15 yıl önce ABD ve müttefikleri, Irak'a karşı Ortadoğu'nun yüzünü sonsuza dek değiştirecek ve tüm dünyayı etkileyecek neticeleri olacak yıkıcı bir askeri operasyonun açılış salvolarını başlattı.
Saddam Hüseyin liderliğindeki Baas diktatörlüğü süratle devrildi. Barış, refah ve demokrasi sözü verilmesine rağmen Iraklılar, ölüm, terör ve kaostan başka neredeyse hiçbir şey almadılar. ABD sadece Baas rejimini değil, aynı zamanda farklı etnik ve inanç gruplarından oluşan Irak ulusunu da tahrip etmeyi hedeflemişti.
"Rejim değişikliğinin" başlangıcı
Yaygın inanışın aksine, Washington'un Irak'ta rejim değişikliğini sahneleme arzusunu harekete geçiren New York'ta düzenlenen 11 Eylül saldırıları değildi. 1998 yılında dönemin ABD Başkanı Bill Clinton yönetimi sırasında, Irak'ta "Saddam Hüseyin rejimininin ortadan kaldırılması" arayışı ve ülkenin diktatörlükten demokrasiye geçişinde Saddam karşıtı gruplara destek verilmesininin ABD'nin politikası olacağını ifade eden Irak'ın Özgürleştirilmesi Kanunu yasalaşmıştı.
Washington'un planına dahil ettiği bazı gruplar, Kürt ayrılıkçı siyasi hareketleri, İran ile bağlantılı Şii partiler ve hayal kırıklığına uğramış diğer Iraklı muhalif oluşumlardı. İşin ilginç yanı bu grupların demokrasiyle ilgileri, kanserin sıhhatli bir bünye için ifade ettiği anlam kadardı. Buna rağmen ABD, Ortadoğu'da insan hakları ve demokrasiyi umursadığından değil açıkça Saddam Hüseyin rejimi Washington'un kurallarıyla oynamayı istemediğinden bu gruplarla içli dışlı olmaya karar verdi.
George W. Bush'un başkan seçilmesi ve 11 Eylül trajedisinin hemen ardından Bush yönetiminin ilk icraatlarından biri Irak'a karşı savaş başlatmak oldu. Ticari bir uçakla Pentagon'a düzenlenen saldırıdan sadece beş saat sonra Savunma Bakanı Donald Rumsfeld, danışmanlarına Irak'a saldırmak için plan hazırlamaları talimatını veriyordu. Üstelik, Rumsfeld'in bu süre zarfında, Irak'ın saldırıya yardım etmesi yahut suç ortaklığı yapması bir yana, saldırın emrini verdiğini belirlemesi dahi mümkün değildi. Bu, yönetimin Irak'ı işgal etmek üzere herhangi bir bahane bulma konusunda aşırı ve ideolojik temelli bir tavır içinde olduğunun göstergesiydi. Böylesi bir askeri maceranın yol açacağı insani maliyeti umursayan yoktu.
Sonrasında ise hem uluslararası toplumu hem de iç kamuoyunu doğrudan kandırmayı hedefleyen yalanlar ve uydurma gerekçeler geldi. Bush yönetimi Irak'ın sahip olduğunu iddia ettiği kitle imha silahlarıyla ilgili kanıtlar uydurmaya başladı. İngiltere'de dönemin Başbakanı Tony Blair, Saddam Hüseyin'in Batı'yı tehdit edebilecek kitle imha silahlarını 45 dakikada kullanıma hazır hale getirebileceğini iddia eden bir istihbarat dosyasında uydurma kanıtlar öne sürdü. Gerçekte ortada kitle imha silahı filan yoktu. Dönemin ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell işgalden önce Birleşmiş Milletler kürsüsünde açıkça yalan söyledi. 13 yıl sonra bu olayı kariyerindeki "leke" olarak anacaktı. Powell, Irak'ta sayısız masum insanın hayatını kaybetmesinden değil, bu hatanın kariyerindeki bıraktığı olumsuz izden dolayı pişmandı.
İşgalin insani maliyeti
İşgal tam anlamıyla bir felaket oldu. Prestijli İngiliz tıp dergisi The Lancet'te 2006 yılında yayımlanan bir araştırmaya göre, 655 bin Iraklı doğrudan işgalin sonucu olarak yaşamını yitirmişti. Bir diğer ifadeyle ABD, El Kaide ve İran'a bağlı Şii milisler yalnızca üç yıl içinde Irak'ta, rejiminin, Rusya'nın ve İran yanlısı milislerin Suriye'de altı yıldır süren iç savaş sırasında öldürdüğünün 3 katı kadar insan öldürmüştü. İşgalin mimarlarını daha da zor duruma düşüren İngiliz Savunma Bakanlığının bilim konularındaki baş danışmanının, The Lancet'teki bulguların "son derece sağlam" olduğunu söylemesi oldu.
ABD işgali, çalışmanın yayımlanmasını takip eden beş yıl boyunca devam etti. İran destekli mezhepçilik, Bağdat'ın sponsorluğundaki işkence programları ve ölüm mangaları ile DEAŞ terörü, o zamandan bu yana çok sayıda kişinin canına mal oldu. Milyonlarca Iraklının işgalin doğrudan sonucu olarak ölmüş olması bizi şaşırtmamalı.
Medyanın, DEAŞ infazları ve savaş suçları gibi daha sansasyonel haberleri tercih ederek bu insani felaketin etkili şekilde yayınlanmasını önemsememe eğilimde olmasından ötürü utanmalıyız.
ABD liderliğindeki işgal nedeniyle Iraklı bir neslin tümü kaybedildi.
Bu, affedilemez ve Almanya'nın 2. Dünya Savaşından sonra Nazi rejiminin suçları için tazminat ödemek zorunda kalması gibi, Irak halkına yönelik kitlesel imhaya ve soykırıma doğrudan katılmış olan ülkelerin, sonunda silah zoruyla kabul ettirilen yozlaşmış siyasi süreçten kurtulması için Iraklıları desteklemesi, Iraklıların ülkelerini yeniden inşa etmesi ve iyileştirmesi için bedel ödemesi adil olacaktır. Yoksa muhtemelen bu bin yılın şimdiye kadarki en büyük suçu için kimi sorumlu tutacağımızı hepimiz biliyoruz.