İsrail'in Filistin'de uyguladığı yerleşimci sömürgecilik nedir?

Somdeep Sen

Filistin dayanışması aktivistleri ana akım siyasette kendilerine yer açmış ve İsrailli yerleşimcilerin sömürgeci projesinin ortadan kaldırılmasını talep etmektedir. Ancak bu çok temel bir soruyu gündeme getirdi: "Yerleşimci sömürgeciliği nedir?"

Bazı yorumcular İsrail'e yönelik yerleşimci sömürgeciliği suçlamasını "antisemitizmin başka bir biçimi" olarak görmekte gecikmedi. Diğerleri ise "yerleşimci sömürgeciliğinin" sol görüşlü akademisyen ve aktivistlerin uydurduğu moda bir akademik teoriden başka bir şey olmadığını ileri sürdü.

Ancak yerleşimci sömürgecilik sadece akademik bir akım değildir. Dünyanın dört bir yanındaki yerel toplulukların geçmişini ve bugününü yaralayan gerçek bir siyasi projedir.

Bu projenin temel özelliği, yerleşimci bir toplumun kurulmasına yol açmak için yerli nüfusu silmeye çalışmasıdır. İdeolojik olarak bu silme işlemi haklı ve kaçınılmaz görülmektedir çünkü yerleşimcilere göre yerlilerin belirgin bir halk olma özelliği ya da yaşadıkları topraklar üzerinde tarihsel olarak kök salmış bir hak iddiası yoktur. Dolayısıyla, yerleşimci devletin uygarlık, teknoloji ve askeri üstünlüğü karşısında "barbar" yerli toplumun basitçe teslim olması ve "çekip gitmesi" beklenir.

Bunu Amerikan folkloründe batıya doğru ilerleyen yerleşimciler ile yerli topluluklar arasındaki çatışmaların tasvirlerinde görüyoruz. Bu çatışmalar genellikle yerlilerin ölümü ile sonuçlanmıştır. Benzer bir anlatıyı Pretorya'nın dışında Boer sınırcılığına adanmış apartheid dönemi Voortrekker Anıtı'nda da gördüm. Buradaki sergiler, beyaz yerleşimciyi Güney Afrika'nın vahşi topraklarına "uygarlığın ışığını" getirdiği için övüyor.

İsrail-Filistin de farklı değil. Silme ideolojisi İsrail Devleti'nin kuruluş efsanesine yazılmıştır. İsrail’in "topraksız bir halk için halksız bir toprak" üzerine inşa edildiği efsanesi. Siyonistler arasında popüler bir slogan olan bu ifade, hem "Kutsal Topraklar"ın bakir topraklar olduğu varsayımının sürdürülmesine hem de Filistinlilerin farklı bir kimliğe sahip "bir halk" olmadıkları ve dolayısıyla toprak üzerinde herhangi bir meşru hak iddia edemeyecekleri şeklinde nitelendirilmesine yardımcı olmuştur.

Siyonizmin babası Theodor Herzl, modern bir Yahudi Devleti'ne ilişkin ütopik vizyonunu Altneuland (Eski-Yeni Ülke) adlı romanında şöyle özetlemiştir: "Eski bir binanın yerine yeni bir bina inşa etmek istiyorsam, inşa etmeden önce yıkmalıyım”.
Burada da ima edilen, Filistinlilerin ve onların toprak üzerindeki varlıklarına ve toprakla olan bağlantılarına dair her türlü işaretin yerleşimci devlet tarafından kaçınılmaz olarak silineceğiydi.

İsrailli coğrafyacılar kendi Filistin haritalarını çizerken de çalışmalarını Filistinlilerin "bir halk olmadığı" anlayışına dayandırdılar. "Atalarının toprakları" üzerindeki tartışılmaz haklarına ikna oldular ve Filistin'i, yerli Filistinlilerin varlığına dair tüm kanıtları tamamen silecek şekilde yeniden haritalandırdılar.

Hamas'ın 7 Ekim'deki saldırısının ardından İsrailli politikacıların Filistinlilere “hayvani insanlar" dediğini duyduk. Ayrıca Filistinlilerin Gazze'den "gitmelerini" ve başka yerlere yerleştirilmelerini talep ettiler. Açıkça görülüyor ki, yerleşimci-sömürgeci silme ideolojisi bugün hayatta ve iyi durumda.

Ancak yerleşimci sömürgeciliği sadece ideolojik bir güç değildir. Bu silme ideolojisi genellikle yerli yaşamın ve varoluşun tüm sütunlarını maddi olarak altüst etme çabalarını harekete geçirir.

Bugün Gazze'de buna tanık oluyoruz. Üstelik sadece insan hayatının feci kaybı açısından da değil. Silme dürtüsü, üniversiteler ve hastaneler de dahil olmak üzere tüm kurumların hedef alınma biçiminde açıkça görülüyor. İsrail'in Gazze'ye yönelik savaşı, Filistinlilerin Gazze Şeridi'nde varlıklarını sürdürmelerini imkansız hale getirme çabası gibi görünüyor.

1948'deki Nekbe ile paralellikler açık bir şekilde görülmektedir. Anlatılan sözlü tarih ve gizliliği kaldırılan İsrail hükümet belgeleri, Filistinlilerin varlığına dair tüm kanıtları silmek için sistematik bir çaba olduğunu ortaya koymuştur. İsrailli askeri lider ve siyasetçi Moşe Dayan da bunu doğrulayan bir açıklama yapmıştır: "Arap köylerinin yerine Yahudi köyleri inşa edildi. Bu Arap köylerinin isimlerini bile bilmiyorsunuz ve sizi suçlamıyorum çünkü coğrafya kitapları artık yok. Sadece kitaplar yok değil, Arap köyleri de yok.”

Elbette bu tür soykırımcı şiddet, yerleşimci-sömürgeci bağlamlarda olağan bir durumdur ve Avustralya ve Kanada gibi yerleşimci devletlerde Yerli nüfusun azalmasının önemli bir bölümünü açıklamaktadır.

Bununla birlikte, yerli toplulukların esaret altına alınması aynı zamanda kültürel soykırım sürecinin de bir sonucudur. Bu, yerleşimci devletlerdeki kilisenin, yerli nüfusun Hıristiyanlaştırılması yoluyla yerlilerin kültürel kimlik ve mirasının silinmesinde aktif bir rol oynamasını da içermektedir.

Kanada ve Avustralya'da Yerli çocukların ailelerinden koparılması da buna dahildir. Görünürdeki amaç bu çocukların "korunması" idi. Ancak uygulamada bu, yerli çocuk nesillerinin kültürel kimliğini yok etmeye yönelik bir "medenileştirme" misyonuydu.

Filistinliler de kültürel miraslarını yok etmeyi amaçlayan bir yerleşimci projesiyle karşı karşıyadır. Buna Gazze Şeridi'ndeki arkeolojik alanların kasıtlı olarak hedef alınması da dahildir. Sivil toplum örgütleri bunun "boş bir hamle" olmadığını savunmaktadır. Aksine bu, Filistinlilerin "kendi kaderlerini tayin etme haklarının belkemiğini oluşturan özü [yani kültürü]" ellerinden almaya yönelik bir girişimdir.

Filistin mutfağının İsrail mutfağı olarak toptan sahiplenilmesi de benzer şekilde Filistin'e özgü kültürel mirasın temel kanıtlarını ortadan kaldırmaktadır. İsrail güçleri zeytin ağaçlarını yok ettiklerinde ya da çaldıklarında, sadece önemli bir gelir kaynağına saldırmış olmuyorlar. Aynı zamanda Filistinlilerin direncinin önemli bir sembolünü de çalmaktadırlar. Tıpkı zorlu koşullarda yetişmesine rağmen meyve veren zeytin ağacı gibi, Filistin ulusal mücadelesi de işgal ve kuşatmanın zorlu koşullarına rağmen varlığını sürdürmektedir.

Sonuç olarak, yerleşimci sömürgeciliğini bugün Gazze'de ve tüm Filistin'de yaşananları daha iyi anlamak için bir araç olarak düşünmek önemlidir. Bu kısmen, tanık olduğumuz şeyin yapısal olduğunu, Gazze'de şu anda tanık olduğumuz çeşitli silme biçimlerini meşrulaştıran ve rasyonalize eden şeyin yerleşimci-sömürgeci bir devletin derinlemesine yerleşmiş yapıları ve kurumları olduğunu anlatıyor.

Aynı zamanda Filistin'i küresel bir yerleşimci sömürgecilik tarihine bağlamaya da yardımcı oluyor. Bu geçmiş, ABD, Kanada ve Avustralya gibi yerleşimci devletler Filistinlilerin haklarına verdikleri destekte sürekli tereddüt ederken, dünyanın dört bir yanından yerli toplulukların neden Filistinlilerle dayanışma içinde olduğunu açıklayabilir.


Al Jazeera için kaleme alınan bu görüş yazısı Mepa News okurları için Türkçeleştirilmişti. Yazıda yer alan ifadeler Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.