ABD, AB ve İngiltere, İsrail'in Filistin halkına karşı yürüttüğü soykırım savaşını "İsrail'in kendini savunma hakkı vardır" gibi klişe bir söylemle savunmaktan yorulmadı.
Ağustos 2022'de İsrail üç gün boyunca Gazze'deki Filistinlileri bombaladı ve 17'si çocuk 49 kişiyi öldürdü. ABD ve AB'nin bu katliama tepkisi, "İsrail'in kendini savunma hakkını" desteklediklerini vurgulamak ve Filistinli sivillerin ölümünden üzüntü duyduklarını sessizce ifade etmek oldu.
Bu, İsrail'in Gazze'de soykırım savaşından önce gerçekleştirdiği son büyük katliamdı ama kesinlikle ilk değildi. Bunun için İsrail'in Gazze Şeridi'ne saldırmaya başladığı 1951 yılına geri dönmeliyiz.
İsrail, Akdeniz kasabası Mecdal Askalan'dan (şimdi Aşkelon yerleşimci kolonisi) kalan 2 bin 500 Filistinlinin İsrail ordusu tarafından kamyonlara yüklendiği 1947 sonu ile 1950 yazı arasında yüz binlerce Filistinliyi Gazze'ye sürmüştü. İsrail ayrıca bu dönemde 1955'e kadar 7 bin Filistinli Bedeviyi Mısır'a sürgün etmişti.
Savaş suçları tarihi
Ekim 1951'de İsrailliler Gazze'ye baskın düzenleyerek onlarca Filistinli ve Mısırlıyı öldürdü, onlarca evi yıktı ve Yahudi yerleşimci kolonisi tarafından inşa edilen yeni sınırlar üzerinden evlerine dönmeye çalışan sürgün edilmiş Filistinlileri engellemek için kuyuları havaya uçurdu.
Daha önce, Ağustos 1949'da İsrail askerleri iki Filistinli mülteciyi yakaladı. Adamı öldürdüler ve 22 asker kadını öldürmeden önce sırayla tecavüz etti. Mart 1950'de İsrail askerleri Gazze'den iki Filistinli kız ve bir erkek çocuğu yeni sınırın ötesine kaçırdı.
Oğlanı öldürdüler ve öldürmeden önce iki kıza tecavüz ettiler. O zamana kadar, İsrail askerleri ve polisinin evlerine dönmeye çalışan Filistinli kadın mültecilere tecavüz etmesi oldukça yaygındı, bu uygulama birkaç yıl önceki Nekbe sırasında da yaygındı.
Örneğin Ağustos 1950'de dört İsrail polisi Batı Şeria sınırında ailesinin meyve bahçesinden meyve toplayan Filistinli bir kadına tecavüz etti.
İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırıları 1952 ve 1953 yıllarında da devam edecek ve o yılın Ağustos ayında Bureyc mülteci kampı katliamıyla doruğa ulaşacaktı. İsrail askeri birimi 101, aralarında yedi kadın ve beş çocuğun da bulunduğu en az 20 Filistinli mülteciyi, uyurken kulübelerinin pencerelerine bomba atarak ve kaçanlara ateş ederek öldürdü. Onlarca kişi de yaralandı. Diğer kaynaklar öldürülen Filistinlilerin sayısını 50 olarak vermektedir.
O dönemde yabancı gözlemciler İsrail'in "kendini savunma hakkından" söz etmemiş ve katliamı "korkunç bir kasıtlı toplu katliam vakası" olarak nitelendirmişlerdi. Aynı yıl İsrailliler Batı Şeria'daki Kibya köyünde 70 Filistinli sivili katletmiş, Indianapolis merkezli İsrail yanlısı National Jewish Post gazetesi bile bu katliamı Lidice'deki Nazi katliamıyla kıyaslamıştı.
Şubat 1955'te İsrailliler Gazze'deki bir Mısır askeri kampını basarak en az 36 Mısır askerini ve biri çocuk iki Filistinli sivili öldürdü.
O zamana kadar Mısırlı yetkililer, sınırları denetleyerek ve Filistinlilerin "sızmasını" önleyerek İsraillileri yatıştırmaya çalışıyordu. Baskının ardından Gazze'deki Filistinliler Mısırlı yetkililere karşı ayaklandı ve İsrail'in durmak bilmeyen saldırılarına karşı kendilerini savunmak için silah talep etti.
İsrail'in vahşeti ve saldırganlığı karşısında çileden çıkan ve Filistinli mültecilerin baskısı altında kalan Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdunnasır, Filistinlilerin taleplerini kabul etti. Bir grup Filistinli fedai, Ağustos 1955'te İsrail'e baskın düzenledi. Sınırlarından 27 mil içeriye kadar sızarak askerlere pusu kurarak, mayın döşeyerek, araçlara ve binalara saldırarak İsrail'e misilleme yaptı ve bu sırada 5 asker ve 10 sivil öldü.
Kimse, Binyamin Netanyahu'nun yaptığı gibi, Filistinlilere karşı devam eden soykırım savaşına dini bir damga vurmak için İncil'deki "Amalek"e ilk başvuranın mevcut Yahudi üstünlükçü İsrail hükümeti olduğunu düşünmesin, aslında bu benzetmeyi yetmiş yıl önce ilk kullanan laik Başbakan David Ben Gurion'du.
İsrail'in Ekim 1956'da Gazze ve Mısır'ı işgali öncesinde Ben Gurion, "Amalek ordularının İsrail Devleti'ni ve İsrail halkını yok etmek" için yeniden silahlandığını ilan etti.
İsrailliler 2 Kasım 1956'da Gazze'nin Han Yunus şehrini havadan bombaladı ve İsrail tankları 3 Kasım'da şehre girmeden önce çok sayıda sivili öldürdü.
İsrailliler direnişçileri toplayıp olay yerinde ya da evlerinde infaz etti. Bu arada, komşu mülteci kampında, İsrailliler 15 yaşın üzerindeki tüm erkekleri ve erkek çocuklarını şehir meydanında topladı. Onları makineli tüfekle taramaya başladılar ve büyük çoğunluğu sivil ve yarısı 1948 mültecisi olan 300 ila 500 kişiyi öldürdüler. Mart 1957'de ABD ve SSCB tarafından zorla çıkarılana kadar Gazze'yi ve Sina Yarımadasını işgal ettiler.
'Soykırım vahşeti'
Geçtiğimiz haftalarda İsrail, Gazze'nin kuzeyinden kaçan bir milyon Filistinli için güvenli bölge görevi gören ve İsrail'in "tehlikeli savaş bölgesi" olarak adlandırdığı Gazze'nin ikinci büyük şehri Han Yunus'ta katliamlar gerçekleştirdi. Bu katliam, İsrail'in vahşi bombardımanından kaçarak bir okula sığınan 30 sivilin katledilmesini de içeriyordu. İsrail'in 1956'daki vahşi katliamları bile Filistinlilerin 7 Ekim'den bu yana acımasızca katledilmesinin yanında insancıl kalıyor.
1967 yılında İsrail Gazze'yi tekrar işgal etti. Şeritten 75 bin Filistinliyi kovdu ve 50 bin Filistinlinin daha (İsrail işgal ettiğinde Gazze dışında çalışan, okuyan veya seyahat eden) evlerine dönmesini engelledi. Filistinlilerin topraklarının yüzde 60'ına ve sularının tamamına el koydu. Bunların büyük bir kısmı, yerli Filistinlilerin 18 katı suya erişimi olan Yahudi sömürgecilerin özel kullanımı içindi.
Yahudi sömürgeciler, toprağın Filistinli sahiplerinden kişi başına 85 kat daha fazla (çalıntı) toprağa sahipti. İsrail, 2005 yılına kadar, tüm Filistin halkını, Gazze'nin ekonomik altyapısını yok ettiği ırkçı bir askeri işgale maruz bıraktı.
İsrail'in Eylül 2005'te Gazze çevresinde yeniden konuşlanmasından ve 2.3 milyon Filistinliyi Gazze toplama kampına hapsetmesinden bu yana, İsrailliler kamptaki sivil mahkumlara ve direnişe karşı 2006, 2008-2009, 2012, 2014 ve 2021 yılları da dahil olmak üzere çok sayıda bombalama kampanyası başlattı ve binlerce sivili öldürdü.
İsrail ordusunun 7 Ekim'den bu yana elde ettiği tek "zafer" on binlerce sivilin katledilmesi, on binlercesinin yaralanması ve iki milyondan fazlasının yerinden edilmesi oldu. Ayrıca evlerin ve konutların, hastanelerin, okulların, kütüphanelerin, belediye binalarının, kiliselerin ve camilerin yıkımında da başarılı oldu. Tüm bu sivil katliam ve yıkıma rağmen, askeri hazırlık konusundaki itibarı öngörülebilir bir gelecek için ortadan kalktı.
İsrail'in 7 Ekim'de kendi sivillerini öldürmesi ve evlerini yerle bir etmesiyle ilgili ayrıntılar ortaya çıktıkça, Batı'da ve Arap müttefikleri arasında daha önce sahip olduğu hayali askeri cazibenin bir kısmını yeniden kazanması uzun zaman alacak.
İsrail'in mevcut savaşının en ilginç ironilerinden biri, ABD imparatorluğu ile AB ve İngiltere'deki yan kuruluşları, yerleşimci kolonisinin soykırım savaşını sürdürebilmesi için 8 Ekim'den bu yana İsrail'i aralıksız silahlandırmaya devam ederken, o tarihten bu yana silah takviyesi yapılmayan ve buna rağmen İsrailli işgalcilere karşı askeri zaferler kazanmaya devam eden tarafın Filistin direnişi olması.
Ancak Amerikalılar, sömürgeleştirilmiş ve vahşileştirilmiş bir halka karşı yürütülen bu savaşın başlıca tarafı olmakla kalmadı, Başkan Biden'ın ulusal güvenlik danışmanı Jake Sullivan, ABD'yi İsrail ile özdeşleştirerek daha da ileri gitti ve Filistin direnişinden ABD'nin "düşmanı" olarak bahsetti.
Sullivan, Başbakan Binyamin Netanyahu da dahil olmak üzere "İsrail'in operasyonlarının mevcut aşamasını sonlandırması için gereken koşulları ve zamanlamayı İsrailli liderlerle görüştüğünü" söyledi. Ancak "düşmana planın ne olduğunu telgrafla bildirmek" istemediklerini söyleyerek bir zaman dilimi belirtmekten kaçındı.
İsrail yanlısı Amerikalılar 1953'teki Kibya katliamını Lidice'deki Nazi katliamına benzetmişti ve Haham Benyamin takma adıyla tanınan ünlü Aşkenaz İsrailli köşe yazarı Yehoshua Radler-Feldman 1956'da Kafr Kasım köyünde 50 Filistinli İsrail vatandaşının katledilmesiyle ilgili olarak "yakında Naziler ve pogrom failleri gibi olacağız" diye yazmıştı. Bugün hem İsrailli yetkililer hem de Filistinli direniş sözcüleri birbirlerinden sürekli olarak "Naziler" diye bahsediyorlar.
Ancak Filistinli sözcüler İsrail hükümeti ve ordusundan Nazi ve faşist olarak bahsederken, İsrailli yetkililer Filistin halkını bir bütün olarak "Nazi" olarak nitelendiriyor.
İsrailli yetkililerin Filistinlileri "hayvan" ve "insanlık dışı" olarak nitelendiren utanmaz ırkçı söylemleri, ayrım gözetmeyen İsrail ölüm makinesinin olağanüstü gücü ve İsrail'in soykırım vahşetinin boyutları göz önüne alındığında, bu benzetmenin uygunluğu ya da uygunsuzluğu tartışmaya açık.
Ancak şüphe götürmeyen husus, Gazze'deki İsrail vahşetinin endüstriyel ölçeği emsalsiz olsa da, acımasız doğasının 1948'den bu yana İsrail'in Filistin halkına karşı yürüttüğü savaşın ayrılmaz bir parçası olduğu.
Middle East Eye'da yayınlanan bu değerlendirme Mepa News okurları için Türkçeleştirilmiştir. Değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.