Amerika'nın Sesi | Dilge Timoçin
ABD’nin hava ve kara kuvvetleri tam 20 yıl önce bugün, dönemin Başkanı George W. Bush'un deyimiyle ülkeyi silahsızlandırmak, halkını özgürleştirmek ve "dünyayı büyük bir tehlikeden korumak" amacıyla Irak'ı işgal etti.
Bush, 19 Mart 2003 tarihinde Oval Ofis'te gece geç saatlerde yaptığı konuşmada, Irak lideri Saddam Hüseyin'in kitle imha silahlarına sahip olduğu iddiasından söz etmedi; ancak işgalin gerekçesi buydu.
Gerekçe, Dışişleri Bakanı Colin Powell tarafından haftalar önce BM Güvenlik Konseyi toplantısında ortaya konmuştu. Powell 5 Şubat 2003’te kitle imha silahlarının varlığı ile ilgili, "Meslektaşlarım, bugün yaptığım her açıklama kaynaklarla, sağlam kaynaklarla desteklenmektedir. Bunlar iddia değildir. Size verdiğimiz bilgiler sağlam istihbarata dayanan gerçekler ve sonuçlardır" demişti.
Sadece iki yıl sonra bu istihbaratın “hatalı olduğunu’’ ABD kabul etti. 31 Mart 2005’te ABD’nin İstihbarat Yetenekleri Komisyonu Eş Başkanı Laurence Silberman, "İstihbarat camiası, kitle imha silahlarının varlığı konusunda kesin olarak ve bütünüyle yanıldı" dedi.
"Mantar bulutlarına atıfla iddialar büyütüldü"
Uluslarası ilişkiler uzmanı Jessica Matthews, bu iddiaların 2002’nin başında küçük çaplı başladığı ancak yıl içinde kitle imha silahlarının çeşitli türlerinin birbirine karıştırılarak büyütüldüğü görüşünde.
Washington’un etkili düşünce kuruluşlarından CATO Enstitüsü’nün Irak Savaşı’nın 20’nci yıldönümü için düzenlenen etkinlikte konuşan Matthews, “Yani kimyasal, biyolojik, nükleer hepsine kitle imha silahı denildi. Irak’ın sahip olduğu kimyasal silahlar çok küçük bir tehditti. Nükleer derseniz, muazzam bir tehditten bahsedersiniz. İkisini bir araya getirdiğinizde kafa karışıklığı ortaya çıkar’’ dedi.
Düşünce kuruluşu Carnegie’nin kıdemli üyelerinden Matthews, Başkan Bush, Başkan Yardımcısı Dick Cheney ve dönemin ulusal güvenlik danışmanı Condoleezza Rice’ın atom bombasının atılmasıyla ortaya çıkan mantar bulutlarına açıkça atıfta bulunmasını da hatırlatarak, “Dolayısıyla Amerikalılar’ın Cheney'nin deyimiyle ölümcül bir tehditle karşı karşıya olduklarını düşünmeleri oldukça anlaşılabilir bir durum’’ diye konuştu.
Beş aydan sekiz yıla
Dönemin Savunma Bakanı Donald Rumsfeld ise işgalden yaklaşık 5 ay önce, savaşın " uzun sürmeyeceği" tahmininde bulunuyor; "1990'lardaki Körfez Savaşı sahada beş gün sürdü. Bugün Irak'ta güç kullanımının beş gün mü, beş hafta mı yoksa beş ay mı süreceğini söyleyemem. Ancak bundan daha uzun sürmeyeceği kesin" diyordu.
Bush, 1 Mayıs 2003'te "görev tamamlandı" konuşması yaptı. Ancak işgal Saddam'ı devirmeyi başarmış olsa da, ne kitle imha silahlarının saklandığı gizli bir zulayı ortaya çıkardı; ne de ABD gerçek bir zafere imza attı.
Bağdat'ın düşmesinden sonraki günler ve haftalarda isyan giderek kök saldı ve ABD güçleri sık sık düşman milislerin ateşi altında kalmaya başladı.
Sekiz yıl boyunca sahada kalan ABD, son 20 yılda yaklaşık 4 bin 600 askerini kaybetti ve çoğu sivil olmak üzere en az 270 bin Iraklı öldürüldü.
Brown Üniversitesi'ndeki "Savaşın Maliyetleri" projesinin geçen hafta yayınlanan tahminlerine göre, Iraklı ve Suriyeli siviller, askerler, polisler, muhalif savaşçılar, basın mensubu ve diğer can kayıpları dahil edildiğinde, projenin toplam ölü sayısı tahmini, 550 bin ile 584 bin arasında. Üstelik bu sayı sadece savaşın doğrudan sonucu ölenleri kapsıyor. Hastalık, yerinden edilme ya da kıtlık kaynaklı dolaylı ölümler dahil değil.
"Son 60 yılın en kötü kararı"
ABD Başkanı Ronald Reagan'ın özel asistanlığını yapmış bir isim olan CATO Enstitüsü uzmanı Doug Bandow’a göre Irak’ı işgal kararı sadece Bush yönetiminin en kötü kararı değil, Vietnam Savaşı döneminden bu yana son 60 yılda herhangi bir ABD başkanının da en kötü dış politika kararıydı.
“Bu karar, ufak tefek sorunlar yaratmadı. Bu, Ortadoğu genelinde ve Ortadoğu halkları için korkunç sonuçları olan bir karardı. Irak'ta kanıtlar çok zayıftı ve ortaya atılan iddiaların birçoğunun tartışmalı, ihtilaflı ve şüpheli olduğu biliniyordu. Yönetim içinde bu iddialara şüpheyle yaklaşan herkes, ideolojik olarak etrafta olması istenmeyen, güvenilir olmayan kişiler olarak görülüyordu. Halkın histerisi ile siyasi fırsatçılığı biraraya getirdiğinizde çok ama çok kötü bir karışım elde edersiniz’’ diyen Bandow, 'her şeye değdi' diyenlerin, asla maliyetten bahsetme zahmetine girmemelerini de eleştirdi.
IŞİD ortaya çıktı, İran gücünü artırdı
Bush’un zafer konuşmasından sadece 20 gün sonra ABD'nin Irak ordusunu dağıtma kararı alması ise çatışmalarda dönüm noktası oldu. Savaş eğitimi almış neredeyse 400 bin Iraklı işsiz ve gelirsiz kalmıştı.
Bu karar isyanı körükledi; hatta bazı uzmanlara göre IŞİD’in terör örgütünün ortaya çıkmasına yardımcı oldu. 2011 yılında ABD askerlerinin Irak'tan çekilmesiyle oluşan boşluğu IŞİD militanları doldurarak Irak ve Suriye'nin yaklaşık üçte birini ele geçirdi.
Bir yandansa Irak'ta Saddam'ın azınlık Sünni yönetiminin sona ermesi ve yerine Şii çoğunluklu bir hükümetin geçmesi, İran'ın bölgede, özellikle de Suriye'de nüfuzunu derinleştirmesine neden oldu.
Maryland Üniversitesi Enver Sedat Barış ve Kalkınma Kürsüsü üyesi Profesör Shibley Telhami’ye göre Ortadoğu'nun genelinde Irak’ın işgali kadar sonuçları yıkıcı olan başka bir şey yok.
CATO Enstitüsü’nün etkinliğinde konuşan Telhami, “Irak'ın yıkılması ile İran'ın etkisinin artması ve Körfez'de ortaya çıkan güvensizlik, İran ve Suudi Arabistan arasında inanılmaz bir vekalet savaşına yol açtı. Dolayısıyla Yemen'i harap eden, Suriye, Irak, Lübnan ve ötesinde yıkıcı olan vekalet savaşları büyük ölçüde bu savaşın bir ürünüdür’’ dedi.
Tahran ve Riyad’ın geçen hafta Çin’in arabulucuğuyla ilişkileri yeniden tesis edeceklerini açıklamasına da değinen Telhami, bölgede etkisi azalan ABD’nin tutumuyla ilgili, “Şimdi İran ve Suudi Arabistan'ın aralarındaki bu korkunç yıkıcı savaşların bazılarını hafifletmek için biraraya gelmelerinden memnun olmamamız gerektiğini düşünmek, bence sadece Ortadoğu'daki gerçekliği ve Ortadoğu'daki halkları dar bir prizmadan düşünmek değil, aynı zamanda bu yıkıma neden olan kendi rolümüzü de kavramamaktır’’ yorumunda bulundu.
ABD Başkanı Barack Obama, Bush yönetimi tarafından belirlenen zaman çizelgesini takip edip, 2011’de Irak’tan ABD askerlerinin dokunulmazlıklarını güvence altına alamadığı gerekçesiyle çekilme kararı aldı.
"Irak’ta 2 bin 500 ABD askeri tamamen saçma bir görevin içinde"
Ancak Obama, 2014 yılında Irak'a askerleri geri gönderdi ve yaklaşık 2 bin 500 asker hala orada. 2015 yılında da yaklaşık 900 ABD askeri, Suriye'ye konuşlandırıldı. Her iki ülkedeki ABD güçleri de Kuzey Afrika'dan Afganistan'a kadar aktif olan IŞİD militanlarıyla mücadele ediyor.
Irak Savaşı’nda görev yapmış eski deniz piyadesi ve siyaset bilimci Dan Caldwell ise işte bu nedenle Irak savaşının geçmişte kalmadığını hatırlamak gerektiğini söylüyor.
Washington’daki düşünce kuruluşlarından Amerika’yı Yenileme Merkezi’nin başkan yardımcısı olan Caldwell, “Irak'ta hala 2500 askerimiz var. Aslında bu sayı daha da yüksek olabilir çünkü Biden yönetimi de tıpkı önceki yönetimler gibi Kuveyt'ten asker kaydırma taktiği uyguluyor. Böylece Irak'taki personel rakamlarında görünmüyorlar. Yani bu sayı hareket ettirilen birliklere bağlı olarak 3 bin hatta 4 bin kadar olabilir. Felluce Savaşı'nda ya da 2003 işgali sırasında gördüğünüz gibi çatışmanın en yoğun anında değiller. Ancak düzenli olarak, özellikle batıda ve Ayn El Esad hava üssünde insansız hava araçları ya da roketlerle vurulan ya da bombalanan birliklerimiz var. Deniz Piyadeleri'ndeydim ve bana hep şu söylenirdi: Hey, eğer bir roket tarafından vuruluyorsanız, roket tarafından vuruluyorsunuzdur ve bu savaştır’’ dedi.
Pek çok kişinin Irak'a yayılmış birkaç üsteki 2 bin 500 ABD askerinin bir şekilde Irak'ta artan İran etkisine karşı bir siper olduğu fantezisini ileri sürdüğünü söyleyen Caldwell, “Tamamen saçma bir görevin içindeler. Ancak varlıklarıyla ilgili en tehlikeli şey, daha büyük bir bölgesel savaşın tetikleyicisi olmaları. Son birkaç yılda bunun neredeyse defalarca gerçekleştiğini gördük. Bunun gerçekleşme riski hala var ve bence Avrupa'da olup bitenleri, Doğu Asya'da yükselen gerilimi göz önünde bulundurduğumuzda, ihtiyacımız olan son şeyin Ortadoğu'da yeni bir büyük savaş olduğunu söylemeye gerek yok’’ ifadelerini kullandı.
"Karar vericiler bedel ödemedi"
Peki 20 yılın sonunda ABD bu işgalin hesabını verdi mi ve yeni bir savaş ya da işgal olasılığı nasıl engellenebilir?
Akademik camianın büyük bölümünün ilk soruya yanıtı ‘’Hayır.’’ CATO Enstitüsü’nün etkinliğinde konuşan uluslararası ilişkiler uzmanı Ahsan Butt, bu savaştan ve savaşa girme kararından sorumlu olan kişilerin hiçbirinin itibar ya da mesleki bir bedel ödemediğine dikkat çekti.
“Condoleeza Rice Stanford Üniversitesi’nde çok rahat bir iş buldu. Paul Wolfowitz Dünya Bankası'na girdi, George W. Bush ve Dick Cheney'nin itibarları Donald Trump'ın göreve başlamasıyla tamamen aklandı’’ diyen Butt, benzer bir işgal ya da savaşın nispeten yakın bir zamanda ve nispeten kolay bir şekilde gerçekleşebileceğini de savundu; zira kimsen ABD'nin Irak'a neden gittiğinin sonuçlarıyla gerçekten ilgilenmedi.
CATO Enstitüsü uzmanı Doug Bandow da “Dünyanın en güçlü ülkesi olmak, buna rağmen bu büyüklükte bir hata yapmak ve bunun bedeli muhtemelen daha önce olduğu gibi aynı insanlara benzer bedeller ödeterek gelecekte de benzer maceraların peşinden gidilebilecek olunması büyük bir trajedi’’ diye konuştu.
"Oval Ofis değil Kongre"
Bandow’a göre böyle bir olasılığı engellemenin en önemli yollarından biri ABD Kongresi’nin denetim konusunda ciddi ve aktif bir rol üstlenmesinden geçiyor. Bandow, “Bugün yasa koyucular daha çok Başkan'ın zor kararları almasına izin vermeyi tercih ediyor. Sonrasında süreç düzgün ilerlerse alkışlıyorlar; iyi gitmezse şikayet edebiliyorlar. Bu tür kararların halkın temsilcilerinin vermesi gerektiği ve Oval Ofis'teki tek bir kişiye emanet edilmemesi gerektiği konusunda ısrarcı olmalıyız’’ önerisinde buluyor.
Carnegie Uluslararası Barış Vakfı’ndan Jessica Matthews da 2003’te Irak Savaşı’na giden dönemde daha fazla Kongre üyesi kitle imha silahları konusunda ‘’Ulusal İstihbarat Tahmini’’ raporunu okusaydı, ortada gerçek bir tehdit olmadığını görebileceklerini savundu.
Matthews, “Düşünce kuruluşları işlerini yapmadı. Akademi görevini yapmadı, kamuoyu görevini yapmadı ve Kongre görevini yapmadı. Bence 2002 işgaline giden süreçte 2002 yılında yaşananlar için en uygun bir kelime: izdiham…’’