El Kaide'nin Cezayir'deki yapılanması olan ve Kuzey Afrika bölgesindeki faaliyetleriyle dikkat çeken 'İslami Mağrib El Kaidesi'nin yeni lideri olan Yusuf el Annabi, geçtiğimiz yıl gazeteci Wassim Nasr'a verdiği röportajda dikkat çeken ifadeler kullanmıştı.
Grubun bir önceki lideri Ebu Musab Abdulvedud (Abdulmalik Drukdel) 3 Haziran 2020 tarihinde Mali'nin kuzeyinde Fransa tarafından düzenlenen bir hava saldırısında öldürüldüğü öne sürülmüş, haberin üzerinden yaklaşık iki hafta geçmesinden sonra İslami Mağrib El Kaidesi Abdulvedud'un ölüm haberini doğrulamıştı.
El Annabi, 21 Kasım'da yayınlanan bir açıklamayla yapılanmanın yeni lideri olarak açıklanmıştı.
Bu çalışmada, gazeteci Wassim Nasr tarafından 2019 yılında gerçekleştirilen röportajın ilgili kısımları derlenmiştir.
El Annabi’nin sorulara verdiği yanıtlardaki ifadeler orjinal haline bağlı kalınarak aktarılmıştır.
Cezayir ve halk gösterilerine bakış
El Annabi, Cezayir'de özellikle 2019 yılında gündeme oturan halk gösterilerine yönelik olumlu bakışıyla öne çıkan bir isim.
Kendisi de aslen Cezayirli olan isim için, Cezayir meselesinin önem taşıdığını söylemek güç değil.
El Annabi, Bu konudaki soruya yönelik cevabına şu ifadelerle başlıyor:
"İlk olarak, devam eden mübarek devrimlerindeki kuvvetli kararlılıkları, azimleri ve yüksek ahlakları ile dünyayı hayrete düşüren hür Cezayir halkını selamlıyorum. Bu tarihi günler boyunca, Müslüman Cezayir milletini yeniden diriltme yolunda gururla ilerlediler.
Onlar sahiden harika insanlar, İslam ile, Arap kimliğiyle, tarihiyle, sembolleriyle ve medeniyetiyle harika insanlar. Onlar otoriteyi güç, sahtekarlık ve aldatma ile ele geçiren; halkın dini, kültürel, sosyal ve tarihi sabitelerini tahrip eden siyasi ve iktisadi çetelerden bağımsızlıklarını kazandıkları günden bu yana ıstırap çeken insanlar."
Cezayir halkının zulme karşı isyanlarıyla meşhur olduğunu ifade eden El Annabi, devam eden ayaklanmaların barışçıl tabiatına dair ise şunları söylüyor:
"Mevcut ayaklanmalar, barışçıl olmasına ek olarak iki sebeple dikkat çekiyor. Şu an itibariyle bunlar kapsamlılık ve yayılmadır. Kapsamlılık bakımından, istisnasız tüm insanlar gösterilerde yer almıştır, erkek kadın, genç yaşlı, eğitimli eğitimsiz, İslamcı ve İslamcı olmayan. Ve yayılma bakımından, gösteriler ülkenin doğu, batı, kuzey ve güneyindeki tüm bölgelere yayılmış durumdadır.
Bu genellik ve bu yayılma, gerçek karar alıcıları halkı dinlemeye ve boyun eğmeye zorladı. Ve hatta göstericilerin taleplerinden bazıları yerine getirildi.
Açıkçası bu insanların hapsedilmesi, herkesin bildiği gibi üst yönetim sınıfındaki elitler arası bir çatışmanın parçası olsa dahi, aslında Cezayir sahnesinde güçlü bir deprem ve tahmin edilmedik bir durum. Bu çatışma, Cezayir halkına 60 yıldır elem üzerine elem yaşatan üst düzey generaller arasındaki mücrimlik, despotluk ve yolsuzluk yıkılana kadar devam edecek.
Bu ayaklanmaya büyük bir itici güç veren diğer meseleye gelince, bu da gösterilerin şimdiye dek barışçıl oluşu. Bu durum da gösterilerin toplumun tüm katmanları tarafından kabullenilmesine ve onaylamasına olanak sağlıyor. Genel olarak, gücü olmayan, canlarını ve mallarını savunacak silahı olmayan insanların ölüm ve tahribat nedeniyle savaşlardan korkması normal bir meseledir.
Cezayir özelinde, son 20 senenin etkileri halen toplumsal hafızadaki acı ve kederlerde yerini korumaktadır.
Bizler, mücahidler, tüm samimiyetimiz ve sadakatimizle, Allah’tan sevgili halkımıza bu barışçıl devrim vesilesiyle açık bir fetih vermesini ve en az bedelle halkımızın umutlarını, dileklerini yerine getirmesini niyaz ediyoruz. Tüm kalbimizle umuyoruz ki bir damla kan dökülmeden izzet ve hürriyetlerini geri alabilsinler.
Ancak, demir ve ateşle mazlum Müslüman halklara hükmeden mücrim çetelerin tağutluğu, despotluğu ve baskısı düşünüldüğünde, bu umutlara erişelemez. Bu çeteler birden fazla kez, gücü o kadar kolay terk etmeyeceklerini ispatlamıştır. Bilakis, onların adetleri manevra, çevreleme ve manipülasyondur. Birini göreven alarak bir diğerini onun yerine koymak yalnızca zaman kazanmak içindir. Daha sonra ise tüm hile, fesat ve yalan kartlarını oynadıkları zaman, zulüm, şiddet ve terör yöntemlerine başvururlar.
Allah’ın düşmanı Sisi’nin Mısır’da halkımıza yaptığı şey budur."
El Annabi, bu şekilde, barışçıl gösterilerle protestocuların başarıya ulaşmasını umacaklarını, ancak karşılarında silahlı güçler varken bunun pek de mümkün olmadığını ifade ediyor ve ekliyor:
"Allah yolunda cihad, yönetici çeteleri devirmeye yetecek tek yoldur dediğimiz zaman, bu diğer meşru yolları umursamadığımız anlamına gelmez. Bilakis, benimsediğimiz ve davetini yaptığımız silahlı cihadi çözüm genel bir çözümdür ve bu kapsamlı yaklaşım sadece silahlı savaş faaliyeti ile sınırlı değildir. Aksine, hükümet, siyaset, ekonomi, kültür ve diğer anlamlarda radikal değişiklikleri de kapsar.
Bu sebeple, ayaklanan kalabalıklar, özellikle elitler ve liderler, silahlı cihadi faaliyeti de dışlamayan kapsayıcı bir yaklaşımla çalışmalıdır. Zira bu insanları, malları ve onuru korumak için meşru bir yoldur. Bu meşruiyeti yüce Kuran ve sünnetin metinlerinde buluyoruz. Uluslararası sözleşme ve kanunlar dahi saldırganlığı püskürtmeye izin veriyor. Dünyadaki hiçbir saldırı bir milletin ya da bir halkın dini, tarihi ve medeni temellerine yönelik saldırıdan daha ciddi olamaz.
Bu kapsamlı yaklaşımın ilk adımı toplumda bilinci artırmakla başlar."
Cezayir devleti içerisinde çalışanlara bakış
El Annabi, Cezayir devleti içerisinde yer alanları ise kısım kısım gördüklerini ve tamamen hedefe oturtmadıklarını belirtiyor ve Cezayir'i yöneten güçlere dair şu ifadeleri kullanıyor:
"Genelkurmay Başkanı, kuvvet komutanları, bölgesel komutanlar ve istihbarat başkanlıklarında bulunan üst düzey generaller, bağımsızlık gününden bu yana Cezayir’in yaşadığı derin krizin müsebbipleridir. Zira Cezayir’i, bilhassa 1992’de halkın iradesini gasp etmelerinden bu yana onlar idare ediyor. Cumhurbaşkanlarını, bakanları ve hatta valileri dahi onlar atıyor. Ülkenin iç ve dış işlerini yönetiyorlar. Ama sayıları 40’ı aşmayan bu aşağılık generaller, çeşitli güvenlik servisleri ve askeri servislerin mensupları onlara katılmasa, 46 milyon Cezayirlinin kaderini kontrol etmeye muktedir olamaz."
Askerleri ve subayları, bu güçlere destek olmaktan vaz geçmeye çağıran El Annabi, İslami açıdan, Cezayir için çalışanları üç sınıfa ayırdıklarını ifade ediyor:
"Birinci kategori cumhurbaşkanlığı, parlamento, ordu ve istihbarat birlikleri gibi kafir bir mesajı olanlardır.
İkinci kategori, bakanlıklar gibi yerlerde çalışanlardır.
Üçüncü kategoriye ise tıbbi saha ve eğitim sahası gibi alanlarda çalışanlar ve yapması caiz olan vazifelerdir."
El Kaide'nin Mali yapılanması ile bağlantı
El Annabi röportajda merak edilen bir soruya daha yanıt veriyor. Bu soru, Mağrip El Kaidesi'nin, El Kaide'nin Batı Afrika kolu olan Cemaat Nusret el İslam vel Müslimin ile bağlantısı. El Annabi, buna dair şu ifadeleri kullanıyor:
"Cemaat Nusret el İslam vel Müslimin İslami Mağrip El Kaidesi’nin bir parçasıdır, o da El Kaide’nin küresel organizasyonunun bir parçasıdır.
El Kaide düşmanca bir gerçekliğe adapte olmak zorunda kalmış ve esnek idare yöntemini benimsemiştir. Bu şekilde kendisini genel hedefi ve cihadi faaliyetlerin stratejisini tanımlamayla snırlamıştır. Sahadaki taktik işlerin detayları ise gruplara bırakılmıştır. Detayları bu grupların kendileri planlar ve icra ederler. İslami Mağrip’teki kolumuzun da bölgedeki ülkelerde uyguladığı prensip aynı prensiptir.
Sahadaki detayları ve operasyonel detayları ise, şartlara ve kapasitelerine göre yapılanmalar belirler."
Fransa'ya karşı savaş
Wassim Nasr'ın soruları arasında, El Kaide'nin bölgede Fransa'ya karşı söylemi de var.
El Annabi, Fransa'ya karşı şu ifadeleri kullanıyor:
"Fransa adaletsiz ve işgalci bir ülke. Yüzyıllardır doğrudan ve dolaylı olarak topraklarımızı işgal ediyor. Müslüman halkların kendi topraklarında inandıkları sisteme göre yaşamasına, dini hayatlarını, sosyal geleneklerini yaşamasına izin vermiyor. Dahası, bizlere gelişmemişliğimizin, cehaletimizin ve fakirliğimizin sebebi olan müfsid liderler empoze ediyor. Sorumlu tutulmadan kaynaklarımızı yağmalıyor. Açgözlülüğüne devam etmek için gerekli görürse topraklarımızı işgale yelteniyor. İşgallerinde çocuk, kadın, yaşlı ayırt etmiyor.
Kendimizi, dini, tarihi ve medeni temellerimizi muhafaza etmemiz ve arzuladığımız zaman, yer ve şartta karşılık vermek bizim hakkımız. Sömürgeci kollarını tümüyle hedef almak bizim hakkımız: Askeri yönden, iktisadi yönden ve misyonerlik yönünden. Tıpkı onların bize yaptığı gibi, hiçbirini hariç tutmadan. Bu devletler arasında uygulanan mütekabiliyet kanunudur. Onlar düşmanlıklarına son vermeden bizler de son vermeyeceğiz. Ta ki onlar bizi bıraksınlar ki kendi topraklarımızda özgürce yaşayalım, tıpkı Fransa’nın ve tüm vatandaşlarının dünyada kendi topraklarında özgürce yaşadığı gibi."
El Kaide rehineleri meselesi
Batı ve Kuzey Afrika'da faaliyet gösteren El Kaide gruplarının, bölgede Batılıları rehin alma yönünde bir pratiği olduğu biliniyor.
Bu durum özellikle oldukça yaşlı bir Fransız olan Sophie Petronin'in rehin alınmasında ortaya çıkmıştı. Petronin serbest kalmadan önce yapılan röportajda Annabi bu konuya dair soruları da yanıtlıyor. Bilindiği gibi Petronin bu yıl serbest kalmış, serbest kaldıktan sonra yaptığı açıklamada İslam dinine girdiğini belirtmişti.
"Bizler Fransız rehinenin ve diğer rehinelerin durumuna Fransız yetkililerden daha çok önem veriyoruz. Fakat Fransız hükümetinin dik başlılığı ve vatandaşlarına yönelik ihmalkarlığı gecikmenin sebebi.
Bizim de Fransızlar ve ajanları tarafından hapsedilmiş insanlarımız olduğunu gözardı etmemelisiniz. Ki bunlara hasta, engelli, yaşlı kişiler ve hatta çocuklar da dahil.
Birçok kere makul şartlar ve taleplerle rehinelerin serbest bırakılmasına dair müzakerelere hazır olduğumuzu gösterdik. Elbette taleplerimiz birçok vasıtayla iletildi.
Bu vesileyle rehinelerin ailelerine bir kere daha tekrar etmek isteriz ki, onların bırakılamıyor olmasının ve meselenin çözümsüz kalmasının sebebi bizler değiliz.
Burada bir kez daha Fransız hükümetini, kamuoyunu ve rehinelerin ailelerini, çok geç olmadan bu rehinenin serbest kalması için müzakereye çağırıyoruz."
"Fransa yerel çatışmaları körüklüyor"
Özellikle Mali'de Fransa, yerel güçler ve etnik gruplar arasındaki çatışmaları kışkırtmakla suçlanıyor.
Annabi, gerçekleştirdiği röportajda Fransa'nın Afrika'daki politikasına ve etnik fay hatlarına yönelik müdahalesine de değiniyor.
"Biz El Kaide içerisinde Fransa’nın rolü ve Afrika halklarına karşı cürümleri hakkında konuştuğumuzda, bu sözler kanıtsız iddialara dayanmıyor. Bilakis, bunlar gerçeklik ve tarih tarafından şehadet edilen olaylardır. Fransa’nın on yıllar evvel Jacques Foccart tarafından bulunan “Françafrique” (Fransa'nın Sahraaltı Afrika'da bulunan eski sömürge topraklarında koruduğu etki alanı-Mütercim) ağı vasıtasıyla Afrika’da tahribat, ölüm ve felaketlere sebep olduğunu söylediğimiz zaman abartmıyoruz. Halen dahi mazlum Afrika halklarının kanını emiyorlar, ya sözde bağımsızlık anlaşmaları, ya Fransa tarafından bölge halkına demir ve ateşle hükmetmek üzere tesis edilen liderler, yahut işgalin Total, Areva gibi yağmacı şirketlerinin temsil ettiği ticari cepheler vasıtasıyla.
Fransa’yı, Fulani halkımıza karşı korkunç katliamlar icra eden Donzo milisleriyle suç ortağı olmakla suçluyoruz. Ogossagou’da olanlar (Fulani kabileler bu yerleşimde Pagan Donzo milislerinin saldırısına uğramış, yüzlerce sivil katledilmişti-Mütercim) bize, Ruanda ve diğer bölgelerde kirli vazifeler yürüten Paul Barril ve diğer kimselerin yaptıklarını anımsatıyor. Bu paralı asker grupları etnik katliamları yönetiyor ve Afrika’nın çeşitli bölgelerindeiç savaşları büyütüyor. Bir Fransız dergisi birkaç sene evvel, Ruanda’da 6 Nisan 1994 tarihinde Hutular eliyle 800 bin Tutsi’nin katledildiği soykırımı afişe eden bir rapor yayınladı. Bu soykırım Cumhurbaşkanı Mitterrand’ın yakın bir arkadaşı olan eski Fransa Ulusal Jandarma subayı Paul Barril de dahil olmak üzere üst düzey Fransız yetkilileriyle ortaklık içerisinde gerçekleştirildi. Barril halihazırda özel güvenlik sahasında çalışıyor ve halen özgür. Bu kişi Tutsilerin yok edilmesi için Elysee Sarayı’nın bilgisi dahilinde adam ve silah sağladı. Vaka hakkında 20 sene sonra konuştular, ve yalnızca ortaklık değil, aynı zamanda iştirakları ve bu etnik soykırıma destekleri hakkında.
20 sene önce Ruanda’daki Turkuaz Operasyonu’nun genel komutanı General Jean-Clude Lafourcade, 800 bin kişinin iki ayda öldürüldüğü katliama engel olamamalarına, kaynakların yetersizliği bahanesini öne sürmüştü. Aynı bahaneler şimdi onun mevkidaşı olan Barkhane Operasyonu (Fransa’nın Mali’de devam eden askeri operasyonu-Mütercim) genel komutanı General Frederic Blachon tarafından da, Ogossagou katliamını aklamak için kullanıldı.
Bu mesele görebilen herhangi biri için sır değil. Bu Fransa’nın tüm kıtada izlediği sistematik bir politika. Ancak bugünkü fark, modern medya imkanları göz önüne alındığında, geçmişte birçoğunu saklayabildikleri katliamları saklayabilmeleri artık mümkün değil. Bunlardan biri yaşanalı çok zaman olmadı. Bu, savaş suçlusu Hafter’in saflarındaki Fransız paralı askerleri skandalıydı. Kuşatmanın ardından, Tunus’a doğru karadan ve denizden silahlarıyla bir bot ve diplomatik araçlarla kaçmak istediler. Ancak Tunus sınır muhafızları tarafından yakalandılar. Daha sonra ise onları yakalayan ve silahlarıyla ülkeye girmelerine engel olanların cezalandırılması ile ilgili tartışmalar sızdırıldı.
Yani Fransa’nın şu anda Mali’de yaptığı şey daha önce Ruanda’da yapmış olduğuna benziyor. Bu katliamlar önce küçük operasyonlarla başladı, daha sonra ise Hutular ve Tutsiler arasında topyekün bir savaşa ve etnik soykırıma evrildi.
Fakat günümüzdeki dünyada, öncelikle Allah’ın fazlıyla ve daha sonra mücahidlerin –ümmetin ve dinin ilk savunma hattının- sayesinde, Fransa’nın bölgedeki bu iğrenç rolüne dair bu neticelere ulaşmak için 20 sene beklememiz gerekmiyor. Bilakis, mücahidler bunu ortaya çıkarmak ve dünyaya açıklamalar, yayınlar ve liderlerin konuşmaları vasıtasıyla ifşa etmek için çalışıyor.
Bu etnik çatışmaların geçmişte on yıllar boyunca zaten var olmasına gelince. Bu doğru. Ancak bunlar bu ahlaksızlık ve vahşet boyutunda değillerdi. Geçmişte de böylesi olaylar yaşandı, ancak bunları durdurmak ve tarafları uzlaştırmak kolaydı. Fakat Fransa’nın Mali’yi doğrudan işgalinin ardından, bu daha zor hale geldi. Zira Fransız birliklerinin varlığı, bunu yapmaya güç yetirebilmesine rağmen, katliamları durdurmadı. Aksine, bu katliamları tebrik ettiler ya da en iyi ihtimalle görmezden geldiler. Aynı zamanda gizli destek sağlamış dahi olmaları mümkün. Hakikat bir gün ortaya çıkacaktır, inşallah."
IŞİD meselesi
El Annabi, bölgede El Kaide ile IŞİD arasında devam eden çatışma ortamına dair Annabi'nin kendisine yönelttiği soruları da yanıtlıyor.
Annabi, bu konuya dair şu ifadeleri kullanıyor:
"Biz inanıyoruz ki zaman, cihadın liderleri için kendilerini sorumlu tutma, en azından 2011’de Arap Baharı’nın başlangıcından beri genel cihadın gidişatını gözden geçirme, ihtilafları giderme, hataları tashih etme, rabbimizi razı edecek şekilde kardeşlik, beraberlik, takva ve ihlas ruhunu aşılama zamanıdır. Genel olarak tüm Müslümanların, hususen önde gelen yaşlılarımızın, gençlerimizin ve zulmün zindanlarındaki kardeşlerimizin bizden beklentisi budur. Küfür milletlerinin onları yeryüzünden silmek üzerine ittifak ettikleri bir zamanda, düşmanların birliğinden ve mücahidlerin arasındaki ihtilaf ve ayrılıklardan zarar gördüler. İnanıyoruz ki kendilerini bu inanca destek olmak ve Müslümanları müdafaa etmek için ileri atan kişiler, Müslümanları birleştirmek için diğerlerinden daha isteklidir. Bilhassa çok sayıda ülkede Müslümanların saflarının bölünmesine ve zayıflamalarına yol açan hataları gördükten sonra. Umuyoruz ki kardeşlerine geri dönsünler ve bizi bu yolda destekleyip bize yardım etsinler.
El Annabi, Wassim Nasr'ın "IŞİD’in güçlü kontrol sahibi olduğu Sina Yarımadası ve Çad Gölü bölgesi hakkında ne düşünüyorsunuz?" şeklindeki soruya şöyle cevap veriyor:
"Kanaatime göre “güçlü kontrol sahibi” şeklinde bir tanım isabetli değil ve bir nebze abartılı. Bu bölgelerde “Devle”nin varlığı gerilla harbinden daha fazla değil. El Kaide olarak biz ise mümkün olduğunda kendi stratejimiz kapsamında devam edeceğiz."
Ebu Ubeyde Yusuf el Annabi kimdir?
İslami Mağrib El Kaide yapılanmasının yeni lideri olarak seçilen Ebu Ubeyde Yusuf el Annabi aslen bir Cezayirli ve 1992 yılından bu yana cihadi gruplarla birlikte faaliyet gösteriyor. İslami Mağrib yapılanması içerisinde daha önceden de üst düzey bir isim olan El Annabi, İktisat alanında yüksek lisans eğitimi gördü ve akademik çalışmalar gerçekleştirdi.
2011 yılında El Kaide lideri Usame bin Ladin’in Pakistan’daki ABD operasyonuyla öldürülmesinin ardından İslami Mağrib El Kaidesi adına Eymen ez Zevahiri’ye bağlılık yemini eden El Annabi, 2015 yılında ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından yaptırım uygulanarak “terör listesine” eklendi.
Ebu Musab Abdulvedud’un El Kaide merkezi yönetim kadrosunda Eymen ez Zevahiri’den sonra üç numaralı isim olduğuna dair bilgiler bulunuyordu. Abdulvedud’un yerine geçen El Annabi için de sadece İslami Mağrib değil, El Kaide merkez yapılanması içinde de üst düzey bir isim olarak bahsedilebilir.
El Annabi’nin ismi aynı zamanda Mısır’ın ilk seçilmiş cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin ölümüyle de gündeme gelmişti. El Annabi o dönem yayınladığı mesajda, “Zulümle öldürülmüş ve kıble ehlinden olan birisine nasıl rahmet okumayız?” ifadelerini kullanmıştı. Her ne kadar açıklamanın o dönen El Annabi tarafından şahsen yayınlandığı ifade edilmiş olsa da, Annabi’nin İslami Mağrib yapılanması içerisindeki üst düzey konumu açıklamayı şahsi olmanın ötesine taşıyor.
Sonuç olarak, İslami Mağrib El Kaidesi ve Batı Afrika’da faaliyet gösteren Nusret el İslam vel Muslimin Cemaati’nin yeni lideri olan El Annabi, yeni lider olmanın yanında Fransa’nın da bölgedeki en önemli hedefi haline gelmiş durumda. El Kaide’nin Cezayir merkezli Kuzey Afrika yapılanması her ne kadar bölgede sadece kendi varlığını koruma yolunda bir strateji izliyor olsa da, Ebu Musab Abdulvedud döneminde temeli atılan Batı Afrika’daki El Kaide yapılanması Nusret el İslam vel Muslimin Cemaati, varlık gösterdiği bölgedeki etki alanını artırmaya devam ediyor.
Kaynak: Mepa News Akademi