İsrail işkence ve tecavüzleriyle yok oluşa sürükleniyor

Jonathan Cook

İsrail'deki dini fanatikler, ordunun en üst kademesindeki isimlerin uyarılarını hiçe sayıyorlar. Sonu ne olursa olsun savaş çemberini genişletmek istiyorlar.

Hamas'ın 7 Ekim günü gerçekleştirdiği saldırının ardından İsrail tarafından Sde Teiman'da kurulan toplama kampında konuşlu askerlerin buradaki Filistinli mahkumlara karşı tecavüzü bir işkence silahı olarak kullandıklarının ifşa edilmesine pek de şaşılmamalıdır.

Bir hapishane birliği olan "Force 100" mensubu dokuz İsrailli asker, Filistinli bir mahkuma sivri bir alet ile topluca tecavüz ettikleri için tutuklandı. Filistinli mahkum ise hastaneye kaldırıldı.

İsrail tarafından tutuklanan mahkumlardan en az 53 tanesinin hapishanelerde can verdiği belgelenmiş bir gerçektir. Bu ölüm vakalarının çoğunun nedeni ya ağır işkence ya da işkence sonrası gerekli tıbbi müdahaleden mahrum edilmedir. Bu 53 vakanın hiçbirisi için İsrail tarafı bir soruşturma yapmamış veya bir şüpheli tutuklamamıştır.

Kendilerine "dünyanın en ahlaklı ordusu" diyen bir güruhun Filistinlere işkence ve tecavüz etmesine neden şaşıralım ki? Açıkçası bunları yapmasalar o zaman şaşırırdık.

Bahsettiğimiz ordu, yarısı çocuklardan oluşan 2.3 milyon Gazzeliye karşı açlığı bir savaş aracı olarak on aydır kullanmakta bir sakınca görmeyen bir ordudur.

Gazze'nin tüm hastanelerini, okullarını ve evlerinin yüzde 70'ini aylardır devam eden bombalamalarla yıkan, 40 bin Filistinliyi öldüren ve 21 bin çocuğun kaybolmasına neden olan ordu da aynı ordudur.

Dünyanın en üst düzey mahkemesi olan Uluslararası Adalet Divanı (UAD) tarafından soykırım yaptığı gerekçesiyle soruşturmaya tabi tutulan da yine aynı ordudur.

Mesele Gazze'de sıkışıp kalmış Filistinli sivillerin emdiği sütü burunlarından getirmek olunca geçmeyi göze alamadığı herhangi bir kırmızı çizgi olmayan İsrail'in, sokak ortasından kaçırıp zindana tıktıkları için kırmızı çizgileri neden olsun ki?

Cinsel şiddet

Sde Teiman'da yaşanan korkunç olayları daha önce Mayıs ayında kaleme almıştım.

Şahit oldukları şeyleri midesi artık kaldırmayan gardiyanlar ile hapishanede görev yapan doktorların buradaki mahkumların ne kadar ağır şartlar altında yaşadıklarına dair anlattıkları aylardır İsrail medyasında gündemdeydi.

Uluslararası Kızılhaç Komitesi söz konusu toplama kampında gözlem yapmak için talepte bulundu ancak bu istekleri reddedildiği için kampın denetim altında olması adına son şans da uçup gitti.

Birleşmiş Milletler, geçtiğimiz Ekim ayından bu yana tutuklanan 9 bin 400 Filistinli mahkumun yaşadığı şartlar hakkında 31 Temmuz tarihinde bir rapor yayımladı. Çoğunun dış dünya ile ilişkisi tamamen kesilen mahkumlara neden tutuklandıklarına dair bir tebliğ yapılmadığı gibi herhangi bir suçlama da henüz yöneltilmedi.

Rapora göre cinsel şiddet, waterboarding ve köpeklerle saldırı dahil bir sürü "dehşet verici" işkence ve istismar yöntemi İsrail'deki tüm tutuklu merkezlerinde uygulanıyor.

İsrail'in işlediği cürümlerden bazıları ile alakalı raporda şu ifadeler yer alıyor:

"Hem erkeklerin hem de kadınların zorla çıplak halde tutulması, çıplak halde dayak atılması, mahkumların mahrem yerlerine vurulması, cinsel organlara ve makata elektrik verilmesi, tekrar tekrar aşağılayıcı şekilde soyularak arama yapılması, cinsel argo terimlerin ve sözlü tecavüz tehditlerinin sık sık kullanılması, kadın mahkumların hem erkek hem de kadın askerler tarafından edepsizce elle taciz edilmesi..."

Soruşturma sonucunda elde edilen bilgilere göre İsrailli güvenlik güçlerinin "sürekli olarak", "mahkumların makatlarına çeşitli objeler soktuğuna dair" bulgulara rastlandı.

Save the Children isimli grup tarafından geçen ay yayımlanan rapora göre ise İsrail tarafından zindana atılan yüzlerce Filistinli çocuk aç bırakılmakta ve cinsel istismara maruz kalıyor.

İsrail'de faaliyet gösteren en büyük insan hakları izleme grubu B'Tselem tarafından bu hafta başlarında "Cehenneme Hoş Geldiniz" başlığı ile yayımlanan raporda çoğu hakkında herhangi bir suç ithamı dahi bulunmayan onlarca Filistin'in tanıklık yer verildi ve hapishanelerin durumu için "insanlık dışı şartlar" ifadesi kullanıldı.

Söz konusu raporda Sde Teiman hapishanesinde yaşanan hadiseler için "buz dağının görünen kısmı" kullanıldı. Raporun bir kısmında şu ifadeler yer aldı:

"İsrail'deki tutukluluk merkezleri, her mahkumun kasti bir şekilde son derece ağır ve sürekli acı ve eziyetlere maruz kaldığı, Filistinlilere işkence etmek için kurulmuş ağın bir parçası olup bu durum İsrail'in hapishanelerden sorumlu yetkililerinin saklamaya lüzum görmediği organize bir faaliyet zinciridir."

Uzun yıllardır Filistinlilerin maruz kaldığı sistematik işkencelere karşı yürüttüğü mücadele ile bilinen ve İşkence Karşıtı Halk Komitesi isimli oluşumun liderliğini yürüten Tal Steiner geçen hafta kaleme aldığı yazısında Sde Teiman'ın "bizim şahit olduğumuz en dehşet verici işkencenin yapıldığı bir yer" olduğunu söyledi.

Konuşulması sıkıntı yaratacak bir mesele

Yani kısacası Sde Teiman'da yaşanan işkence ve cinsel saldırılar aslında İsrail kamuoyu tarafından uzun süredir bilinen fakat dile getirilmeyen bir konu.

Gündem olan bu son hadiseler o kadar dehşet vericiydi ki İsrail yüksek yargısı geçtiğimiz ay duruma müdahil olup ordu yetkililerinden neden İsrail'in ele geçirdiği "hukuk dışı savaşçılara" dair kanunlarına riayet edilmediği hususunda cevap talep etti.

Şunu iyi anlamak gerekiyor: İsrailliler nasıl olur da Filistinli mahkumlara cinsel saldırı olabilir diye şaşırmadılar. İsrail ordusunun en üst kademe isimleri, Filistinli bir mahkuma tecavüz eden askerleri tutuklayarak aslında büyük bir hata yaptılar zira "halk artık buna da itiraz etmez" diye düşündüler.

Ancak Yahudiler bu askerlerin tutuklanmasını kabul etmeyince ordu liderleri bir anda kucağında resmen bomba buldu.

Askerler tutuklanır tutuklanmaz ordu mensupları, siyasi isimler, İsrail medyası ve İsrail halkının büyük çoğunluğu bu karara ağır şekilde itiraz etti.

Faşist eğilimlerini gururla dünyaya ilan eden bir yerleşimci olan Itamar Ben Gvir emrindeki polis, tutuklamaların ardından başlayan protesto gösterilerine derhal müdahale etmek yerine işi ağırdan almayı tercih etti. Ben Gvir daha önceki konuşmalarında Filistinli mahkumların teker teker infaz edilmesi kendi deyimiyle "kafalarına sıkılması" gerektiğini böylelikle onları tutmanın ekonomik maliyetin kurtulabileceklerini söylemişti.

Emrindeki polislerin olaylara müdahale etmesini engellenerek teknik olarak devlete isyan edilmesine ve büyük çaplı bir güvenlik açığı oluşmasına neden olunmasına rağmen kimseden bunun hesabı sorulmadı veya bir tutuklama gerçekleşmedi.

İsrailli birçok bakan gibi Ekonomi Bakanı Bezalel Smotrich da tutuklanan Force 100 mensubu askerlerin "kahraman savaşçılar" olduğunu ve tutuklamaları tanımadığını ilan ederek tepkilere destek verdi.

Tutuklanan askerlerden üç tanesi şimdiden salıverilirken önümüzdeki günlerde bu sayının artması bekleniyor.

Aralarında kadın, çocuk ve yüzlerce tıbbi personelin olduğu, son aylarda İsrail tarafından alıkonulan binlerce Filistinliye yapılacak tecavüz dahil her türlü kötü müdahale İsrail halkı gözünde "müstahak".

İsrail halkı, Gazze'deki Filistinli kadınların ve çocukların bombalanması, evlerinin yıkılması ve aç bırakılması hususunda da hemfikir.

Tecavüz serbest

Bu denli insanlıktan nasibini almamış tavırlar İsrail'de yeni değildir. Bunların kaynağı, İsrail'in on yıllardır devam etmekte olan hukuk dışı işgali sürecinde Yahudilerin bağrından kopup gelen ideolojik saplantılar ve kendi sistemleri içinde "legal" sayılan tarihi emsallerden esinlenen bataklıktır. İsrail halkı nezdinde Filistinlilerin insandan aşağı yaratıklar olduğu fikri tamamen normalleştirildiği için onlara yönelik her türlü istismar mübahtır.

Hamas'ın 7 Ekim tarihinde gerçekleştirmiş olduğu saldırı, İsrail halkının en derinlerinde kök salmış ahlaki yozlaşmayı daha da açık bir şekilde gözler önüne sermiştir.

Misal olarak İsrail ordusu, Filistinlilerin "hayvan" olduğunu ilan edip askerlerin morallerini yüksek tutmak için Filistinli kadınlara tecavüz etmelerine onay veren Binbaşı Eyal Karim'i tüm ordudan sorumlu haham olarak atadı.

Şunu unutmamak gerekir ki sahada çatışan askerlerin büyük çoğunluğunu aşırı dinci Yahudilerden oluşmaktadır.

2000 yılında Tesis (Facility) 1391isimli gizli hapishanede copla tecavüze uğrayan ve daha sonra İsrail'in elinden esir takasıyla kurtulan Lübnanlı Mustafa Dirani'nin avukatları tarafından tazminat talebiyle açılan dava 2015 yılında İsrail Anayasa Mahkemesi tarafından düşürülmüştü.

Dirani'nin iddialarını kanıtlayan İsrail ordusunda görevli bir doktor tarafından hazırlanmış tıbbi değerlendirme raporuna rağmen İsrail Anayasa Mahkemesi, İsrail devleti ile silahlı çatışmaya giren kim olursa olsun Yahudilere karşı dava açma hakkı olmadığı gerekçesiyle bu talebi reddetti.

İnsan hakları izleme örgütleri ile hukuki danışmanlık yapan STK'ların raporlarına göre İsrailli asker ve polisler yıllardır çocuklar da dahil olmak üzere tutukladıkları Filistinlilere cinsel saldırılarda bulunmaya devam etmektedir.

İsrail yargı sistemi yıllardır nasıl Filistinlilerin soykırım seviyesinde katledilmesinin bir hak olduğu ve yasalarla çelişmediği mesajını verdiyse benzer şekilde esaret altındaki Filistinlilere işkence ve tecavüz etmenin de hak ve hukuk çerçevesinde olduğunu tembihlemiştir.

İşte bu nedenle İsrail ordusu tarafından mücrim askerlerin tutuklanması İsrail halkı nezdinde, uzun senelerdir yürürlükte olan "her türlü ihlal ve cürüm mübahtır" kuralının ani ve keyfi olarak değiştirilmesi olarak algılandı.

Uçurumun eşiğinde

Şu anda sorulması gereken en mühim sual şudur: İsrail ordusunun en üst seviyeli hukuki danışmanı ne oldu da Force 100 mensubu askerlere soruşturma açılması talebini onayladı ve bunu neden şimdi yaptı?

Cevap basit. İsrailli komutanlar, uluslararası hukuk alanında devletlerinin birbiri ardına aldığı darbeler nedeniyle panikledi.

Uluslararası Adalet Divanı tarafından İsrail hakkında soykırıma "yakın" faaliyetler içinde olduğu gerekçesiyle dava açıldı.

UAD tarafından geçtiğimiz ay açıklanan karara göre İsrail'in 57 yıldır işgal ettiği topraklarda bulunmasının hukuka aykırı bir vaziyet olmasına ilaveten Filistinli halka yönelik bir tür saldırganlık tasdik edildi. Aralarında batılı devletlerin de bulunduğu "ama o öyle değil"ci güruhun itirazlarına rağmen UAD bünyesinde görevli hakimler Gazze'nin kurulduğu günden beridir sürekli İsrail'in işgali altına olduğunu kanaat getirdi.

Bu kararın en önemli manası, Filistinlilerin işgale karşı mukavemet göstermesinin hukuk kurallarına uygun olduğunu teyit etmesidir. Yani bir başka deyişle Filistinli halkın İsrailli işgalcilere karşı nefsi müdafaa eylemleri gerçekleştirme hususunda tartışmaya kapalı bir hakkı mevcut olup İsrail'in ise hukuka aykırı şekilde işgal altında tuttuğu Filistinlilere karşı böyle bir hakkı bulunmamaktadır.

İsrail, Filistin halkı ile "silahlı bir çatışmanın" içinde değildir. Yahudi devleti bu halkı acımasızca bir işgale maruz bırakmakta ve baskı altında tutmaktadır.

Her ne kadar bu konuda en ufak bir niyetlerinin dahi olmadığını tekrar tekrar ispat ettiyse de eğer İsrail devleti mevzubahis meşru müdafaa hakkına sahip olmak istiyorsa bu işgale derhal son vermek zorundadır.

UAD'nin hamlelerine ilaveten Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) başsavcısı da İsrail Başbakanı Netanyahu ile Savunma Bakanı Yoav Gallant adına savaş suçları işledikleri gerekçesiyle tutuklama kararı çıkarttı.

Hukuk alanında atılan bu adımlar birbirini destekler pozisyondalar zira UAD'nin aldığı kararlar UCM'nin tutuklama kararları halkası genişlerken ayak sürümesini zorlaştırmaktadır.

Bazı taraflar uluslararası mahkemelere aldıkları kararları hayata geçirmeleri için hatırı sayılır bir baskı uygularken bazıları da kararların uygulanmamasını talep etmektedir.

Mesela ABD, İngiltere ve Almanya gibi Gazze'deki soykırımı seyretmeye devam etmeye hazır devletler hem UAD hem de UCM üzerindeki nüfuzlarını harekete geçirerek dışarıdan baskı uygularken gelinen noktada harekete geçmedikleri taktirde neleri kaybedeceğini gayet farkında olan hakimler ise içeriden baskı yapmaktadır.

Mahkeme yetkilileri, adım atmakta geciktikleri her gün insanların gözü önünde hukuku uygulayan el rollerinin biraz daha zarar gördüğünü ve uluslararası hukuka olan güvenin biraz daha azaldığını bilmektedir. Bu mahkemelerin şimdi ağırlığını ortaya koymaması halinde yarın başka devletler de kendi savaş suçlarını işleyip bunun için yargılanmaya çalışıldıklarında "geçmişte emsali var" bahanesini ortaya sürerek bunu reddedebilirler.

UAD ile UCM'nin ve hatta bir bütün olarak uluslararası hukuk olgusunun varlık amacı adeta uçurumun eşiğinde olup İsrail'in soykırımı tüm bu sistemi yerle bir olma tehdidi ile karşı karşıya bırakmıştır.

UAD'yi oyalıyorlar

İsrail ordusunun en tepesi de bu savaşın tam ortasındadır.

Yahudi komutanlar, Washington yönetiminin İsrail aleyhine aldığı kararların uygulanması için BM Güvenlik Konseyi bünyesinde atılacak tüm adımları veto edeceğinden emin. Ancak UAD tarafından çıkartılan tutuklama kararları onlar için sıkıntı yarattı zira ABD'nin bu kurumun faaliyetleri üzerinde veto hakkı bulunmamaktadır. UAD'nin Roma Statüsü kurallarına riayet edeceğine dair imza atan tüm devletler (ABD hariç Batı dünyasının neredeyse tamamı), yasa gereği hakkında tutuklama kararı bulunan İsrailli bir devlet adamı topraklarına ayak basar basmaz gereğini yere getirmek ve tutukluları Lahey'deki mahkemeye teslim etmekle yükümlüdür.

İsrail ile ABD, tutuklama kararlarının yürürlüğe girmesini bir şekilde erteleyebilmek için yasalardaki boşluklardan faydalanmak adına Roma Statüsü kurallarına imza atan İngiltere'yi pis işlerini yapması için kendi safına çekti.

Görünen o ki İngiltere'de yeni göreve gelen Keir Starmer liderliğindeki hükümet, tıpkı bir önceki yönetim gibi 30 senedir bir işe yaramadan duran ve uzun süre önce zaten ölen Oslo Anlaşmalarının maddelerinin hala niçin uygulanabilir olduğuna dair can sıkıcı şekilde uzun ve kasti şekilde ufak detaylara odaklanan münazaralarla UAD'yi oyalama taktiğine başvurmaya devam edecek.

Eski bir insan hakları avukatı olan Starmer geçmişte birçok kez İsrail'in soykırıma "yakın" faaliyetlerine destek vermiş hatta çocuklar dahil Gazze'deki insanların aç bırakılmasının "meşru müdafaa" kapsamında olduğunu savunmuş (uluslararası hukukun hiçbir yerinde bu şekilde bir yorum olmadığı gibi sivil halkın açlığa mahkum edilmesi toplu cezalandırma kapsamında değerlendirilmekte olup bir savaş suçudur) bir isimdir.

İngiliz meclisinde çoğunluğu elde etmesinin ardından Starmer bile Netanyahu'nun şahsına yardım ederek savaş suçları nedeniyle tutuklanmaması için adına ona yardım eden biri olarak göze batmaktan kaçınmaya başladı.

İngiliz hükümeti tarafından geçtiğimiz ay yapılan açıklamada İngiltere'nin UAD'de görüşülmeye devam eden hukuki itirazlarını geri çekeceğini ilan etti.

Tutundukları bu dalın kırılmasının ardından hem Netanyahu hem de İsrailli üst düzey askeri isimler bir anda son derece savunmasız kaldıklarından tecavüz olayları gündeme taşınınca panikleyerek kendilerini Force 100 mensubu askerlerin tutuklanmasına müsaade etmek zorunda hissettiler.

İsrailli yetkililer birer savaş suçlusu olarak Lahey'de hakim karşısına çıkmak yerine "eksiklerin giderilmesi prensibi" olarak bilinen bir kural üzerinden manevra yapabilir. Bu kurala göre bir devlet kendi vatandaşları tarafından işlenen savaş suçlarını kendi içinde yargılayabileceğini UAD'ye ispat edebilirse UAD'nin devreye girmesine gerek olmadığından teknik olarak Lahey yetkilileri İsrailli yetkilileri tutuklama kararının uygulanmasını üye devletlerden talep edemez.

İsrailli ordu yetkililerinin planı söz konusu kuralı kullanıp birçok eri İsrail mahkemelerinin önüne atarak yıllarca davaları bir karara bağlamadan uzatmaktır. Böylece İsrail'in kendi savaş suçlarını kendi kendine yargıladığını iddia eden Washington yönetimi, zaman içinde UAD'nin tutuklama kararlarının hukuk dışı kaldığını savunarak uluslararası hukukun en tepesine bu kararları geri çekmesi için baskı yapma fırsatı elde etmeyi planlamaktadır.

Uluslararası arenada yalnız kaldılar

Bu planın en büyük sıkıntısı şudur, sadece birkaç erin İsrail topraklarında savaş suçlusu olarak yargılanması (tabi yargılarlarsa) esasen UAD'nin pek de umurunda değildir.

Üzerine odaklanılan asıl mesele Gazze'yi taş çağına dönene kadar bombalayan askeri stratejidir. Asıl mesele, 2.3 milyon insan evladının göz göre göre aç bırakılmasını normal bir şeymiş gibi lanse eden siyasi kültürdü.

Asıl mesele, İsrail ordusu bünyesinde kaynayan dini ve milli fanatik bakış açısına göre (Gazze'de gönüllü olarak görev yapan Amerikalı bir doktorun anlattıklarına ithafen) Filistinli çocukların kafalarına ve göğüslerine sıkarak onları infaz etmenin bir kahramanlık öyküsü olmasıdır.

Asıl mesele, çocuklar dahil ellerindeki Filistinli mahkumların cinsel olarak istismar edilmesini ve askerlerin bu insanlara tecavüz etmesini görmezden gelen askeri hiyerarşidir.

Alınması gereken kelleler Force 100 mensubu askerleriyle sınırlı değildir. İsrail hükümeti ve askeri liderlerin ipi de çekilmelidir. Son on aydır ve ondan önce de yıllardır işgal altındaki tüm topraklarda işlenen savaş suçlarının emrini veren bir komuta zincirinin tepesindekiler o koltuklarda oturanlardır.

UAD ve UCM tarafından alınan kararları takip eden gözlemciler işte tam bu noktayı kaçırdıkları için atılan adımları maalesef küçümsüyorlar.

Bu kararlar, on yıllardır Batı dünyasının sessizce kabul ettiği mücrim bir devletin faaliyetlerinin hesabını vermesi ve yaptıklarının gün ışığına çıkması için muazzam bir fırsattır. İsrail'in sistematik bir biçimde etnik temizlik faaliyetleri yürüten ve Filistinlileri katleden ırkçılığa dayalı bir rejim olarak var olmaya hakkı var mıdır?

Bu soru, tüm Batılı devletlere tek tek yöneltilme ve kendilerinden açık bir cevap talep edilmelidir. Artık ardına saklanacak bir taş kalmamıştır. Batılı devletlerin önünde gelinen noktada sadece iki seçenek bulunmaktadır: Ya İsrail'deki ırkçı ve soykırımcı rejimi alenen destekleyecekler ya da tarihlerinde ilk defa desteklerini çekecekler.

Ülkedeki siyasi arenanın yanı sıra ordunun neredeyse tamamını kontrol etmekte olan İsrail'deki aşırı sağcı güruh bu saydıklarımızın hiçbirini kafasına takmıyor. Baskıya maruz kalmayı reddediyorlar ve planladıkları şeyleri tek başlarına yapmaya hazırlar.

İsrail medyasında çıkan haberlerin de teyit ettiği üzere İsrail ordusu içindeki birliklerin bazıları şu anda resmen sadece kendi kuralları çerçevesinde faaliyet gösteren milis bir kuvvet edasıyla hareket etmektedir.

Ordunun üst kademelerinde görevli isimler ise geç olsa da kendi elleriyle düştükleri tuzağın farkına vardılar. Yıllardır faşist eğilimleri olan dini fanatiklerin sahada çatışan birlikleri ele geçirmesine ve böylelikle işgal altında yaşayan Filistinlileri insandan aşağı varlıklar olarak kabul edilerek daha kolay şekilde öldürülmesine memnuniyetle müsaade eden ordu liderleri, güvendikleri bu güruhun işledikleri savaş suçlarını canlı yayınlarda gururla herkese göstermeleri nedeniyle bu yaptıklarından ötürü hukuki açıdan sıkıntıya düştü.

İsrail'in uluslararası alanda yalnız kalması demek bu komutanların da bir gün Lahey'de hakim karşısına çıkma ihtimali demektir.

Savaş makinesi köşeye sıkıştı

UAD ve UCM tarafından çıkartılan tutuklama kararları sadece İsrail'in ve İsrail'e bunca zamandır yardım ve yataklık eden batılı siyasi ve medya elitlerin kirli çamaşırlarının ayyuka çıkmasından ibaret bir durum değildir.

Uluslararası hukuk nizamı, adım adım İsrail savaş makinasını köşeye sıkıştırmakta ve kendi içinde çatışmaya itmektedir. Gelinen noktada İsrail'in üst düzey komutanlar ile bunların altında görev yapan subaylar ve siyasi liderlerin çıkarları artık birbirine terstir.

Bu sürecin sonucunda, askeri uzman Yagil Levy'nin uzun zamanda önce ikaz ettiği gibi Force 100 mensuplarının gözaltına alınması vakasından anlaşılacağı üzere İsrail ordusu kendi içinde disiplini artırmak için bazı adımlar atmak zorundadır.

İsrail ordusu canavarının girdiği yoldan dönmesi ne kolay ne de çabuk yapılabilecek bir iştir.

Elde edilen bilgilere göre İsrail ordusundaki üst düzey yetkililer bir süredir Netanyahu'ya baskı yaparak bir rehine anlaşmasını kabul etmesini talep ediyorlar. Tabi bunu Filistinli sivillerin çektikleri umurlarında olduğu için değil "soykırım" laflarının ortamda dolaşmaya devam ettiği sürece kendilerinin de Lahey'de hesap verme ihtimali arttığı için yapıyorlar.

İsrail ordusunda görev yapan dini fanatikler ise yukarıdan gelen telkinlere kulaklarını tıkıyorlar. Sadece Filistinlileri ortadan kaldırmaya devam etmeyi değil aynı zamanda sonu ne olursa olsun nerede gerekiyorsa orada yeni cepheler açmayı arzuluyorlar.

Bu amaçları doğrultusunda geçtiğimiz hafta Hamas lideri İsmail Heniye'yi İran'da öldürdüler. Bu provokasyon yüklü hamlenin tek bir amacı vardı o da hem Hamas içindeki hem de Tahran'daki sağduyulu isimlerin elini zorlamaktı.

Eğer Yahudi komutanlar ordu içindeki bu aşırıcıların tasmasını geri takamazsa veya takmaktan imtina ederse UAD'nin İsrail'e yönelik soykırım suçlamalarını işleme almamak gibi bir lüksü kalmayacağı gibi UCM de İsrail ordusunda görevli komutanlardan daha fazlası hakkında tutuklama kararı çıkarmak zorunda kalır.

İsrail şu anda kötülüğün kötülükle beslendiği hızla yere doğru çakılan ilginç bir mekanizmanın esiri halindedir. İsrail'in içerden patlamasından çok yere çakılmadan önce daha fazla ne kadar vahşet ve acıya sebep olacağı merak konusudur.


Middle East Eye'da yayınlanan bu değerlendirme Mepa News okurları için Türkçeleştirilmiştir. Değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Yorum Yap
UYARI: Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Mepa News, yapılan yorumlardan sorumlu değildir. Her bir yorum 600 karakterle (boşluklu) sınırlıdır.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.