İran, zengin kaynaklarıyla ve büyük ekonomik potansiyeliyle, dünya ekonomisinde rahatlıkla ilk on ülke arasına girebileceği uzmanlarca belirtiliyor. Ancak ülke, başarısız ekonomi yönetimi başta olmak üzere siyasi nedenlerle ekonomik krizlerden ve gelir düşüklüğünden kurtulamıyor.
İran'ın sahip olduğu dev petrol ve doğalgaz rezervleri gibi büyük avantajlara rağmen şahlık döneminden yeni rejime kalan ekonomik problemler büyük ölçüde çözülemediği gibi, yaptırımlar ve dini lidere bağlı ayrıcalıklı verimsiz şirketlerle ekonomiye yeni sorunlar eklenmiş durumda.
İran'ın nükleer programı
İran, uranyum yataklarına da sahip olduğundan Şah döneminden itibaren nükleer santraller kurmayı planlamıştı. Şah döneminde Güney İran'da nükleer santrallerin yapımı planlanmış ama devrim nedeniyle, en temel seviyede olan inşaatları durmuştu. 1990'lı yıllarda İran nükleer santral kurma projesini yeniden raftan indirdi ve 1993'te Çin ile Güney İran'daki Buşehr'de 2 adet santral kurulması için anlaştı.
Fakat ABD'nin Çin'e baskısı nedeniyle Çin bu projeden çekildi. Bunun üzerine İran 1995'te Rusya ile İran'a nükleer santral kurulumu konusunda anlaştı. Planlanan en geç 2006'da Buşehr santralinin İran'a teslimiydi fakat sürekli uzayan inşa faaliyetiyle santral ancak 2013'te İran'a teslim edilebildi.
Nükleer teknoloji ile sadece nükleer santrale sahip olma arasındaki fark
Nükleer santral inşası ABD'nin tepkisini çekmekle beraber nükleer elektrik enerjisi BM tarafından tüm ülkelere tanınmış bir hak olduğundan ABD bu konuda özel bir yaptırım harekete geçiremedi. Nükleer silah yapmaya da imkan tanıyan nükleer santral kurulum teknolojisi BM tarafından 2. Dünya Savaşı'nın ana galipleri olan sadece beş ülkeye; ABD, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin'e tanınıyordu. Bu ülkeler ihale alarak diğer ülkelere nükleer santral kuruyor ve bundan para kazanıyor, santral kurulan ülkeler sadece santralin elektrik üretiminden istifade ediyor, nükleer teknoloji elde etmiş olmuyordu. ABD'yi ve İran'ın coğrafi çevresinde İran'a rakip olan ülkeleri asıl endişelendiren İran'ın kendi nükleer teknolojisini geliştirip nükleer silah üretebilmesiydi.
ABD 1990'lı yıllarda İran'ın kendi başına nükleer teknolojiyle ilgili çalıştığını iddia etmeye başladı ki bu BM tarafından yasaklıydı. 1990'lı yıllarda ABD bu iddiasına delil bulamazken 2003 yılında İranlı rejim muhaliflerince İran'ın müstakil nükleer çalışmaları belgelendi, fotoğraflandı.
İran deliller karşısında bu iddiaları reddedemedi, sadece nükleer silah üretilmesine karşı olduklarını, nükleer programlarının İran'ın kendi başına nükleer elektrik santralleri kurabilmesini hedeflediklerini belirtti.
ABD bu programdan İran'ın vazgeçmemesi nedeniyle 1990'lı yıllardan itibaren İran ile iyi ticari ilişkiler geliştiren AB ülkelerine İran'a yaptırım yapması yönünde baskıya başladı. 2006'da AB, 2007'de yürürlüğe girecek şekilde İran ile ticareti genel olarak engellemeyen, İranlı bazı kurumlara yaptırım içeren gevşek bir yaptırım tasarısını kabul etti.
İran'daki mevcut nükleer tesisler şu şekilde:
BM'den İran'a yaptırım (2010)
ABD, İran'a yaptırımın etkili olması için BM tarafından tüm üyelerine şart koşulacak bir BM yaptırımı olması gerektiğinin farkındaydı. Karar BM'nin beş daimi üyesinin ittifakıyla alınabildiğinden ABD özellikle karara muhalefet etmesinden endişe ettiği Çin ve Rusya ile pazarlıklara başladı. Başkan George Bush döneminde (2001-2009) hukuki altyapısı hazırlanmaya başlayan, pazarlıkları yapılan bu girişim hazır halde Başkan Barack Obama dönemine (2009-2017) devrolundu.
Ahmedinejad döneminde (2005-2013) İran, Hatemi döneminin (1997-2005) aksine daha uzlaşmaz bir dil kullandığını ve nükleer programını gururla sahiplendiği ve uranyum zenginleştirme seviyelerini duyurmaya başladığı için ABD'nin işi daha kolaylaştı.
Çin ve Rusya pazarlık yoluyla ikna edildiğinden 2010 yılında beş daimi üyenin ortak kararıyla İran'a yaptırım tasarısı BM tarafından kabul edildi. Türkiye, etkisi olmasa da bu oylamada aleyhte oy verdi.
Tasarıya göre İran, nükleer silah yapabilmesine olanak sağlayan nükleer teknoloji geliştirmek üzere uranyum zenginleştirme programından vazgeçmediği takdirde 2011'den itibaren aşama aşama yaptırımlara maruz kalacak, pek çok ürünü ithali ve petrol ihracı yasaklanacaktı. Yaptırımın ürünsel bazda kapsamından önemli olan tüm BM üyelerini bağlayıcı olmasıydı. Yaptırım başladıktan sonra aralarında Türkiye'nin de olduğu İran ile ticari ilişkileri, anlaşmaları olan bazı ülkelere muafiyetler tanındı, böylece İran nefes alma imkanı buldu.
Bu yaptırımlar çok sıkı olmamakla, aşılabilir olmakla beraber yine de İran'ın petrol ihracını kıstığından İran bir döviz darboğazına girdi. Ayrıca İran ile ticari hacmi büyük olan Fransa ve Almanya'nın İran ile ticareti kesmesi, İran'da ithaline ihtiyaç duyulan mallarda sıkıntılara neden oldu. Neticede 2012 ve 2013 yıllarında İran ekonomisi sert bir şekilde daraldı, İran riyali ve halkın alım gücü hızla düştü.
İran ve ABD arasında nükleer anlaşma (2015)
İran ile ABD arasında ilerleyen süreçte nükleer faaliyetlere dair bir anlaşma imkanı doğdu. Bu anlaşmayı mümkün kılan sebepler İran'ın diplomatik girişimleri, 2014'ten itibaren IŞİD'e karşı Irak'ta ABD ile müttefik haline gelmesi, Obama yönetiminin İran'a karşı yumuşak olması ve Fransa ile Almanya başta olmak üzere AB'nin İran ile ticari ilişkilere dönmek istemesi gibi sebeplerdi. Başlayan görüşmeler neticesinde 2015'te İran ile bir anlaşma imzalandı. Anlaşmanın tarafları İran'ın yanı sıra, BM'nin daimi üyeleri olan ABD, Çin, Fransa, İngiltere ve Rusya, bunun yanında Almanya ve Avrupa Birliği'ydi. Bu ülkeler P5+1 olarak anılacaktı.
Buna göre İran'a yaptırımlar kaldırılacak, karşılığında İran uranyum zenginleştirmesini sınırlayıp nükleer teknolojiye sahip olabilecek seviyelere vardırmayacaktı. ABD dışındaki taraflar zaten İran'a BM yaptırımlarının sürmesine taraftar olmadığından yaptırımlar kalktı, İran 2010 öncesinden de daha rahat bir hale geldi.
Bu anlaşma ABD'de Cumhuriyetçi Parti tarafından İran'a fazla taviz verildiği gerekçesiyle eleştirildi. İran'ın bu anlaşmaya rağmen önceden olduğu gibi şimdi de gizlice uranyum zenginleştirmeye devam edebileceğine dikkat çekildi.
Anlaşmanın ardından İran'da 2016 ve 2017'de ekonomik büyüme geri dönse de İran anlaşma üzerinden beklendiği gibi yabancı sermaye çekemedi, sanayisini geliştiremedi. Sadece eskiden olduğu gibi yine petrol satışından büyük gelirler elde etti.
Avrupa Birliği Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini, İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif, İngiliz Dışişleri Bakanı Philip Hammond ve ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, Temmuz 2015
İran'ın dış faaliyet masrafları
İran Devrimi'nden beri devrim ihracı faaliyetlerine kaynak arayan İran, Rafsancani döneminde bu faaliyetleri daha sistematikleştirmiş, Lübnan'a özel önem verilmişti. İran seçtiği bölgelerde desteklediği gruplara silah ve nakit yardımı yapıyor, seçilen kişilere İran'da çeşitli eğitimler veriyor, o bölgelerde İran yanlısı medya organları, kültürel çalışmalar finanse ediliyordu.
2003'te ABD'nin Irak'ı işgaliyle İran, Irak'taki taraftarı Şii grupları görülmemiş biçimde yoğun şekilde finanse etmeye başladı. Kabaran fatura İran'da tepki çekti.
Fakat dış faaliyetlerin İran'a en çok masraf olduğu saha, 2011'de iç savaşın başladığı ve halen devam ettiği Suriye oldu. Esed rejiminin ekonomik çöküşten kurtarılması sorumluluğu hemen hemen tamamen İran'a kaldı. Üstelik İran, ekonomik krizde olduğu bir dönemde Esed rejimine kaynak ayırmak zorunda kaldı. Fakat Irak'ta savaş sonrasında zamanla petrol sektörünün oturmasıyla İran, desteklediği Şii gruplar aracılığıyla Irak petrollerinden de faydalanma imkanı buldu.
İran'da muhalefet İran'ın dış faaliyetlerinin İran halkına masraf olarak görüp şikayet etse de İran rejiminin bu faaliyetlerin İran'a büyük imkanlar açtığını, İran'ın bu sayede bazı Arap ülkelerini elde ettiğini ve bunun da İran'a harcadığından daha büyük ekonomik getirileri olacağını düşündüğü belirtiliyor.
ABD'nin nükleer anlaşmadan ayrılması (2018)
Seçim kampanyası boyunca Obama'nın İran politikasını eleştiren Donald Trump seçildiği takdirde İran ile anlaşmadan çıkacağını vadetmişti.
Ocak 2017'de başkanlık koltuğuna oturan Trump, anlaşmanın senelik onay tarihi geldiğinde Mayıs 2017'de anlaşmadan beklenenin aksine çekilmedi. Bunda Trump'a kurmaylarının Irak'ta ABD ve İran'ın ortak çıkarlarının sürdüğü bir dönemde çekilmenin uygun olmadığı tavsiyesi vermesinin etkili olduğu belirtiliyor.
Fakat 2017 sonunda IŞİD'in Irak'ta alan hakimiyetinin sona ermesiyle Mayıs 2018'de Trump İran'ın anlaşmaya uymadığını öne sürerek anlaşmadan ABD'yi çektiğini açıkladı. İran'a yaptırımlara geri döndü ve BM'ye üye ülkelerden de 2015 öncesindeki gibi dönmelerini istedi.
Fakat bu kez ortada daimi beş üye tarafından kabul edilmiş ortak bir karar olmadığından ABD'nin bu kararının BM üyesi ülkelere bir bağlayıcılığı olmadı. ABD ikili görüşmelerle bazı ülkelere İran ile ticari ilişkileri kesmeyi kabul ettirse de Rusya ve Çin'in yanı sıra Fransa ve İngiltere de İran'a yaptırımlara karşı olduklarını açıkladılar.
Bu sebeple 2018'den sonra ABD'nin çabaları İran ekonomisini 2015-2018'deki rahatlığından çıkarsa da 2011-2015'teki zorluğa düşüremedi. Bununla beraber petrol fiyatlarındaki düşüş ve yine de İran'ın 2018'den sonra petrol ihracında sorunlar yaşaması İran ekonomisini yeniden bozdu. 2018'de büyüme yerini yeniden daralmaya bıraktı. İran 2020'de ortaya çıkan COVID-19 salgınından etkilenen ülkelerin başında gelerek bu açıdan da büyük ekonomik zarara uğradı. 2018'de %5,4 daralan İran Ekonomisi 2019'da %7,6 daraldı, 2020'yi ise %6-7 daralma ile kapatması bekleniyor.
Yeni seçilen ABD başkanı Biden'ın merakla beklenen İran politikalarıyla 2021 yılı İran Ekonomisi için belirsizliklerle başlıyor. Üst üste daralan İran ekonomisinin İran'da sosyal patlama riski oluşturabileceği belirtilirken ABD ve İran'ın yeniden anlaşması durumunda İran'ın en azından bol miktarda petrol ihracıyla ekonomisini yeniden toparlayabileceği tahmin ediliyor.
Kaynak: Mepa News Akademi