İran cumhurbaşkanlığı seçimlerin son aşamasına gelindi. Adaylık müracaatında bulunan bin 600 kişi arasından Muhafız Konseyi sonunda altı kişinin adaylıklarını onayladı. Daha sonra adaylardan Muhammed Bakır Kalibaf çekildi.
İran cumhurbaşkanlığı seçimlerin son aşamasına gelindi. Adaylık müracaatında bulunan bin 600 kişi arasından Muhafız Konseyi sonunda altı kişinin adaylıklarını onayladı. Daha sonra adaylardan Muhammed Bakır Kalibaf çekildi. Geriye kalan beş aday arasında Cumhurbaşkanı Ruhani ılımlıları, onun yardımcısı İshak Cihangiri reformcuları ve İbrahim Reisi de muhafazakârları temsil ediyor. Geriye kalan iki aday -Mir Selim ve Haşimi Taba- siyasi olarak muhafazakâr kampla bağlantılı olsa da, pek bir ağırlığı olmayan iddiasız adaylar.
Cihangiri genel olarak "eksik kapatma" adayı olarak görülüyor; sayısal tartışmalarda iyi olduğu için Ruhani'ye tartışmalarda destek olması için vazifelendirildi. Bu nedenle, seçim kampanyası biter bitmez patronu lehine yarıştan çekileceği düşünülüyor [Yazı kaleme alınırken Cihangiri henüz çekilmemişti]. Böylece reformcuların oyları da Ruhani'ye yönelecektir.
Kalibaf'ın Reisi lehine çekileceğiyle ilgili söylentiler ise nihayet doğru çıktı. Kampanyasını sonlandırdı ve destekçilerine Reisi'ye oy vermeleri çağrısında bulundu. Bununla birlikte, bu çağrısının ne derece etkili olacağı konusunda ciddi şüpheler var.
Aynı cenaha bağlı olsalar da Kalibaf ve Reisi'nin oy tabanları farklı. Kalibaf'ın seçmenleri mutlaka Reisi'ye oy vermeyecektir, zira muhafazakâr cenahın genel seçmen kitlesine dahil olsalar da, liderliğin onların üzerinde herhangi bir kontrolü bulunmuyor. Kalibaf'ın seçmenlerinin belli bir kısmın Ruhani'ye oy verme ihtimali bile var. Bu yüzden Kalibaf'ın çekilmesinden Ruhani'nin istifade etme ihtimali, Reisi'ninkinden daha yüksek.
Reisi, Kalibaf'ın lehine çekilmiş olsaydı, o zaman onun oyları kolaylıkla Kalibaf'a giderdi. Bunun nedeni ise Reisi'nin prensipte müesses nizamın temsilcisi olması. Biraz açacak olursak, Reisi'nin seçmen tabanı, Dini Liderliğe bağlı Devrim Muhafızları, Kom'daki Şii din adamları ve diğer kurumların kontrolündeki seçmenlerden oluşuyor. Bütün bu resmî ve gayri resmî kurumlar Reisi kampanyasına destek ve oy vermek için yönlendirildiler. İşte bu yüzden, bu seçmenler bağlılıklarını ufak bir işaretle, Dini Lider'in teveccüh göstereceği herhangi bir adaya kolaylıkla kaydırabilirler. Sonuç olarak, muhafazakâr cenahta yapılacak akla yatkın herhangi bir düzenleme Reisi'nin fedakarlık yapmasını gerektirecekti, bu ise (bütün bir müesses nizamın onun arkasına teksif olmuş mevcut olağanüstü seferberliği göz önüne alınırsa) mümkün değildi.
Ancak şu an için Reisi muhafazakâr cenahın tek adayı olarak ortaya çıkmış bulunuyor. Bilimsel olarak gerçekleştirilmiş bağımsız bir kamuoyu yoklamasının olmadığı bir ortamda, ipi göğüsleyecek adayı tahmin etmek zor. Ancak bütün bu seçim sürecinin bir numaralı kaybedeni gün gibi ortada: İran'ın teokratik siyasi sistemi. İran seçimlerinde, cumhurbaşkanlığı seçimleri de dahil, bir cumhurbaşkanı veya milletvekili seçmenin ancak ikincil bir hedef olduğunu takdir etmek gerekir. Bütün bu seçimlerin esas hedefi, teokratik müesses nizama dahili ve harici meşruiyet kazandırmaktır.
Şimdiye kadar İran müesses nizamı, seçimlerin neticeleri ve ilgili meseleleri en üst düzeyde kontrol altında tutabilmek için, seçim sürecini daimi şekilde iyileştirdi. Bütün bu çabalara rağmen her seçimde bir şeyler ters gider ve durum kontrolden çıkar. Bu sefer de İran müesses nizamı bazı büyük darbeler aldı. Bu durum, seçim kampanyasında yapılan üç turluk televizyon tartışmalarında özellikle öne çıktı.
Televizyon tartışmalarının cumhurbaşkanlığı seçim kampanyasının bir 'yan olayı' haline gelmesinin başlangıcı 2009 yılıdır. O seçimlerde Ahmedinejad siyasi rakiplerine karakter suikastı düzenlemek için tartışmaları kullandı. Sözünü sakınmayan Ahmedinejad, rakiplerinin sahip oldukları siyasi gücü suiistimal etmeleriyle ilgili bir takım belgelerle ortaya çıktı ve bunları canlı yayında izleyicilere gösterdi. Böyle bir problemin 2013 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yaşanmaması için, adayların arasındaki birebir tartışmalar yerine, üç turlu grup tartışması düzenlendi. Ancak birinci tur, tartışmadan daha çok bir çoktan seçmeli test gibiydi. Bir moderatör adaylara soru soruyor, sonra da mevcut dört şıktan birini seçmelerini istiyordu. Adaylar da çoğu soruda "bu yanlış bir soru" demeyi yahut beşinci bir cevap önermeyi tercih ettiler. Sonraki günlerde bu TV tartışmaları halkın nazarında tam bir komediye dönüştü.
Bu seçimlerde, bu tartışmaları düzenleme konusunda yetkililer başlangıçta gönülsüzdü. Daha sonra, tartışmaların kabul edilebilir bir katılım oranı sağlama konusundaki önemine binaen -ki katılım oranı İran seçimlerinde çok önemli bir meseledir- üç turluk grup tartışması düzenlemeye razı oldular. Her bir adayın moderatör tarafından (lotoya benzer şekilde) rastgele seçilen bir soruyu cevaplandırması, sonra da diğer adayların bu adayın verdiği cevabı eleştirel bir açıdan değerlendirmesi gerekiyordu.
Tartışmalar İran siyasi nizamının iç vaziyetine, ahlaki çürümesine ve kurumsal başarısızlığına dair açık ve somut bir resim ortaya koydu. Dışarıdan hiç kimse, bu işi bu kadar güzel yapamazdı.
Halbuki İran'ın Dini Lideri Ali Hamaney birkaç ay önce, kullanılan tartışma usulü açısından Amerikan başkanlık seçimlerini eleştirmişti. Ona göre Amerikalı başkanlık adayları, Amerikan siyasetinin gerçek yüzünü ifşa ediyorlardı. Donald Trump'a İslam Cumhuriyeti'nin yükünü hafiflettiği için özellikle minnettarlığını ifade eden Dini Lider, İslam Cumhuriyeti, Amerikan müesses nizamının siyasi, ekonomik, ahlaki ve sosyal çöküntüsüne dair bunca yıldır her ne söyleyegeldiyse bunların hepsini Sayın Trump'ın bir seferde sergilediğini söyledi.
Ama gelin görün ki İran'ın cumhurbaşkanı adayları Amerikan başkan adaylarını da solladılar. Eleştiri temelli tartışmalara girmek yerine, tartışma platformunu rakiplerine saldırmak için kullandılar. Ancak hepsi saldırıda iyi olmakla birlikte savunmada çok zayıftı. Her birinin elinde diğer adayların yaptığı yolsuzluklara dair deliller vardı. İlginçtir ki bazıları, rakiplerinin bu yolsuzluk belgelerini saklamalarına yardımcı olduklarını açıklayarak onları minnet altına sokmaya bile kalkıştılar. Mesela Ruhani, sırf civanmertliğini ortaya koymak için Kalibaf'a, bulaştığı yolsuzluklara dair belgelerin senelerdir elinde olduğunu ve bunların sızdırılmaması için meslektaşlarına karşı bir kavga verdiğini açıkladı.
Unutmayalım ki bu adayların hepsi hususi olarak seçilmiş kimseler ve nitelikleri de İran anayasasının, cumhurbaşkanlık adaylarıyla ilgili iş bilirlik, temiz bir geçmiş, güvenilirlik, dindarlık gibi bir takım kıstaslar öngören 115. maddesi doğrultusunda, Muhafız Konseyi tarafından tasdik edildi.
Bu noktada, Donald Trump'ın ise müesses nizama yabancı olduğunu not da etmek gerekir. Trump müesses nizamın bir parçası değildi. Dolayısıyla Amerikan müesses nizamıyla ilgili suçlamalarının bir anlamı olabilir. Fakat İran seçimlerine bakacak olursak, adayların hepsi İslam Cumhuriyeti’ne, 1979'daki kuruluşundan beri yüksek profilli konumlarda hizmet etmekte. Ama buna rağmen hepsi de bütün bu süreç boyunca, adeta halkı yolsuz bir sistemin boyunduruklarından azat etmek için İran'a henüz gelmiş, müesses nizamın yabancısı kişilermiş gibi konuştular.
Adayların tartışmalardaki davranış tarzından dolayı, Dini Lider, kendilerini üçüncü turdan önce, yabancı düşmanlara odaklanmaları, İsrail ve ABD'yle ilgili olduğu kadar "fitneciler" denilen cenahla da ilgili görüşlerini net bir şekilde açıklamaları konusunda ikaz etti ("fitneciler" ifadesi, başını Musevi ve Kerrubi'nin çektiği Yeşil Hareketi'ne atıfta bulunulurken kullanılan resmi bir tabir). Ancak Dini Lider'in ikazı havaya gitti. Adayların hiçbirisi ne İsrail'den ne de ABD'den bahsetti; bunun yerine birbirlerine yönelik saldırılarının dozunu artırdılar ve hatta nezaket hudutlarını da aştılar. Mesela Kalibaf, Ruhani'ye "yalancı" dedi ve Cumhurbaşkanı Ruhani de Reisi'ye "siz" (şüma) yerine "sen" (to) diye hitap etti ki İran kültüründe bir kimseye "sen" demek büyük bir nezaketsizlik addedilir.
Adayların karakter suikastları gerçekleştirmenin dışında net bir planı yoktu. Muhafazakâr adayın stratejisi, doğru dürüst bir ekonomik yaklaşım ortaya koymaksızın, nakit sübvansiyon meblağlarını artırmak gibi, halka hitap edecek teşvikler sunmak üzerine kuruluydu. Cumhurbaşkanı Ruhani ve yardımcısı Cihangiri'nin stratejisi ise seçmenler arasında bir panik havası yaratmaya dayanıyordu. Halka, rakiplerinden herhangi birinin kazanması durumunda, ülkenin Ahmedinejad yıllarına geri döneceğini söyleyip durdular.
Dahası, birbirlerinin kişisel yetersizliklerine ışık tutmanın yanı sıra, rakiplerinin bağlı olduğu kurumların eksikliklerini de ön sürdüler. Mesela Reisi ve Kalibaf, hükümet kurumlarını, kaçakçılığa karışmakla suçladı. Ruhani de yargıyı "kaçakçıları" cezalandırmamakla suçladı.
Bütün bu adaylar sayısal argümanlara müracaat etse de, kullandıkları istatistikler birbirini tutmuyordu. Mesela bir aday, ülkedeki kaçakçılığın yıllık yaklaşık 25 milyar dolara dayandığını söylüyor, ama diğer aday farklı bir rakam zikrediyordu. Bu farklılıkların sebebi ise, her adayın ülke çapında tanınan muteber bir kurum yerine, bu bilgileri kendi kaynaklarından alıyor olması. İstatistiki argümanların amacı halkın belli yargılara varmasını kolaylaştırmak olsa da, verilen rakamlardaki tutarsızlıklar, halkın da izleyicilerin de aklını iyice karıştırdı. Ne de olsa şöyle bir deyiş var: "Eğer muhatabını ikna edemiyorsan, aklını karıştırmaya çalış."
Seçimler çok yakında geçip gidecek. Bu adaylardan birisi İslam Cumhuriyeti'nin yeni cumhurbaşkanı olacak. Fakat toplumun seçim sürecinde iyice derinleşen sosyo-politik kutuplaşması yıllarca devam edecek. Halkın güveni, her siyasi sistemin temel sermayesidir. Seçim kampanyası boyunca kullanılan tartışma usulü, sızdırılan bilgiler, bazı adayların arka planı ve vurgulanan meseleler, vatandaşlar ve onları idare eden seçkinler arasında normalde olması gereken sağlıklı bir güven inşa etme sürecine külliyen tersti.
Mütercim: Ömer Çolakoğlu
Kaynak: Anadolu Ajansı