Dünyanın hiçbir yerinde insani yardımın savaşın yürütülmesi için stratejik bir araca dönüştürülmediği ve hatta çoğu zaman savaşı uzatmadığı bir savaş bölgesi neredeyse yoktur. Gazze savaşı da bu kuralın bir istisnası değildir. İsrail gıda ve ilaç konvoylarının, su ve yakıt tedarikinin, kendisinin savaşı sürdürmesini sağlayan şeyler olduğunun farkındadır. Başka bir deyişle, getirdiği stratejik avantajlar yoksa insani yardımın kendi başına bir değeri de yoktur.
Paradoks şu ki, insan hayatını kurtarmaya yönelik yardımlar İsrail'in insanları, düşmanları ve "savaşçı olmayanları" öldürmeye devam etmesi için kritik önem taşımaktadır. Ancak bunu icat eden İsrail değildir, kuralları dikte eden ABD hükümetidir.
Bu iki amaç içindir: Bir yandan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde ve Uluslararası Adalet Divanı'nda İsrail'i destekleyen uluslararası toplumun baskısını hafifletmek. Diğer yandan da Biden'ın savaşın devam etmesine verdiği desteği siyasi bir felaket olarak gören sadece iç eleştirilere karşı koymak. Ki bu eleştiriler Cumhuriyetçilerden değil Demokratlardan da gelmektedir.
Bir diğer iddia ise Gazze'ye giren yardımların Hamas'ın eline geçtiği ve Hamas'ın bölgedeki siyasi konumunu güçlendirdiği yönündedir. Hamas yardımları rehine görüşmelerinde oyunun kurallarını belirlemek ve Filistin kamuoyunu yatıştırmak için kullanmaktadır. Ancak her zaman olduğu gibi, yardımların devam etmesine karşı çıkanlar ile artmasını isteyenler arasındaki tartışmada Gazzeliler açlık ve hastalıkların yanı sıra silahlı saldırılar ve bombalamalarda ölmeye devam etmektedir.
İnsani yardım sadece toplam teslimat, kamyon sayısı ve tüm bunlar için ayrılan para miktarı ile ölçülmez. Savaşan taraflar arasındaki anlaşma ve mutabakatlara dayalı olarak korunaklı erişim yolları, transit koridorlar ve güvenli alanlar gerektirir. Ancak bu anlaşmalar bedelsiz değildir. Taraflar savaşa devam etmelerini sağlayacak siyasi, askeri, taktiksel ya da stratejik varlıklar için bir bedel öderler.
Gazze'de de durum farklı değildir. İnsani yardımın stratejik bir araç olarak kullanılmasının en trajik ve utanç verici örneklerinden biri -ve bu kesinlikle tek örnek değil- Yugoslavya'daki savaş sırasında yaşanmıştır. Mark Cutts'ın 1999 yılında Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği için hazırladığı şok edici rapor, BM barışı koruma güçlerinin ve yardımları ulaştırmak üzere Bosna'da görevlendirilen Yüksek Komiserliğin bir dizi ciddi hatasını ortaya koymuştur.
On yıllardır insani yardım çalışmalarında bulunan ve diğer görevlerinin yanı sıra Suriye'de insani yardım koordinatörlüğü de yapmış olan Cutts, raporunda Bosna'daki Sırp güçlerinin Bosna halkı için gönderilen gıda ve ilaç konvoylarına nasıl baskın düzenlediğini anlatmış ve yardımların Sırp saldırganlar ile Bosnalı kurbanları arasında eşit olarak dağıtılmasını talep etmiştir. En azından bir vakada, 1995 yılında, NATO'nun Sırp üslerini bombalamasının ardından yüzlerce barış gücü askeri Sırp güçleri tarafından kaçırılmıştır. Hatta esirleri bombalanan yerleri korumak için canlı kalkan olarak kullanılmışlardır.
Suriye'de de yardım konvoylarının giriş koşullarını belirleyen Esed rejimi olmuştur. Bu koşullar arasında yardımların rejime bağlı yardım kuruluşları tarafından dağıtılması talebi de bulunmaktadır. Bu kuruluşlar da yardımların tahminen yarısını Suriyeli askerlere ya da rejim tarafından yönetilen milislere aktarmıştır. Suriye iç savaşı boyunca ABD ülkeye yaklaşık 16 milyar dolar tutarında insani yardım sağlamıştır.
Sadece 2019-2020 yıllarında yaklaşık 100 milyon dolara ulaşan hırsızlık ve manipülasyonlar ışığında Kongre, yönetimden dağıtımı düzene sokacak ve Esed'e ulaşmasını engelleyecek yeni bir strateji tasarlamasını talep etmiştir. Böyle bir strateji ise henüz tasarlanmamıştır.
Gazze, Suriye'yi harap eden ölümlerin ve insani felaketin boyutlarıyla kıyaslandığında sönük kalmaktadır. Ancak Gazze ile Bosna ve Suriye'de ortaya çıkan durum arasındaki fark, bu iki ülkede en azından yardımların dağıtımı konusunda müzakereleri yürütecek birilerinin olmasıdır. Suriye rejimi ya da Bosna'daki Sırp güçleri kendi paylarına düşeni aldıktan sonra bile makul bir miktar yardım yerine ulaşmayı başarmıştır.
Gazze'de sadece yerel bir hükümet değil, yükü taşıyacak uluslararası, Arap ya da Filistinli bir güç de yoktur. İsrail, Filistin Yönetimi'nin dağıtım işini üstlenmek üzere Gazze'ye girmesine izin vermemektedir. Kaldı ki Filistin Yönetimi'nin de Gazze'ye girmek için kendi siyasi koşulları bulunmaktadır. Filistin Yönetimi, diplomatik bir süreç başlamadan ya da en azından sembolik olarak uluslararası bir konferans toplanıp bir gündem oluşturulmadan Gazze ile hiçbir ilgisi olmayacağını söylemektedir.
Amerika Birleşik Devletleri ise Filistin Yönetimi'nin rol alabilmesi için kendi ağır şartlarını öne sürerek siyasi ve idari reformlar yapmasını talep etmektedir. Bunlar arasında Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas'ın yetkilerinin azaltılması, Hamas ya da El Fetih ile özdeşleşmemiş teknokratlardan oluşan bir hükümetin kurulması (gerçekçi olmayan bir koşul) ve yolsuzluğun ortadan kaldırılması için çaba gösterilmesi yer almaktadır.
İnsani yardımın ihtiyaç sahiplerine ulaşmasını sağlayacak benzer koşulların Suriye, Yemen ya da Sudan'daki rejimlerden talep edilmediğini hatırlamakta fayda vardır. Saçma olan şu ki, İsrail insani yardımın Gazze'ye giriş koşullarını belirlerken, Hamas ve silahlı çeteler yardımın Gazze'ye ulaştıktan sonra nasıl dağıtılacağını kontrol etmeye devam etmektedir. Sivil yaşamı ve insani yardım dağıtım sistemini yönetecek herhangi bir planın olmayışı, Reşid Caddesi'ndeki korkunç olayda en az 112 Gazze sakininin ölümü ve yardım dağıtımına eşlik eden kaos göz önüne alındığında, Washington yakında Filistin Yönetimi'nin Gazze'ye koşulsuz girmesine izin vermek zorunda kalabilir.
Ürdün, Birleşik Arap Emirlikleri ve şimdi de ABD tarafından havadan yapılan gıda ve ilaç yardımları gerçek bir çözüm değildir. Akdeniz'e ya da İsrail topraklarına inmek yerine hedeflenen alıcılara ulaşsalar bile, ihtiyaçları karşılamaya yaklaşamazlar bile. Hercules uçağı bir kamyona eşit büyüklükte bir yük bırakabilir. Günde 200 kamyonluk asgari ihtiyacı karşılamak için, nispeten küçük bir hava sahasında ve büyük bir maliyetle, daha önce görülmemiş büyüklükte bir hava ikmaline ihtiyaç duyulacaktır.
Diğer çözüm ise Kerem Şalom (Kerem Ebu Salim) ve Refah'ın yanı sıra Erez ve Karni geçişlerini de açmaktır. Ancak bunların hepsi açılsa bile, konvoylar dağıtım noktalarına ulaşana kadar etkili bir ordu ve polis varlığıyla yollar güvence altına alınana kadar dağıtım sorunu devam edecektir.
Hamas için çalışan Gazze polisi, hayatlarından endişe ettikleri için yardım konvoylarının korunmasından sorumlu olmayı reddetmektedir. Aynı durum, birçoğu savaşta öldürülen yardım çalışanları için de geçerlidir. Yakında ortaya çıkacak soru şudur: İsrail askerleri yardım konvoylarını korumakla kalmayıp yardım dağıtımını da üstlenerek birer yardım görevlisi haline mi gelecektir? Netanyahu'nun umduğu topyekun zafer imajının bu olduğu oldukça şüphelidir.
Haaretz'de yayınlanan bu değerlendirme Mepa News okurları için tercüme edilmiştir. Değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.