyaz sömürgelerin”, ABD ve Almanya’nın tarifeyle korunan pazarları gibi, koruma altındaki pazarlara dönmesi öngörülüyordu.
F.E.Smith 1906 yılında şöyle kaydetmiştir: Rakiplerimize, kendi serbest piyasalarına ilave olarak İngiltere’nin 43 milyonluk serbest pazarını veriyoruz. Dolayısıyla ABD, 82 milyonluk kendi serbest piyasasına ek olarak İngiltere’nin 43 milyonluk pazarına da sahip; toplamda 125 milyonluk bir pazar. Benzer şekilde Almanya da 43 milyonluk İngiliz pazarına sahip. Buna karşılık olarak biz 43 milyonluk açık pazarımızın yabancıların serbestçe rekabet etmelerinden zarar görmemiş cüz’i bir kısmına sahibiz…kendimizi serbest pazarcı diye anıyoruz ama serbest ticareti kendimiz için güvenceye almadık hiçbir zaman;korumacı rakiplerimizin serbest ticaretin tadını çıkardıkları alanı genişletmekte başarılı olduk sadece.
City of London finansçıları, İngiliz rantçıların ABD, Almanya ve diğer ülkelerdeki yatırımlardan kazanç elde etmesine imkân tanıyan serbest ticaretten bir asır önce bu şekilde istifade etmişlerdi; İngiliz sanayisi ise koruma altındaki Amerikan ve Alman sanayisinin şiddetli saldırısı altında yıkılmaktaydı.
İngiltere Büyük Buhran sırasında nihayet emperyal federasyonun bir versiyonuna geçtiğinde, devlet destekli Amerikan ve Alman merkantalizmi bir zamanlar dünyanın en iyi sanayisi olan İngiliz sanayisinin içini çoktan boşaltmıştı.
Bugün ABD, İngiltere’nin bir asır önceki rolünü oynuyor; Çin ve diğer Doğu Asyalı merkantalist rejimler ve hızla sanayileşmeye bakan Brezilya ise ABD ve Almanya’nın kullandığı tekniklerin pek çoğunu kullanıyor (İngiltere de 1840’lardan önce aynılarını kullanmıştı).
O gün de bugün de karma tarifeler, tarife dışı engeller, devlet kredileri, bedelsiz toprak, düşük ücret ve yabancı fikri mülkiyetin (bazen çalınarak) nakli gibi tedbirlerdir bunlar.
Bugünün Amerika’sında ise yabancı tekno-merkantalizm karşısında edilgenliği savunan finansçılara üretimlerini fason yaptıran Amerika merkezli çok-uluslu şirketlerin CEO’ları da katıldı. Çin ve diğer merkantalist rejimlerin sağladığı sübvansiyonlardan ve tekno-sanayi komplekslerinden istifade etmeye hevesliler; bir asır önce İngiliz sanayicilerinin elinde bu seçenekler yoktu.
Finansallaşma
Bir asır önce İngiliz finans çıkarları imâlat çıkarlarına baskın çıkmıştı; İngiltere kilit sanayileri ABD ve Almanya gibi ülkelere terk etse bile City of London dünya ekonomisinin finans merkezi olmayı sürdürecek denilerek... Bu stratejinin akılsızlığı I.Dünya Savaşının başlarında, ABD’nin en büyük borç veren olarak İngiltere’yi geçtiği sırada belli olmuştu.
I.Dünya Savaşı’nın ardından New York, küresel finansta Londra’yla birlikte üstünlüğü paylaştı; II.Dünya Savaşından sonra ise üstünlük tamamen New York’a geçti.(Tarihi olarak sanayi üstünlüğünü finans üstünlüğü izler ki Çin, küresel imâlata hâkim olduğunda bir veya iki nesil zarfında küresel finansa da hâkim olacak; New York, Londra, Frankfurt ve diğerlerini ikinci konuma itecektir.)
İngiltere ve onun sülbünden gelen ABD’nin finansallaşmada – ekonominin finansa, sigorta ve gayrimenkul piyasalarına tahsis edilen oranında - dünyaya liderlik etmeleri tesadüf değildir.
Tekno-merkantalist rejimlerin ticaret fazlasının geri dönüşümden geçirilmesi İngiliz veya Amerikan malları satın alarak veya İngiltere ve ABD’nin fiziki altyapısına yatırım yaparak olmadı; Wall Street ve City of London’ın finans mühendislerinin oluşturduğu karmaşık (ve bubi tuzaklı) mâli ürünlerini satın alarak olmuştur.
İşlevsiz eğitim
Çağdaş Amerika’nın Edward İngiltere’siyle paylaştığı bir diğer nitelik, modern ve ileri teknoloji toplumun taleplerine uygun olmayan eğitim sistemidir. Corelli Barnett’in İngiliz çöküşü hakkındaki bir dizi kitapta yıllar önce gösterdiği üzere, İngiltere sanayileşen ilk ulus olmasına rağmen, İngiliz toplumu kırsal araziler ve yatırım gelirinden başka servet kaynaklarına karşı aristokratik bir aşağılamayı mîras almıştı.
Amerikan toplumu kendi başına bir yerlere geliş işadamlarına karşı çok daha açık. Ancak ABD’de bile gerçek mevki, yüksek eğitimli profesyonellere (hukukçu, yönetici, doktor veya profesör) atfedilmektedir.
Karşılaştırma yapacak olursak, sonradan görmeler horgörülür özellikle de servetlerinin kaynağı yazılım ve sosyal medya gibi “temiz” sanayiler değil de imâlat ve enerji gibi “kirli” sanayiler olduğunda.
Aynı zamanda, İngiltere ve Amerika, kıta Avrupa’sında ve Doğu Asya’da bulunan güçlü lonca geleneğinden yoksundurlar; güçlü lonca geleneğinde becerikli zanaatkârlara kıymet verilir. Anglo-Amerikan dünyasındaki sanayi üretimi, düşük eğitimli, köyde büyümüş, Amerikan ve yabancı çiftliklerden çekip çıkarılmış işçi sınıfının alanıdır; iyi maaşlı, üniversite eğitimli “yöneticiler” veya nâzırlar da onlara nezaret ederler.
ABD ve İngiltere’de işgücü arasındaki bölünme, yüksek eğitimde itibarlı beşerli bilim fakülteleri ile düşük mevkideki (ABD’deki halk eğitim okulları ve İngiltere’deki politeknikler) meslek yüksekokulları arasındaki bölünmede de kendi gösterir.
Anglo-Amerikan seçkinlerin zayıf ilkokul ve ortaokullara karşı hoşgörüsünde de görülebilir. Bunun aksine Almanya’da, halk eğitim okulları ve çıraklık (toplumdaki başarısızlıkların mâl edildiği gettoların değil) ekonomik modelin esaslı bir parçasıdır
Kısa vadecilik
Soğuk Savaşı müteakip, Anglo-Amerikan modelini kıta Avrupa’sının “Rhineland” kapitalizmi ve Doğu Asya modeliyle karşı karşıya getiren, rakip “kapitalizm modelleri” üzerinde hararetli tartışmalar yaşandı.
Japonya’nın balonların patlamasından sonra yaşadığı sıkıntılar ve Almanya’nın birleşmeyle ilgili mücadeleleri (Batı Almanya, Doğu Almanya’yı yuttuğunda yaşanmıştır) bazılarının erken bir vakitte Anglo-Amerikan modelinin zaferini ilan etmelerine yol açtı. Geriye dönüp bakarak artık biliyoruz ki İngiltere ve ABD’deki refah, varlık fiyatlarının aşırı değerlenmesinden kaynaklanmıştır.
Anglo-Amerikan kapitalizmini diğer kapitalizm türlerinden ayıran başlıca niteliklerden biri de “hissedar değeri” ideolojisinin ürettiği kısa vadeciliktir. Yatırımcıların kısa vadeli gelirlerini azamileştirmekten başka işi olmayan firmaların idealini müjdeler bu.
Şirket yöneticileri faaliyetleri durdurmaya, fabrikaları söküp demirbaşları satmaya teşvik edilmektedirler. Hissedarlar için kısa vadede bu şekilde para kazanabildikleri takdirde bunun “ekonomik anlamı” olduğu düşünülmektedir.
Böylesi bir zihniyet, üretken sanayi temellerini muhafaza etmiş uluslara büsbütün yabancıdır (Almanya ve nesillerdir yaşayan Mittelstand’ı; Çin ve devlet şirketleri). Kıta Avrupa’sı ve Asya ülkeleri, bugünkü zenginlik, uzun vadede zenginlik üretme kapasitesinden daha az önemlidir diyen Friedrich List’in mantığına yatkındırlar.
Sanayileşmiş ilk ulus ve bir zamanların süpergücü İngiltere, üretken sektörleri boşaltılmış, kabarık bir bilançosu olan sıkıntılı bir ekonomidir bugün. Amerika, İngiltere’nin kaderinden kaçınabilir mi? Evet ama Anglo-Sakson dünyası dışındaki başarılı uluslardan öğrenerek.
Bireysel özgürlüğe, devlet gücünün sınırlanmasına ve hukukun üstünlüğüne saygı, İngiltere’nin ABD’ye ve diğer uluslara paha biçilemeyecek bir hediyesidir. Fakat ABD geçmişte, Anglo-Sakson dünyasının dışında gelişmiş kurumları benimseyip kendisine uyarlayarak serpilmişti.
Fransız askeri sisteminden değiş-tokuş edilebilir parçaları (Amerikan imâlat sistemi diye bilinir ki yanlıştır), Prusya’nın kamu eğitim sistemini, imparatorluk Almanya’sından araştırma üniversitesi ve devlet destekli araştırma-geliştirmeyi; modern Japonya’dan tam zamanlı üretimi almıştı.
Eğer ABD, İngiltere ekonomisinin çöküş tecrübesini tekrarlayacaksa, kader olduğundan değil seçim olduğundan; başkalarından ve kendi tarihinden ders çıkarmadığından dolayı olacak.
12.08.2012
Çeviri: Alpaslan Balcı
Bu makalede yer alan görüşler yazara aittir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.