Modernleşme ve demokratikleşme sancıları yaşayan İran’ın geçirdiği sosyolojik dönüşüm, ülkedeki sosyo-politik dinamiklerin güç ve iktidar mücadelesinde farklı bir evreye girildiğini göstermektedir. Bu açıdan cumhurbaşkanlığı seçimleri oldukça önem arz ediyor. Zira devrim sonrası tesis edilen yeni düzende İslamiyet ve Cumhuriyet gibi iki temel kavram sentezlenerek yeni bir siyasal düzen ortaya çıkarılmıştır. İslamiyet’i temsilen Veliy-i Fakih/Devrim Önderi ve cumhuriyeti temsil eden cumhurbaşkanı arasında zaman zaman güç mücadelesi yaşanmaktadır.
19 Mayısta gerçekleştirilecek olan on ikinci dönem cumhurbaşkanlığı seçimleri, modernleşme ve demokratikleşme mücadelesi yürüten Ruhani önderliğindeki Reformist-Ilımlı koalisyonu ile Devrim Önderi, Devrim Muhafızları ve Yargı gibi statüko yanlısı güç sahipleri arasında çetin bir mücadele alanına dönüşmüş durumdadır.
“Şimdiye kadar ülkede gerçekleştirilen her cumhurbaşkanlığı seçimi döneminin kritik koşullarından dolayı farklı bir atmosferde yaşanmıştır."
İran 12. dönem cumhurbaşkanlığı seçimleri için 19 Mayıs’ta sandık başına gitmeye hazırlanıyor. Şimdiye kadar ülkede gerçekleştirilen her cumhurbaşkanlığı seçimi, döneminin kritik koşullarından dolayı farklı bir atmosferde yaşanmıştır. 1979 yılının hemen akabinde yapılan seçimler devrimin özel koşulları altında geçti ve Paris’ten Tahran’a dönüş yolunda Ayetullah Humeyni’ye eşlik eden aday Ebu’l Hasan Benisadr 1979 yılında İran İslam Cumhuriyeti’nin ilk cumhurbaşkanı oldu. Ancak Benisadr, İslam Cumhuriyetinin yönetici kadrolarıyla ters düşünce tasfiye edildi ve 1981’de yurtdışına kaçtı. İkinci Cumhurbaşkanı Muhammed Ali Recai ise, 2 Ağustos 1981’de göreve başlamasının üzerinden henüz bir ay geçmemişken uğradığı suikast sonucu 30 Ağustos 1981’de hayatını kaybetti ve İranlılar devrimi takip eden yaklaşık bir buçuk yıllık zaman diliminde üçüncü kez sandık başına gitmek zorunda kaldılar. Ülkenin üçüncü cumhurbaşkanı seçilen Seyyid Ali Hamenei ise 1981-1989 İran-Irak Savaşı'na denk gelen yılların neredeyse tamamında bu görevi yürüttü ve 1989 yılında Ayetullah Humeyni’nin ölmesi üzerine ikinci Devrim Rehber’i olarak seçildi. Hamenei’nin cumhurbaşkanlığındaki halefi Ekber Haşimi Rafsancani ise görevde kaldığı 1989- 1997 yılları arasında “yapım ve onarım cihadı” adı altında ülkeyi savaşın meydana getirdiği yıkım halinden kısmen de olsa çıkarmayı başardı. Genel bir değerlendirme olarak, 1997 yılına kadar seçmenlerin cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki davranışlarına toplumsal ve bireysel ihtiyaçlar ve talepler gibi faktörlerin değil, adayların karizmatik Devrim Rehberi’ne olan yakınlığının yön verdiğini söylemek mümkündür.
“Ahmedinejad’ın ikinci defa göreve seçildiği 2009 seçimlerinin ardından yaşanan olaylar, İran’ın geçirmekte olduğu sosyolojik dönüşümde her on yılda bir nesiller arası mesafenin daha da derinleşmesiyle, geri dönülemez bir sürece girdiğinin kanıtıydı. Özellikle kentli kesimlerin artan özgürlük ve demokratikleşme talepleri karşısında rejim beka kaygılarını daha yoğun yaşamaya başlamıştı.”
Devrim coşkusunun dindiği ve savaş koşullarından uzaklaşıldığı 1990’ların sonunda İran halkı farklı bir söylemle karşılarına çıkan reformist Muhammed Hatemi’yi 1997 yılında ülkelerinin beşinci cumhurbaşkanı olarak seçtiler. Hatemi 2005 yılına kadar iki dönem yürüttüğü cumhurbaşkanlığı boyunca önemli sosyolojik dönüşümler geçirmekte olan toplumuna sınırlı da olsa bir açılım ve özgürlük getirmeyi başardı. Hatemi’li yılların bu yönüyle oldukça sancılı geçtiğini dikkate almak gerekmektedir. Rejimin yerleşik güç odakları, Hatemi’nin politikalarını ve onun etrafında oluşan toplumsal talepleri kaygıyla izlerken baş gösteren meşruiyet sorunu nedeniyle sert önlemler almakta gecikmedi. 1999’da üniversite öğrencilerinin etkili olduğu protestolar ve akabinde yaşanan olaylar bu gerginliğin bir sonucudur. İran 2000’lere demokratikleşme çabalarıyla girdi. Hatemi döneminin sona ermesiyle 2005 yılında İran sıra dışı bir cumhurbaşkanlığı seçimi yaşadı, ülke içinde ve dışında hiç kimsenin şans vermediği bir aday olan Mahmud Ahmedinejad sürpriz şekilde ülkenin altıncı cumhurbaşkanı seçildi. Ahmedinejad’ın ikinci defa göreve seçildiği 2009 seçimlerinin ardından yaşanan olaylar, İran’ın geçirmekte olduğu sosyolojik dönüşümde her on yılda bir nesiller arası mesafenin daha da derinleşmesiyle, geri dönülemez bir sürece girdiğinin kanıtıydı. Özellikle kentli kesimlerin artan özgürlük ve demokratikleşme talepleri karşısında rejim beka kaygılarını daha yoğun yaşamaya başlamıştı. Ahmedinejad’ın reformist Mir Hüseyin Musevi ve Mehdi Kerrubi karşısında elde ettiği seçim zaferinin şaibeli olduğunu savunan kesimler sokaklara çıktılar ve Yeşil Hareket olarak bilinen protestolar zincirini başlattılar. Protestolar kanlı birşekilde bastırıldı. Çok sayıda insan olaylar esnasında ya da işkence altında yaşamını yitirdi. Birçok siyasetçi, aydın, akademisyen ve aktivist tutuklandı. Daha sonra olaylara zararlı saiklerle ve kışkırtma sonucu katıldıklarına dair “itirafname” imzalatılan tutuklulardan bazıları serbest bırakıldı. Arap Baharı’nın patlak vermesinden kısa bir süre önce yaşanan bu olaylar nedeniyle ülkede güvenlik tedbirleri üst seviyeye çıkarılmıştı. Arap Baharı rejimin güvenlik kaygılarını daha da kritik bir hale getirmiştir.
2009 seçimleri sonrasında yaşanan olayların sorumlusu olarak görülen iki reformist lider Mir Hüseyin Musevi ve Mehdi Kerrubi, İran halkını Arap Baharı münasebetiyle ayaklanmış halklara destek amacıyla bir kez daha sokaklara dökünce herhangi bir yargılanmaya tabi tutulmadan Milli Güvenlik Yüksek Konseyi kararıyla ev hapsine alındılar. Öte taraftan Hamenei’nin özel iltifatlarına mazhar olmuş olan Ahmedinejad sürpriz çıkışlarına devam etti ve Devrim Rehberi ile önemli görüş ayrılıklarına düştü. İki dönemini dolduran Ahmedinejad kanunlar gereği tekrar aday olamadı. Ahmedinejad’ın desteklediği aday İsfendiyar Rahim Meşai’nin adaylığı Anayasayı Koruyucular Konseyi tarafından veto edildi. Ahmedinejad’ın geride bıraktığı İran içeride sosyo-politik olarak kutuplaşmış, dış politikada da ağır ambargolar altında büyük ekonomik çıkmaza girmiş bir ülke durumundaydı.
İranlılar ülkelerinin yedinci cumhurbaşkanını seçmek için 2013 yılında sandık başına gittiklerinde yaşam kalitesi, daha iyi bir gelecek, devletin toplumsal hayata asgari müdahalesi ve benzer birçok alanda beklentiye sahip oldukları gibi dünyayı da daha yakından takip etmekteydiler. Bütün bu faktörleri dikkate almak ülkedeki yerleşik güç odaklarının hareket alanlarının sınırsız olmadığını görmek açısından önemlidir. 2013 yılı cumhurbaşkanlığı seçimlerinin kazananı muhafazakâr bir siyasi geçmişten gelen ve devletin en kritik kurumlarında önemli görevlerde bulunmuş olan ancak seçmenin karşısına ılımlı bir siyasi söylemle çıkan Hasan Ruhani oldu. 1999 ve 2009 olaylarının ardından seçime katılıp katılmamak konusunda kararsız kalanların varlığına rağmen reformistlerin önemli bir kesimi Hasan Ruhani’yi desteklemişti. Zira kendi adayları Muhammed Rıza Arif’in kazanma şansı çok yüksek görülmemekteydi. Ruhani’nin zaferi aynı zamanda ılımlı muhafazakârlar ve reformcuların “Ümit Fraksiyonu” olarak isimlendirdikleri oluşumun meyvesini vermesi anlamına geliyordu.
“Finans ve bankacılık sektörlerinin derin krize girdiği, İran’ın uluslararası ticaretinin son derece düşük düzeyde seyrettiği ve işsizliğin zirve yaptığı bir ortamda Ruhani Hükümetinin en önemli başarısı tek haneli rakamlara indirdiği enflasyonu kontrol altına almak olmuştur.”
2009 seçimleri sonrasında yaşanan olayların sorumlusu olarak görülen iki reformist lider Mir Hüseyin Musevi ve Mehdi Kerrubi, İran halkını Arap Baharı münasebetiyle ayaklanmış halklara destek amacıyla bir kez daha sokaklara dökünce herhangi bir yargılanmaya tabi tutulmadan Milli Güvenlik Yüksek Konseyi kararıyla ev hapsine alındılar. Öte taraftan Hamenei’nin özel iltifatlarına mazhar olmuş olan Ahmedinejad sürpriz çıkışlarına devam etti ve Devrim Rehberi ile önemli görüş ayrılıklarına düştü. İki dönemini dolduran Ahmedinejad kanunlar gereği tekrar aday olamadı. Ahmedinejad’ın desteklediği aday İsfendiyar Rahim Meşai’nin adaylığı Anayasayı Koruyucular Konseyi tarafından veto edildi. Ahmedinejad’ın geride bıraktığı İran içeride sosyo-politik olarak kutuplaşmış, dış politikada da ağır ambargolar altında büyük ekonomik çıkmaza girmiş bir ülke durumundaydı.
İranlılar ülkelerinin yedinci cumhurbaşkanını seçmek için 2013 yılında sandık başına gittiklerinde yaşam kalitesi, daha iyi bir gelecek, devletin toplumsal hayata asgari müdahalesi ve benzer birçok alanda beklentiye sahip oldukları gibi dünyayı da daha yakından takip etmekteydiler. Bütün bu faktörleri dikkate almak ülkedeki yerleşik güç odaklarının hareket alanlarının sınırsız olmadığını görmek açısından önemlidir. 2013 yılı cumhurbaşkanlığı seçimlerinin kazananı muhafazakâr bir siyasi geçmişten gelen ve devletin en kritik kurumlarında önemli görevlerde bulunmuş olan ancak seçmenin karşısına ılımlı bir siyasi söylemle çıkan Hasan Ruhani oldu. 1999 ve 2009 olaylarının ardından seçime katılıp katılmamak konusunda kararsız kalanların varlığına rağmen reformistlerin önemli bir kesimi Hasan Ruhani’yi desteklemişti. Zira kendi adayları Muhammed Rıza Arif’in kazanma şansı çok yüksek görülmemekteydi. Ruhani’nin zaferi aynı zamanda ılımlı muhafazakârlar ve reformcuların “Ümit Fraksiyonu” olarak isimlendirdikleri oluşumun meyvesini vermesi anlamına geliyordu.
2013’te göreve gelen Ruhani’nin gündeme aldığı ilk dosya nükleer krizdi. Devrim Rehberi’nin de onay vermesiyle başlayan müzakereler 2015’in ortalarında ancak sonuçlanabildi ve 2016 Ocak itibariyle Kapsamlı Ortak Eylem Planı olarak bilinen Nükleer Anlaşma yürürlüğe girdi. Dört yıllık görev süresinin yaklaşık üç yılını nükleer krizi çözmeye harcayan Ruhani, iç politikada o kadar şanslı değildi. Finans ve bankacılık sektörlerinin derin krize girdiği, İran’ın uluslararası ticaretinin son derece düşük düzeyde seyrettiği ve işsizliğin zirve yaptığı bir ortamda Ruhani Hükümetinin en önemli başarısı tek haneli rakamlara indirdiği enflasyonu kontrol altına almak olmuştur. Nükleer Anlaşma, Kara Paranın Aklanmasının Önlenmesine İlişkin Mali Çalışma Grubuna (FATF) üyelik ve yeni petrol anlaşmaları gibi hamlelerin ülke ekonomisini devlet kontrolünden çıkardığını düşünen Devrim Rehberi, Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) ve Yargı gibi yerleşik güçler bu tehdidi bertaraf etmek için bir etkisizleştirme politikasını devreye soktular. Söz konusu güçlerin bu anlamda başarılı olduklarını söylemek mümkündür. Ruhani’nin Nükleer Anlaşmadan umduğunu bulamamasında kuşkusuz 2016 yılının sonlarında ABD’de Obama döneminin bitip İran aleyhtarı tavrıyla bilinen Donald Trump’ın yönetime gelmesinin de etkisi olmuştur. Ülkedeki yerleşik düzenin Ruhani karşıtı stratejisinin ikinci aşaması Ruhani’nin ikinci dönem cumhurbaşkanlığı yapmasını doğrudan engellemek için adaylık başvurusunu veto etmek yerine, seçimler yoluyla muhafazakâr bir isimle ikame ederek sistemi yeniden tamamen kontrol altına almaktır. İran bu koşullar altında 19 Mayıs Cuma günü gerçekleştirilecek on ikinci dönem cumhurbaşkanlığı seçimlerine hazırlanmaktadır. Seçimleri denetleme ve aday adaylarının durumlarını inceleme yetkisine sahip Anayasayı Koruyucular Konseyi, 1600’ün üzerindeki başvurudan sadece altı adaya seçimlerde yarışma vizesi vermiştir Bu altı aday Hasan Ruhani, İshak Cihangiri, Seyyid Mustafa Haşimitaba, Seyyid İbrahim Reisi, Mustafa Mir Selim ve Muhammed Bakır Kalibaf’tır.
Kaynak: İran Araştırmaları Merkezi / Mehmet Koç