İran, I. Dünya Savaşı esnasında tarafsız kalmasına rağmen Türk, Rus ve İngilizler’in çekişme alanı oldu. 1917’de Bolşevik İhtilâli sebebiyle Ruslar’ın bölgeden çekilmesi üzerine 1919 tarihli antlaşmaya göre İran tamamen İngilizler’in kontrolü altına girdi. Ancak Sovyetler Birliği ile yapılan 1921 tarihli antlaşmayla İngilizler’in baskısından kurtulabildi. Aynı yıl darbe ile yönetimi ele geçiren Rızâ Han cumhuriyeti ilân etmeyi düşündü. Fakat ulemânın muhalefeti sebebiyle bu fikrinden vazgeçti. 1923 yılında Ahmed Şah’ı tahttan indiren Rızâ Şah Pehlevî Aralık 1925’te kendini şah ilân etti. Böylece İran’da Kaçarlar dönemi kapanmış, Pehlevî dönemi başlamış oldu.
Pehleviler devri
Kaçarlar devrinde geleneksel yapısından sıyrılmaya yüz tutan İran, Rızâ Şah Pehlevî’nin Batılılaşma ve modernizasyon uygulamalarıyla daha büyük değişimler yaşadı. Herhangi bir doktrini ya da ideolojisi olmadan son derece köklü reform programına yönelen Rızâ Şah işe önce askeriyeden başladı. Bütçenin üçte birini orduya ayırdı. Kamu hizmetlerini Batı tarzında düzenledi. 1926’da ceza hukukunu, 1928’de medenî hukuku yürürlüğe koydu. Kız ve erkek çocuklar için eğitim mecburi tutuldu. Hukuk ve eğitim alanlarında yapılan düzenlemeler İslâm hukukunun göz ardı edilmesine, ulemânın mevkiinin ciddi şekilde sarsılmasına yol açtı. Ekonomide de birtakım hamlelere girişen Rızâ Şah, İngiltere ve Rusya karşısında İran ekonomisini güçlendirmek için pek çok sektörde devlet tekelleri kurdu. Siyasî partileri, sendikaları ve basını tamamıyla kendi kontrolü altına aldı ve meclisi yalnızca bir imza makamı haline getirdi.
Rızâ Şah döneminde meydana gelen önemli gelişmelerden biri de Almanlar’ın siyasî ve iktisadî olarak İran’a sızmasıdır. Bunun üzerine İngiltere ve Rusya, 1941 yılında Rızâ Şah’a bir ültimatom vererek casus telakki ettikleri pek çok Alman’ın sınır dışı edilmesini istediler. Şahın reddetmesi üzerine 25 Ağustos 1941’de İngiliz ve Rus askerî birlikleri İran’ı işgal ederek şahı tahttan indirdiler. Johannesburg’a sürgüne gönderilen Rızâ Şah Pehlevî burada 1944’te ölünce İngiliz ve Amerikalılar’ın muvafakatiyle oğlu Muhammed Rızâ İran tahtına geçti.
Muhammed Rızâ Şah iktidara gelir gelmez bir taraftan Âyetullah Kâşânî’nin başını çektiği Fidâiyyân-ı İslâm, diğer taraftan 1942 yılında kurulmuş olan solcu Tudeh Partisi’nin baskısıyla karşılaştı. Tudeh Partisi, 1945’te Ruslar’ın da desteğiyle Azerbaycan ve Kürdistan’daki merkezî otoriteyi yıktı. Ruslar’ın 1946 Mayısında bölgeden çekilmesiyle destekten mahrum kalan Otonom Azerbaycan Cumhuriyeti ile Kürdistan Cumhuriyetçi Halk Partisi İran ordusuna karşı direnemeyerek çöktüler.
1941 yılında Almanlar’ın İran’dan çıkarılmasıyla boşalan üçüncü güç faktörünü Amerika Birleşik Devletleri doldurdu. Bu tarihten sonra Amerikalılar’ın İran’daki nüfuzu ve askerî varlığı giderek güçlendi. Nihayet 1947’de Truman doktrinine İran’ın da dahil edilmesiyle İran’ın siyasî konumu belirginleşmiş oldu. Öte yandan Tudeh Partisi’nin şiddete başvurması üzerine ülke anarşiyle karşı karşıya kaldı. Bir Tudeh üyesi Şubat 1949’da şaha suikast düzenleyince parti kapatılarak ülkede sıkı yönetim ilân edildi. Aynı yıl Muhammed Musaddık’ın başını çektiği Cephe-i Millî kuruldu. Cephe-i Millî, Hizb-i Zahmetkeşân, Hizb-i Millet-i Îrân, Câmia-yi Mücâhidîn-i İslâm, Fidâiyyân-ı İslâm ve çeşitli sol entelektüellerin bir araya gelerek Şah Muhammed Rızâ’nın diktatörlüğüne karşı oluşturduğu bir hareketti.
Şah, 1950’de hânedanın topraklarını topraksız köylülere dağıtmak üzere kurduğu bir vakfa transfer etti. Ancak başbakanlığa getirdiği Ali Rezmârâ’nın 1951 yılı Mart ayında bir Fidâiyyân-ı İslâm üyesi tarafından öldürülmesi yüzünden şahın bu teşebbüsü sonuçsuz kaldı. 29 Nisan 1951’de başbakan olan Musaddık petrolü millîleştirdi. Bu arada Cephe-i Millî ittifakı çözülmeye başladı. Musaddık’ın uygulamalarından rahatsız olan muhafazakâr kanat desteğini çekti. İran diğer taraftan, Batılı şirketlerin uyguladığı ambargo sebebiyle yaklaşık üç yıl boyunca petrol gelirlerinden mahrum kaldı. Ülke ekonomik krizle yüzyüze geldi. Musaddık giderek bir diktatör gibi hareket etmeye başladı. Önce senatoyu, Temmuz 1952’de anayasa mahkemesini, Ağustos 1953’te de meclisi kapattı. Sıkı yönetim ilân ederek basını susturdu. Neticede Cephe-i Millî tamamıyla dağıldı. 13 Ağustos’ta Musaddık azledilerek yerine General Zâhidî getirildi. Musaddık’ın direnmesi üzerine şah geçici bir süre ülkeyi terk etmek zorunda kaldı, fakat Zâhidî’nin Tahran’da kontrolü ele geçirmesi üzerine geri döndü.
Petrol krizi Musaddık’ın devrilmesinden sonra Ağustos 1954’te çözüldü. Buna göre İngiliz, Amerikan, Hollanda ve Fransız firmalarından oluşan bir konsorsiyum İran Millî Petrol Şirketi adına petrol çıkaracaktı. İran 3 Kasım 1955 tarihinde Türkiye, Irak, Pakistan ve İngiltere’nin oluşturduğu Bağdat Paktı’na girdi. 1959’da Irak’ın ayrılmasıyla pakt Merkezî Antlaşma Teşkilâtı (CENTO) adını aldı. 1957 yılında Amerika’nın yardımlarıyla istihbarat örgütü Sâzmân-ı Ittılâât ve Emniyyet-i Kişver (SAVAK) kuruldu. Ülkede gelir dağılımını dengelemek üzere 1958’de Bünyâd-ı Pehlevî adıyla bir vakıf tesis edildi. 1961’de şah değeri 47.500.000 sterlini bulan kendi mülkiyetindeki çiftlikleri, köyleri, otelleri ve tanker filosundaki hisselerini bu vakfa devretti.
Devrime giden süreç
Şahın hayata geçirdiği en önemli uygulama 15 Ocak 1962 tarihli toprak reformudur. Buna göre toprak sahipleri birden fazla köyü ellerinde bulunduramayacak, fazla topraklar devlet tarafından satın alınıp topraksız köylülere dağıtılacaktı. Aslında toprak reformu, Ocak 1963 tarihli referandumla kabul edilmiş olan ve içinde kadın haklarının iyileştirilmesi, okuma yazma seferberliği gibi radikal reformlar da bulunan şahın altı maddelik programının bir parçasıdır. “Ak Devrim” olarak bilinen bu programla şahın gerçek hedefi, kendisiyle halk arasındaki iletişimi engellediğine inandığı aşiret, ulemâ ve toprak zenginleri gibi güç odaklarını ortadan kaldırmaktı. Şahın bu niyetini anlayan ulemâ ve Cephe-i Millî Ak Devrim’e karşı çıktı. Eylül 1963’te seçimlere gidildi. Cephe-i Millî’nin boykot ettiği seçimlerde yeni kurulmuş olan ve şahın programını destekleyen Millî Birlik Partisi mecliste çoğunluğu elde etti.
Bu arada şahla ulemâ arasındaki çekişme 1963 yılında doruğa ulaştı. Toprak reformu konusunda referanduma gidilmesinin teklif edilmesi ve Kum şehrinde ulemânın faaliyetlerinin polis tarafından engellenmesi üzerine Âyetullah Humeynî liderliğinde mitingler yapıldı. Tutuklanarak ölüm cezasına çarptırılan Âyetullah Humeynî, Âyetullah Şerîatmedârî’nin girişimiyle ölümden kurtularak önce Türkiye’ye, sonra da Irak’a sürgüne gönderildi.
Öte yandan Ak Devrim’le sosyal ve ekonomik kalkınmanın gerçekleşeceğini düşünen şah tam aksi bir sonuçla karşılaştı. Sermaye ve teknik donanımdan yoksun çiftçi, toprak reformu ile elde ettiği toprağını tefecilere ve eski toprak sahiplerine kaptırdı. Bunun sonucunda şehirlere göç eden milyonlarca insan buralarda işsizler ordusu meydana getirdi. Petrol gelirlerinin halka yansımaması, aşırı silâhlanma, yüksek enflasyon ve en ufak muhalefetin İran Gizli Servisi tarafından sert bir tavırla bastırılması, hayat standartları iyice düşmüş olan halkın şaha karşı olan nefretini giderek artırdı.
Bu ekonomik tablonun yanı sıra dinî düşüncedeki birtakım gelişmeler de halkın faal olmasında etkiliydi. "Gaip imamın" dönüşünü beklemektense ulemânın aktif biçimde siyasete katılmasını savunan Mehdî Bâzergân’ın yanı sıra Şîa’yı bir protesto hareketi olarak telakki eden Ali Şerîatî’nin görüşleri de kitleler üzerinde tesirli oluyordu. Öte yandan sürgünde bulunduğu Irak’taki faaliyetleriyle Âyetullah Humeynî de İran’daki gelişmeler üzerinde son derece etkiliydi. Humeynî, Necef’te 1969 yılında yayımlanan Ḥükûmet-i İslâmî yâ Velâyet-i Faḳīh adlı kitabıyla Şiî İslâm tarihinde yepyeni bir tez savunuyordu. Buna göre monarşi gayri İslâmî bir kurumdu. Monarşinin yerine yönetimi fukahanın elinde olan İslâmî bir hükümet kurulmalıydı.
Milyonlarca insanın katıldığı mitingler, Kum’daki medrese öğrencilerinin İran Gizli Servisi aleyhine yaptığı gösterilerle başladı. Daha önce şah tarafından bastırılmış olan Halkın Fedâîleri ve özellikle üniversite öğrencileri arasında geniş taban bulan Halkın Mücahidleri Örgütü yeniden canlandı. İranlılar kitleler halinde en yüksek dinî otorite kabul ettikleri Âyetullah Humeynî’nin şemsiyesi altında şaha karşı seferber oldular. Şahın çok güvendiği ordu bu isyanı bastıramadı.
79 Devrimi
Ülkede kontrolü yeniden sağlamak isteyen Şah Muhammed Rızâ birtakım çabalar içerisine girdi. 1975’te Hizb-i Restâhîz’i kurarak tek partili sisteme yöneldi ve partinin genel sekreteri Emîr Abbas Hüveydâ’yı başbakan olarak tayin etti. 1977’de Cemşîd Âmûzegâr’ı, 1978’de Ca‘fer Şerîf İmâmî’yi başbakanlığa getirdi. 1978 Kasım ayında Genelkurmay Başkanı Gulâm Rızâ Ezhârî’nin başında bulunduğu bir askerî hükümet kurdu, fakat yine sonuç alamadı. Son bir çare olarak Ocak 1979’da Cephe-i Millî’nin eski başkan yardımcısı Şahbur Bahtiyar’ı başbakanlığa getirdi. Bahtiyar hükümeti İran Gizli Servisi’ni dağıtmaya, Güney Afrika ve İsrail’e yapılan petrol ihracını durdurmaya ve Filistin davasını üstlenmeye çalıştıysa da muhalefeti engelleyemedi. 15 Ocak 1979 tarihinde Şah Muhammed Rızâ’nın ülkeyi terk etmesiyle İran’da yepyeni bir dönem başlamış oldu.
Şahın ülkeden ayrılmasından sonra Âyetullah Humeynî Fransa’dan İran’a geri döndü. Paris’te iken İslâm Devrimi Konseyi’ni kuran Humeynî’ye önceleri direnen Bahtiyar, şiddet olaylarının patlak vermesi ve ordunun desteğini kaybetmesi üzerine 11 Şubat 1979’da istifa etti. Bu tarih halen İran Devrimi'nin yıldönümü olarak kabul edilmektedir.
Daha önce 6 Şubat’ta Humeynî tarafından geçici başbakan olarak tayin edilen Mehdî Bâzergân bir ay sonra hükümeti kurdu. Mart sonunda referandum yapıldı ve 1 Nisan tarihinde İslâm Cumhuriyeti ilân edildi. Ortaya konulmuş olan anayasa taslağı 270 üyeli Meclis-i Şûrâ, başbakan ve cumhurbaşkanı öngörmekteydi. Bu anayasanın gözden geçirilmesi talepleri üzerine Humeynî bu işi bir uzmanlar heyetine (Meclis-i Hübregân) havale etti. Heyetin, Âyetullah Humeynî’nin ortaya attığı, devlet yönetimini ulemânın uhdesine veren “velâyet-i fakīh” teorisini anayasaya yerleştirmesiyle büyük bir değişikliğe gidilmiş oldu.
Devrimin ardından gerek eski rejimin önemli isimleri, gerekse Humeyni'nin birlikte devrim yaptığı sol örgütlerin mensuplarından birçoğu idam edilecekti.
Zaman içerisinde İran'daki rejim, Şii ideolojiyi tamamen temel alan otoriter bir hüviyete bürünecekti.
Kaynak: TDV İslam Ansiklopedisi