İslam alemine yönelik savaş ve Batı'nın 'demokrasi' ihracı

Muhammed Eyüp

Bugün demokrasi, ABD öncülüğündeki Batı'nın en büyük ihraç metaı halini almıştır. Bu durum sürekli meşrulaştırılmaya çalışılmakta, dünya toplumlarının "demokratikleşmesi" gerektiği ve demokrasinin en büyük ihtiyaç olduğu düşüncesi sürekli olarak gündem edilmektedir.

Her konuda kendi maslahatını bir numaraya koyan, kendi çıkarları için tüm dünyayı ateşe vermekten çekinmeyen Batı, bu demokrasi vurgusunu da elbette dünyanın hayrına yapmamaktadır. Şüphesiz Batı'nın bir inanç ve değerler sistemi olarak demokrasiyi reklam etmesinde, hatta dünya toplumlarına dayatmasında bencil kaygılar ve hakimiyet arzusu yatmaktadır.

Mağluplar galiplerin yaşam tarzını benimser. İnsanlık tarihi boyunca galip ile mağlup arasındaki ilişki bu şekilde olagelmiştir. Bir grubu, bir kesimi, bir ülkeyi mağlup edenler, bu insanlara kendi değerlerini, düşüncelerini, hayat biçimlerini dayatma fırsatını elde eder. Bu arzuda birtakım psikolojik ve sosyolojik etken rol oynamaktadır. Ancak en temelde insanın hakimiyet ve güç arayışı yatmaktadır. Galip, örnek alınan, kendisine benzenen, gücü elinde tutandır.

Güç genellikle iki ana eksen üzerinden hayat bulur. Parasal güç ve siyasi güç. Tarih boyunca gücün bu iki eksenini elde etmek için şiddetli mücadeleler verilmiştir. Örneğin Fransız İhtilali'ne giden sürecin temel etkenlerinden biri de ciddi bir parasal güç elde eden burjuva sınıfının, kral ve kilise kurumlarının elinde tuttuğu siyasi güçten payının olmayışıdır. Burjuva, paraya sahip olduğu halde elinde siyasi bir güç bulunmayışından rahatsızlık duymuş, bu durum diğer siyasi ve sosyal taleplerle birleşince, bir burjuva devriminin yaşanması kaçınılmaz hale gelmiştir. Burjuvanın siyasi öfkesi, Diderot'nun söylediği gibi "son kral son rahibin bağırsaklarıyla boğulmadıkça" son bulmamıştır. Kralın ve kilisenin otoritesinin yıkılmasıyla halk kitlelerinin baskıdan azade kılındığı iddia edilir. Ancak değişen şey yalnızca otoritenin sıfatıdır. Kral ve kilise yerini burjuvaya bırakmış, baskı sürmüş, halkların değişim umudu karşılıksız kalmıştır. Demokratik düzenin özü de bu burjuva devriminden izler taşır.

Demokratik küresel düzenin sahiplerinin demokrasiyi yayma arzusu da Fransız İhtilali'nin alevini körükleyen burjuvanın arzularına benzer. Demokratik düzenin tüm dünyaya dahil olması, düzen sahiplerinin dünyadan istedikleri gibi istifade edebilmesini sağlar.

19'uncu yüzyılla beraber Avrupa'da ve Amerika'da hükümranlığını tesis eden küresel düzen, bu hakimiyeti küresel satha yayabilmek için sayısız savaş vermiştir. Birinci Dünya Savaşı'nın patlak vermesinde bu durumun büyük payı vardır. Söz konusu savaşta, başta imparatorluklar olmak üzere, geçmiş yüzyıllardan kalan ne kadar düzen ve anlayış varsa tasfiye edilmiş, toprakları da küresel düzen tarafından parsellenmiştir. Bu bölgelerde daha sonra çoğusu "demokratik" olan birçok devlet kurulmuştur. Görünüşte demokratik olmamakla beraber küresel düzenin arzularını yerine getirmek için çalışan -Suudi Arabistan gibi- devletler de yine hızla demokratikleştirilmiştir.

Batı'nın "demokrasi ve insan hakları götürme" söyleminin altında yatan ana kaygı da budur. Küresel düzenin arzuları dışarısına çıkan, üzerinde uzlaşılan zulüm statükosunu bozan yahut payına düşenden fazlasını isteyenler, Batı'nın askeri gücüyle terbiye edilir. Yıllardır İslam coğrafyasında görmekte olduğumuz katliamlar bunun bir neticesidir.

Batı'nın demokrasi ihraç etme kaygısının bir diğer sebebi ise küreselleş(tiril)en dünyanın, düzenin sahipleri için bir pazar olmasını kolaylaştırmaktır. "Demokratikleşmek" bir anlamda da "küreselleşmek", yani küresel düzenin, pazarın, borsanın, faiz ve israf düzeninin parçası haline gelmektir. Demokratikleştirilen devletlerin halkları lüks tüketime, Batılı kültüre ve yaşam tarzına, Batılı düşünceye alışkın hale getirilerek kendi özünden koparılır. Bugün dünya ülkelerinin tek tipleşmesi, dünyanın küresel bir köy haline gelmesi, kültür ve geleneklerin ortadan kalkması da bu durumun bir eseridir. Batı'nın demokrasi götürdüğü beldeler küresel pazarın alanı haline gelmektedir. Burada kurulan kukla demokratik rejimlere faizle milyarlarca dolarlık krediler verilmekte, yerli üreticiler felç edilerek lüks tüketime dönük ithal mallar ülkelere doldurulmaktadır. Gıda ve ilaç sanayii üzerinden milyarlarca dolarlık yeni pazarlar kurulmaktadır. Bu pazarlar, binlerce milyar dolarlık banka, ilaç ve gıda firmaları için yeni alanlardır. Yani küresel düzen, dünya üzerinde pazar haline getirmediği hiçbir alan kalmamasını arzulamaktadır.

Sözde insan haklarını ve özgürlüğü yansıttığı iddia edilen bu demokratik düzenin sahipleri, kendi düzenleri hükümferma olmadığı zaman kaos yaşanacağını, dünyanın çökeceğini, sorunların patlak vereceğini iddia ederek korku yaymaktadır. Düzenin çarkları olan kesimler, ister devasa isterse küçücük çarklar olsunlar, aynı korkunun propagandasını yaparak güçlerini korumaya çalışırlar. İnsanları ve beldeleri sömüren düzenlerini yıkacak düşünce ve inançları karalar, kötü gösterir, bunlar aleyhine propaganda yaparlar.

İşte günümüzde de birçokları İslam'ın ve şeriatın gerilemekte, çökmekte olduğunu, toplumların bunları terk ettiğini iddia etmektedir. Oysa vicdanlı bir gözlemci, dış şartları ve gerekçeleri hesaba katmadan hiçbir değerlendirme yapmaya girişmemelidir. Bugün dünyanın neredeyse her evine giren, neredeyse her okulun müfredatını tanzim eden, medya vasıtasıyla sürekli olarak yayınlar yapan küresel sistem, ilk ve en temel tehdit olarak İslam'ı görmekte, ona saldırmaktadır. Bir düşünün: İslam'a ve şeriata her gün medya, okullar, üniversiteler, araştırma kuruluşları, düzenin şirketleri, askeri güçleri ve bilumum vasıtaları saldırılar düzenlemektedir. Buna rağmen İslam dünyada en hızlı yayılan dindir. İslam şeriatı bir kurtuluş umudu vadeden, kurtuluş için yol haritaları sunan, küresel zulüm düzenini tehdit eden yegane inanç biçimidir. İslam'ın kendisine sürekli bir gelecek çizebilen sağlam inanç ve fikir köklerine sahip olması, her çağ ve her dönemde yeniden doğuyor olması, akıl sahipleri için yeter.

Bugün İslam, Batı'nın dayattığı kapitalizm düzenine, bu kapitalist düzenin uzantıları olan ve sureti haktan görünen kuklalara meydan okuyan inancın adıdır. Büyük Sahra'dan Altay Dağları'na dek küresel düzenin güçlerine karşı direncin sloganıdır. Sadece Müslümanların değil, 8 milyarlık dünyanın kurtuluşu için gerçekçi bir pratik ortaya koymaktadır.

Batı'nın ihraç ettiği demokrasi, küresel rant düzeninin karanlık siyasi anlayışının adıdır. ABD ve İngiltere öncülüğündeki Batılı güçler demokrasiyi küresel zulüm, talan, ifsad ve rant düzeninin bekası için yaymaya, ayakta tutmaya çalışmaktadır. Ancak tüm gayretlerine rağmen zulüm düzeni payidar kalmayacaktır.

"Doğrusu Firavun, o yerde büyüklendi, halkını birtakım gruplara böldü. Onlardan bir grubu zayıf düşürerek oğullarını boğazlıyor, kızlarını da sağ bırakıyordu. Çünkü o bozgunculardan idi. Biz de istiyorduk ki o yerde zayıf düşürülenlere ihsanda bulunalım, onları önderler yapalım, onları (ötekilerin yerine) mirasçılar kılalım. Ve ayrıca onlara o yerde kudret (ve hâkimiyet) verelim, Firavun’a, (veziri) Hâmân ve askerlerine de korkmakta oldukları şeyi (başlarına getirmek suretiyle) gösterelim." (Kasas Suresi 4-6)

İslam alemine yönelik savaş ve "demokrasi cephesi"

Filistin'de yaşananlar ve Siyonist devletin katliamları asla müstakil bir savaş değildir. Bilakis bu savaş tüm küfür sisteminin ve "demokrasi cephesinin" İslam'a ve Müslümanlara karşı açmış olduğu bir savaştır.

Bugün İslam alemi, birbirinden farklı işgalci emperyal güçler tarafından sürdürülen yoğun bir savaşla muhataptır. Bu savaşın alevlerinin sirayet etmediği hiçbir İslam toprağı bulunmamaktadır. Doğu Türkistan'dan Moro'ya, Batı Sahra'dan Bosna'ya, Tataristan'dan Mozambik'e, Gazze'den Cakarta'ya dek tüm Müslüman coğrafya farklı işgalcilerin saldırıları altındadır.

Bu savaşı yürüten işgalci güçler arasında ABD, İngiltere, Fransa, İsrail, Rusya, Çin, Hindistan gibi birçok büyük devlet bulunmaktadır. Ancak, işgalin başat aktörünün ABD'nin başını çektiği küresel düzeni temsil eden "demokrasi cephesi"nin bulunduğunu söylemek gerekir. Küresel emperyal sistem ve onun anlayışı, İslam alemine yönelik işgalin ana omurgasını teşkil etmektedir. ABD, Kanada, İsrail, İngiltere, Fransa, diğer Avrupa devletleri, Avustralya gibi ana unsurların yanında, bunların iş birlikçileri de bilfiil İslam alemiyle savaş halindedir.

Bu bakımdan, süregiden bu savaşı değerlendirirken "demokrasi" mefhumunun savaş içerisinde oynadığı rol göz ardı edilemeyecek kadar mühimdir. Zira işgalin zihniyet altyapısını teşkil eden, küresel küfür sisteminin "demokrasi" anlayışı temelinde teşkil ettiği dünya düzenidir. Demokrasi cephesi olarak niteleyebileceğimiz bu müttefik güçler, küresel düzenin korunmasından, hayatta tutulmasından sorumlu olduklarından, tehdit olarak gördükleri İslam aleminin sindirilmesi vazifesini de kendileri üstlenmektedir. Demokrasi bu savaşta bir yandan kılıf, diğer yandan da işgalci zihniyeti temsil eden bir değer mesabesindedir. "Demokrasi cephesi"ni genel itibarıyla "Batı" olarak da nitelemek mümkündür.

Batı'nın demokrasi ihraç etme kaygısını daha önce izah etmeye çalışmıştık. Batılı güçlerin İslam alemine karşı yürüttüğü savaşı da bu kaygı paralelinde okumak gerekir. Batı merkezli güçler kendi siyasi egemenliklerini dünya sathına yaymak için bu egemenliğe meydan okuyan fiili ve zihni unsurları da ortadan kaldırmaya mecburdur. Bunları ortadan kaldırmak için de hem fiili hem fikri bir savaş yürütmektedir. Bu noktada "demokrasi cephesi"nin yerli iş birlikçilerinden de söz etmek icap eder.

Günümüzde İslam aleminde -bilerek yahut bilmeyerek- Batılı güçlerin çıkarları paralelinde hareket eden binlerce şahıs ve kurum bulunmaktadır. Bunlar İslam'ın altını boşaltmakta, İslam'ı Batı'nın hakimiyet arayışına hizmet edecek biçimlerde yorumlamakta, Müslümanlara şüpheli bir şekilde sulh ve sükuneti nasihat etmektedir. Dikkat çekici husus, bu tavırlar içerisine girenlerin hem "İslami" görünen yapılar hem de İslam ile alakası olmayan kurum ve kuruluşlar olmasıdır.

İslam aleminde devam eden savaşın temel sebebinin Batılı işgal girişimleri olduğu gerçeğini fark eden birisi şunu net şekilde anlayacaktır. Süren bir işgal halinde sulh ve sükuneti tavsiye etmenin, işgale hizmet etmekten pek bir farkı yoktur. Zira savaşı sürdüren şey İslam aleminin zihniyeti yahut tavırları değildir. Bilakis, Batılı güçlerin hakimiyet arayışı ve zihniyetidir. Savaşın alevlerinin dinmesi için İslam aleminin görüş değiştirmesi değil, Batılı güçlerin kendi hegemonyalarını dayatmaya çalışmaktan vazgeçmesi gerekir. Bu da ancak, insanı bir ilah pozisyonuna yerleştiren demokrasi zihniyetinin terkiyle mümkün olabilir.

Demokrasi cephesinin İslam alemindeki yerli ortakları hoşgörü, birlikte yaşama kültürü, uyum, barış, diyalog, terör gibi içi boş ve şişirilmiş mefhumlar üzerinden İslam aleminin direnme kapasitesini ortadan kaldırmaktadır. Bunu bir kısım bile isteye yaparken diğer bir kısım ise ne yaptığını fark etmeyecek düzeydedir. Her halükarda, söz konusu tavrın sebep olduğu durum açıktır. İslam aleminin işgalinin kolaylaşması, küresel düzenin İslam alemine nüfuz edebilmesi, İslam aleminin direnme kapasitesini sağlayan temel özelliklerin sulandırılması.

Demokrasi mefhumu başta olmak üzere bu gibi söylemler esasında İslam alemini küresel sisteme entegre etmeyi, güç odakları için bir pazar haline getirmeyi, İslam aleminden küresel sisteme yönelen varoluşsal tehdidi bertaraf etmeyi amaçlamaktadır. Daha önce de vurguladığımız gibi, İslam alemine dayatılan şiddetli savaşın temel sebebi de budur. Küresel sistem, kendisine yönelik siyasi tehditleri bertaraf ettikten sonra, ortada gerçek ve büyük bir tehdidin durduğunu algılamıştır. Bu tehdit, küresel sistemle siyasi bir rekabete girme düşüncesi olmayan, bilakis sistemin doğrudan varlığını ortadan kaldırmayı hedefleyen İslami anlayıştır. Hal böyleyken, küresel sistem için İslam'ın arz ettiği tehdidi ortadan kaldırmak bir zorunluluk olmuştur. İslam, toplumların siyasi, sosyal ve kültürel tüm damarlarına nüfuz ettiğinden, İslam dinini yok etmek imkansız bir hedeftir. Bunun yerine "demokrasi cephesi" İslam'ı demokratlaştırmayı hedefe koymuş, bu şekilde İslam'ın içini boşaltarak kendisine yönelen tehdidi ortadan kaldırmayı planlamıştır. Bu plan uzun süredir icraat halindedir. İslam'ın Ehli Sünnet vel Cemaat anlayışı eksenindeki sahih düşünce yapısı ortadan kaldırılarak demokrat, seküler, kapitalist, liberal bir İslam var edilmeye çalışılmaktadır. Bunun mümkün olmadığı yerlerde ise küresel sistemle uyumlu, sapkınlık ve hurafelere dayalı, menfaat üzerine kurulu bir İslami anlayış yaşatılmaya çabalanmaktadır. İslam'ın sahih yorumuna, cihad düşüncesine, İslam aleminin siyasi ve sosyal direncini artıran zihni altyapılara ise asla müsaade edilmemektedir.

Demokrasi asla bir siyasi felsefeden, masum bir uzlaşı düşüncesinden ibaret değildir. Bilakis dünyadaki güç odaklarının iktidar ve egemenlik vasıtası, onların siyasi hükümranlık kurma aygıtıdır. Bu durum kendisini, İslam alemine yönelen işgallerde de göstermektedir. Bu gerçeği anlamak, demokrasiyi anlama yolunda çok mühim bir adım olacaktır.


Muhammed Eyüp tarafından kaleme alınan bu değerlendirme Nebevi Hayat dergisinin 2023 yılı Eylül ve Aralık ayı sayılarında yayınlanmıştır. Değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Mepa News, yapılan yorumlardan sorumlu değildir. Her bir yorum 600 karakterle (boşluklu) sınırlıdır.