Yemen, İran'ın vekalet savaşlarını yürüttüğü coğrafyaların başında geliyor.
Husiler üzerinden bölgede varlığını güçlendiren İran, Suudi Arabistan'a karşı faaliyetlerine de Yemen'den devam ediyor.
Abdurrahman er Raşit’in konuya dair Şarkul Evsat için kaleme aldığı makale, İskender Cansever tarafından Mepa News için tercüme edildi.
*
İran’ın bölgesel arzularının siyasi saikleri ve hegemonya çabaları; İslami kimlik, Şii ideoloji veya İsrail- Batı karşıtlığından bağımsız. Bütün bunlar, büyük hedeflere hizmet eden geçici sloganlardır. İran’ın Yemen’de Şii tandanslı Husi milislerini kendisine müttefik olarak seçmesi, onların Zeydi mezhebini takip etmelerinden dolayı değil veya onların nebevi soyağacından geldiklerini iddia etmeleri de değil. Aksine diğer Yemenliler'e nispeten Husileri kendisine müttefik olarak tercih etmesi, jeopolitik nedenlerde gizlidir. Nitekim Husiler, bölgesel çatışmada hedeflerine uygun olarak Suudi Arabistan’ın tam karşısı; sınır bölgelerinde konuşlanmışlardır.
Yemen’de Husilerden çok daha önemli, çok daha köklü Zeydi kabile liderleri bulunmaktadır. Sayıları Husilerden daha fazla ve tarihi, daha eskilere dayandığı gibi aileleri daha fazla ön plandadır. Aynı şekilde onlarda kendilerinin nebevi soyağacından geldiğini iddia etmektedir. Yemen Mütevekkili Krallığı’na hükmeden ve 90’lara dek yönetimde kalan Yahya Muhammed Hamideddin ailesi buna örnek gösterilebilir. Bunun başlıca sebebi, Husilerin ülkenin kuzeybatısında yer alan Saade muhafazasına konuşlanmalarıdır ki; Suudi Arabistan’a tehdit oluşturma amacı güden İran için kaçırılmayacak bir fırsattır.
Husiler
90’ların sonlarından beri İran, gerek kültürel olarak gerekse örgütsel olarak söz konusu bölgede, söz konusu kişilere yönelik faaliyetlerine devam etmektedir. Husi milislerin lideri Hüseyin el-Husi’yi, “imametin ailesine ait olduğu, kutsallık onların en doğal ilahi hakkı olduğu ve dahası Yemen’e onların hükmetmesi halka karşı dini bir gereklilik olduğu” yönünde ikna etmiştir İran. Ortaya atılanları benimseyen marjinal bir cemaatin çıkmasına sebep olan İran, marjinal cemaat tarafından tekfire maruz kalan Zeydi mezhep fakihlerinin öfkesine neden olmuştur. Bunu, bölgede bulunan Şafi mezhebine bağlı kişilerle çatışmalar takip etmiştir.
İran, Husi hareketine bağlı gençleri kabul etmeye devam ediyor. İran’daki Mürşid A’la’ya mutlak itaati şart koşan ideolojisine yakınlaştırmak için gençleri, dini ders halkalarına dahil ettiği gibi yaklaşık 15 seneden beri hiçbir cimrilikte bulunmaksızın bu gençlere finans sağlıyor.
Başlangıçta bu kişiler, Yemen Cumhuriyeti’nin eski Başkanı Ali Abdullah Salih rejimiyle çatışmaya girdi. Ardından İran’ın sloganlarından çok da farksız olmayan sloganları kullanarak 2009 yılında Suudi Arabistan’a saldırdı. Suudi Arabistan o dönemlerde her ne kadar Husilerin Tahran ilişkisine dikkat çekmeye çalışsa da birçok kesim tarafından bu iddia pekte dikkate alınmadı.
Hizbullah ve Husiler arasında benzerlik
İranlıların ortaya çıkarttığı iki örnek olan; Lübnan’da Hizbullah ve Yemen’de Husiler arasında pek çok benzerlikler bulunmaktadır. İranlılar, Lübnan Şii hattına dahil olarak neredeyse bütün dini ve taklidi liderleri tasfiye ederek yerine kimseler tarafından tanınmayan meçhul liderler getirdi. Tıpkı İran mercisine bütün bağlılığını sunan Hasan Nasrallah gibi. Buna karşılık Tahran onu mükafatlandırdı, milislerini eğitip onlara finans sağladı. Aynı şekilde Hasan Nasrallah’a yakın duran sosyal teşkilatlar Tahran tarafından fonlandı. Direktiflerinin aksine hareket eden ve liderliğine karşı çıkanlar oyundan bir bir uzaklaştırıldı.
Hüseyin el-Husi de, Hasan Nasrallah’tan farksızdı. Tahran rejiminin desteğiyle lider oldu. İmamet isteğini meşrulaştırmak ve cihat endeksli savaşlar başlatmak için el-Husi’nin Ehli Beyt’ten geldiği iddialarından İran fazlasıyla faydalandı.
Bu nitelendirme, makalenin başında zikrettiklerimle çelişiyor hissi uyandırabilir. Siyaset, mezhepsel ve ırksal haritalara uygunluk arz edecek bir şekilde okunmaması gerek. Ancak İran’ın her grupla ortaklık kurduktan sonra onları kullandığı bir vakıadır. Gazze’de Sünni gruplar olan Hamas ve İslami Cihad’ı kullandı. Aynı şekilde geçmiş dönemlerde Lübnan’ın kuzeyinde Sünni grupları da kullanmıştı. Onun ilk safta oturan misafirleri arasında Milliyetçi ve Komünist olarak Arap Sünni ve Mesihileri görmemiz artık alışılmış bir durum. Bunun nedeni, Tahran’da Kudüs Gecesi ve Beyrut banliyösünde Hasan Nasrallah’ın konuşma yaptığı kutlamalar gibi propaganda eksenli münasebetlerdir. Her ne kadar bazıları, gerçeğin ortaya çıktığını itiraf etse de gecikmiş bir itiraftır bu.
Anlaşılması gereken vakıa
Duygusallıktan ve propagandadan uzak durarak aynı tahlil kapsamında İran’ın siyasetine göz attığımızda, Azerbaycan ve Ermenistan devletleri arasındaki sınırların kuzeyinde büyük bir tartışmanın başucunda buluyoruz kendisini; Şia olan Azerbaycan’a karşı Mesihi olan Ermenistan’ı destekleyerek. Aynı şekilde geneli Şii ideolojisini benimsemiş Ahvaz Arapları, İran içinde ciddi baskı görmektedir. İşte iyice anlamamız gereken vakıa da budur.
İran’ın metodolojik reflekslerine uygun olarak Irak’ta mezhep kozundan faydalandığını görmekteyiz. Açık bir şekilde Şii siyasi güçlere yakınlık göstermektedir. Çünkü İran, Bağdat’taki kararı, hegemonyası altına alarak en önemli siyasi projelerini gerçekleştirmeyi, dolaylı yoldan bu devletin bölgesel ve küresel zenginliklerini istila etmeyi ümit etmektedir. Irak Ordusu'nun kenara itilmesinin arkasında bizzat yer alan İran'ın, orduyla yarışacak milis hareketlerinin kurulmasında desteği ve cesaretlendirmesi bulunmaktadır. Tıpkı Haşdi Şabi gibi bir hareketin kurulması gibi. Çünkü İran, her ırk ve mezhebi barındıran bir orduyu doğru bulmuyor. Aynı şekilde eski devlet başkanı Nuri Maliki gibi Iraklı şahsiyetlerden yardım alarak Haydar el-Abadi yönetimini zayıflatmayı hedefleyen her türlü kaosu sonuna kadar destekliyor. [Editör notu: Irak'ta son birkaç senede IŞİD'e karşı savaşan bir çok Şii milis grup ortaya çıkmıştır. Irak ordusunu bypass eden bu gruplar, 'İran'ın askeri birlikleri' olarak değerlendirilmektedir.]
20 seneden daha fazla süreç içerisinde İran propagandasına kapılan insanların çoğunu, Suriye’de soykırım savaşı başlayıncaya kadar ikna etmemiz gerçekten imkânsızdı. Ki bu savaşta ve işlenen katliamlarda İran’ın rolü çok büyüktür. Suriye’de verdiği savaş, bütün vizyonunu ve planlarını altüst ettiği gibi aldatılan Arap ve Müslümanların geneli kendisinden desteğini çekti. Suriye savaşı, İhvan Müslimin, Sosyalist Araplar ve diğerleri gibi müttefiklerini zor durumda bıraktı. Yemen’de de durum bundan farksız; İran'ı Husileri desteklemesi orada bulunan çoğunlukla kendisini karşı karşıya getirmiştir.