Sömürge döneminde Kuzey Doğu Eyaleti (NEP) Kuzey Sınır Bölgesi (NFD) olarak biliniyordu ve altı ilçeden oluşuyordu: Garissa, Wajir, Mandera, Moyale, Marsabit ve Isiolo. Ancak, nüfusun çoğunluğu -yaklaşık yüzde 80'i- ayrılmayı ve Büyük Somali olarak adlandırılan bölgeye katılmayı destekliyordu. İngiliz sömürge hükümeti bölgenin ayrılmasına izin vermedi ve bunun yerine NFD'nin yeni bağımsız Kenya devletine bağlı bir eyalet (NEP) olacağını ilan etti. Bağımsızlıktan kısa bir süre sonra, sömürge sonrası yönetim eyalette 1991 yılına kadar sürecek bir olağanüstü hal ilan etti1 ve NFD sakinleri Kenya'dan ayrılma girişiminde bulundu. Bu girişim Shifta Savaşı (1963-68) olarak bilinen savaşta askeri olarak engellendi ve bunun sonucunda Kenya güvenlik güçleri hareket eden her şeyi vurarak kitlesel göçlere ve daha önce görülmemiş düzeyde katliamlara neden oldu.
Bu soykırımlara yol açan motivasyon neydi? Alanı tarihçilik olan akademisyen bir arkadaşım bana, tüm Hıristiyanlar gibi onlarda da Müslümanlara karşı bilinçaltında duygusal bir nefret olduğunu ve bunun Haçlı Seferleri sırasında doğan olumsuz bir izlenim olduğunu söyledi. Kenya'daki katliamları meydana getiren bu İslamofobik duygu ve bu düşmanlığın ölümcül hayaleti hala bölgedeki kötü muameleyi besliyor. "Hükümetin ayrılıkçılar yüzünden aşırı tepki gösterdiği", "güvenlik güçlerinin kabileler arası çatışmalara müdahale etmek için görevlendirildiği" ya da "Ahmed Madobe adlı yalnız kurt bir isyancının peşinde oldukları" yönündeki kurnazca söylemlerin, katliamlara yol açan gerçek nedenleri bulanıklaştırmaya yönelik saptırmalar olduğunu sözlerine ekledi. Arkadaşımın eşsiz analizini yargılayacak konumda değilim ancak bunda doğruluk payı olduğunu düşünüyorum. Çünkü Wagalla katliamından kurtulanlara göre, çoğunluğu Hıristiyan olan askerler, kurbanlar ölmeden önce son nefeslerini verirken neşeyle aşağılayıcı sözler sarf ediyorlardı. Richard Dowden'ın da belirttiği gibi Kenya bağımsızlığını kazandığından beri Somalililere bunu yapıyor. Wajir, Isiolo ve Garissa'da binlerce kişi, ironik bir şekilde, Somalililer arasındaki aşiretler arası cinayetleri durdurmak için görevlendirildiklerini iddia eden askerler tarafından öldürüldü.2
Bu karanlık tarihte, Kenyalı politikacılar Somalilileri yok ederek NEP'ten çıkarmaya kararlıydılar ve hala bunda kararlılar. Başka bir deyişle toprağı istiyorlardı ama sakinlerini değil. Mzee Jomo Kenyatta liderliğindeki Kenya hükümetinin "Develerini toplayıp Somali'ye gitsinler" dediği bildirilmişti.3 Bu olay 'Shifta' (Somali dilinde haydut anlamına gelen bir kelime) olarak adlandırıldı. Bu, NFD'nin ağırlıklı olarak etnik Somali olan halkını haydutlukla eşitlemeye çalışan bir propaganda hareketiydi. 4 Ve sözde 'Shifta' yaygarası, yerlileri katletmek için dikkatle tasarlanmış bir kılıftı. Buradan çıkarılacak paha biçilmez ders, savaş alanındaki sonuçlara rağmen bir ideolojinin konvansiyonel silahlarla bastırılamayacağıydı ve Eş Şebab aynı davayı İslami bir bayrak altında yeniden diriltti.
1960'lardaki Shifta savaşı sırasında Kenya'daki Somali toplumundan siviller hükümet askerleri tarafından öldürülmüştü. 1967'de Isiolo Camii'nde öğle namazı vakti 18 ihtiyarın öldürülmesi de buna dahildi. Kenya hükümeti bir isyana müdahale ederken tüm erkekleri gördükleri yerde vurmuştu. Isiolo ilçesinde Kenya güvenlik güçleri tarafından öldürülen Somalililerin sayısı tahminen 2 bin 700'dü. Sert müdahale, hükümetin onları sakat bırakmaya ve öldürmeye çalıştığı izlenimini yaratmıştı. Aslında Başkan Jomo Kenyatta'nın rejimi, ihmal ve suç eylemleriyle bu korku ve acı hissini pekiştirdi.5
Benzer şekilde Garissa katliamı da 1980 yılında Kenya hükümeti tarafından Kenya'nın Kuzey Doğu Eyaleti'nin Garissa bölgesinde etnik Somali sakinlerine yönelik gerçekleştirilen bir katliamdı. Olay, Kenya hükümet güçlerinin Abdi Madobe olarak bilinen yerel bir gangsteri temizlemek için harekete geçmesiyle meydana geldi. İddiaya göre Madobe, Kuzey Sınır Bölgesi'ndeki bir Kenya Savunma Kuvvetleri kampına ateş açarak askerleri öldürmüştü. Ardından Kenyalı güçler, Somalili halkı Garissa İlkokulu futbol sahasında üç gün boyunca aç ve susuz bırakarak 3 binden fazla kişinin ölümüne neden oldular. Somalililer dışındaki bölge sakinlerine okul sahasını zarar görmeden terk etmeleri için izin verildi.6
Wajir'deki bir diğer katliam 10 Şubat 1984 tarihinde Wagalla Havaalanı'nda Degoodi klanına karşı gerçekleştirildi. Tesis, esas olarak Somalililerin yaşadığı bir bölge olan eski Kuzey Doğu Eyaletindeki Wajir ilçe başkentinin yaklaşık 15 km (9 mil) batısında yer alıyordu. Ancak görgü tanıklarının ifadelerine göre, yaklaşık 5 bin Somalili erkek daha sonra bir uçak pistine götürüldü ve Kenya askerleri tarafından infaz edilmeden önce beş gün boyunca su ve yiyeceğe erişimleri engellendi.7 Katliamda öldürülen insanların sayısı tam olarak bilinmiyor.8 Ancak görgü tanıkları bu sayının 5 bin civarında olduğunu belirtiyor. 9,10
Bu barbarca cinayetleri haklı göstermek oldukça zor ancak hükümet medya manipülasyonu yoluyla, suç eğilimini temize çıkarmak için bu olayları "başarı" olarak gösterdi. Katiller hiçbir zaman adalete teslim edilmedi. NEP bölgesinden akademisyenler tarafından derlenen resmi olmayan bir rapora göre akademisyenler, arka planda yatan psikolojik sıkıntılar haricinde, 492 bin 750'den fazla Somalilinin olağanüstü hal yasası sırasında çeşitli şekillerde doğrudan mağdur edildiği sonucuna varmıştır.11
Peki Kenya, Shifta Savaşı ve ardından gelen katliamlarla ne elde etti? Bu bir şekilde verimli bir çabaydı çünkü ayrılıkçılar askeri olarak pasifize edildi ancak 1963'ten beri arka planda kaynayan boğulmuş öfke Eş Şebab'ın NEP'te bir yer edinmesini sağladı ve ironik bir şekilde aynı mesaj İslami bir bağlamda yayıldı. Başka bir deyişle, Somalililer çoğunlukla Eş Şebab'ın davasına sempati duydukları için, geçmişte uygulanan kaba kuvvet, mimarlarına karşı geri tepti. İntihar saldırıları düzenlemeye istekli olduklarından değil, kendilerine eziyet edenlerin eziyete uğramış olması, özellikle de düşmanlar Müslüman Somalililer ise, tatmin edici bir adalet duygusu sağlıyordu. Westgate, Mpeketoni, Garissa Üniversitesi ve benzeri saldırılar ilahi cezalar olarak görülmüş ve Nairobi'nin East Leigh bölgesinde önde gelen bir din adamının öncülük ettiği kan bağışı kampanyası bir vatanseverlik eyleminden değil, cezalandırılma korkusundan kaynaklanmıştı. Kısacası, Nairobi'deki Riverside saldırısı, saldırganlardan üçünün Kenyalı (Kikuyu, Kenya-Somali ve Kenya-Arap) olması ve Somalililerin Eş Şebab'a verdiği destekle, rüzgar eken Kenya fırtına biçti. Politikacılar kabul etmese de, Shifta savaşının şekillendirici etkileri ve Kenya'nın Somali'ye akılsızca askeri müdahalesi Kenya'nın güvenlik sorunlarının doğrudan sonucudur. Dönemin ABD 5. Filo Komutanı Koramiral William Gortney şu uyarıda bulunmuştur: "İnsanların kinetik olmayan bir çözüm gerektiren bir soruna kolay bir askeri çözüm aramaya çalıştıklarını görüyorum."12 Olanları daima terörizm olarak adlandırsa da Kenya kendi kendine açtığı yaralardan muzdariptir.
Somalililer hakkındaki bilgilerin çoğu, bunları çarpıtmakta çıkarları olan Avrupalı sömürgeciler tarafından yazılmıştır. Bu durumda İngilizler, Somalililerin siyasi isteklerini pek dikkate almamış ya da onların şikayetlerine gerçek bir önem atfetmemiş gibi görünmektedir ve Kenya'nın Somalililer hakkındaki görüşü bu ön yargılı kanaldan doğmuştur. Böyle bir zihniyet altında hükümet Somalilileri ulusal güvenliği tehdit eden/etmekte olan uygarlaşmamış göçebeler olarak gördü/görüyor. Ama esasen kim kimi tehdit ediyor? Kenya "medenileştirme" misyonunu zalimce tedbirler yoluyla girişmişti. İlk itici güç ayrılıkçıları askeri olarak yok etmek ve ideolojik destekçilerini cezalandırmaktı. Bunu başardıktan sonra, eski misyonunun ötesine geçerek Moi'nin tanımına dayalı "vatandaşlar" üretme arzusuyla sosyal mühendislik projesi haline geldi ve onun "Kenyalılık" görüşü tek geçerli görüştü. Uyku moduna geçerek "Kenyalılık" şarkıları söylediler. Peki, Kenya süngüleri onları örnek vatandaşlar mı yaptı? Hıristiyan gelenekleri ve bunun metaforik görüşleri bir dereceye kadar bakış açılarını şekillendirdi. Ancak neyse ki İslam, yerel halkın bu İslami olarak ahlaksız standartları benimsemelerine karşı manevi bir savunma görevi gördü. Ve bu ürkütücü bilgelik içinde Somalililer büyük bir açıklıkla ne değerli vatandaşlar ne de İslami kimseler oldukları sonucuna vardılar. Ancak zaman içinde, eninde sonunda açık bir bayrakla dolaptan çıkacaklar.
Olağanüstü hal döneminde Somalililer, İslami değerlerini, kültürel kimliklerini ve özgüvenlerini aşındırarak zorla 'istenen' inançlara boyun eğdirmek için 'Kenyalılaştırma' sürecinden geçtiler, ancak bu dönüşüm hükümetin beklediği ilerlemeyi sağlamadı. İronik bir şekilde aynı hükümet, Somali'deki Somalililer ile aralarındaki dini bağı ortadan kaldırmak için Somalililerin kendilerini özgürlükçü olarak tanımlamalarını istiyor. Somalilileri ayırmak saç ayıklamak gibi bir şey çünkü sürekli iç savaşa rağmen farklılıklardan çok ortaklıkları var ve kimlik kartı (Kipande) İslami temelli bağ ve kan bağı gibi bağları koparma konusunda etkisiz. Örneğin, güvenlik güçleri benden Somalili mülteciler de dahil olmak üzere tüm anormal faaliyetleri "millete sadakatim olduğu" varsayımıyla ihbar etmemi bekliyor ancak tam tersine, bir Müslümanı kusurlu olmasına rağmen, ifsada uğramış ahlaka sahip insanlara teslim etmek İslami olarak caiz değildir. Ben, Müslümanlar olarak adlandırılan ve bir inançla birbirine bağlanmış daha geniş bir topluluğun üyesiyim. Salihlik sadece kişisel anlamda dindarlık ya da bireysel bir ahlak değil, aynı zamanda topluma manevi ve maddi olarak katkıda bulunmak anlamına gelir. 'Yasadışı' ve 'yasal' terimleri, İslami sınırlar içinde tanımlanmadıkları sürece hiçbir anlam taşımazlar. Başka bir deyişle, biz yalnızca İslami yasalara itaat ederiz. Bu reddediş geçmişin süregelen kırgınlıklarından değil, dini bir inançtan kaynaklanır.
Bazı insanlar bakanlık atamalarını sanki Somalililer kabinedeki bakanlar sayesinde yücelecekmiş gibi algılıyor. Bu gerçeklik barındırmayan bir masal. Hükümeti adil ve kapsayıcı bir kurum olarak gösteren reklam panoları olarak hizmet veren bakanlar, hükümetin kötü şöhretli yozlaştırıcı doğasını gizlemeye çalışıyor. Kabilelere bölünmüş bu toplumda, kendi etnik kabilenizden bir bakana sahip olmak bir tür övünç vesilesidir. Ancak faydalı sosyal düzenlerin parlayacağı veya onlar sayesinde maddi zorluklarını anında aşacakları düşüncesi bir fantezidir. Eğer refah bu kadar yakın bir mesafede olsaydı, Duale ve Nuradin Hajji, toplumun bayrak taşıyıcıları olurdu. Etkili liderler olmalarına rağmen Somalililer için ne yaptılar? Kenyalı politikacılara gelince... Dolambaçlı boş sloganlar, bilgisiz kitleler için ilham verici olsa da Kenya siyasetini bilenler için acınasıdır. Bunlar servet peşinde koşan vicdansız bürokratlardır. Bununla birlikte, mevcut devrimci İslami uyanışlar, ciddi bir özgürlük için umutsuzca el yordamıyla ilerleyen Somalililere, manevi olarak "Mekke'ye giden yolu" keşfetme veya bunu düşünme fırsatı sunmuştur.
Somalililer kelimenin tam anlamıyla bir açık hava esir kampında yaşıyor, ancak çok daha geniş bir bölgede. Peki, bu hücre hapsinde daha ne kadar kalmamız gerekiyor? Yeni özgürlük değerleri ve son 60 yıldır yaşadığımız esaret artık bizi dizginleyemiyor. Kenya güvenlik güçleri yorgun ve bitkin, devasa bütçelerine rağmen kötü donanımlı Eş Şebab savaşçılarını ancak zorlukla püskürtebiliyorlar. Avrupa uğursuz komşusu Rusya nedeniyle histeri içinde. Çin Amerikan banknotlarını alıyor, Afganistan bir İslam Emirliği olmuş durumda, Kenya kökenli bir zenci ABD başkanı oldu ve ilk kez ABD dünyayı yönetmiyor. Yani bir rüzgar gibi özgürüz. Belirli bir kabilenin refahını haksız yere sağlayan bir hükümetin evcilleştirilmiş hizmetkârı olmak: Kikuyu, düşmandan ziyade içgüdüsel olarak karakterimizi çürüten bir şeydir. Ya da belki de bilinçsizce 'evet efendim' ifadesine aşina olmuş alışkanlıklara ve düşüncelere sahibiz. Bu makalenin teması Kenyalıları aşağılamak değil, acı da olsa gerçeği ortaya koymak, iç gözlem yaratacak bir farkındalığa sevk etmek, sağlıklı bir tartışma başlatmak, İslami yaşam biçimini aşındıran kısır döngüye işaret etmek ve yaraların sarılması için kalıcı bir sonuca varmaktır. Bunun olacağından şüpheliyim çünkü Kenyalılar hatalı olmalarına rağmen eleştiriden hoşlanmazlar.
Sonuç olarak, ben bir siyasetçi değilim ancak bu mesele istemeden de olsa kişisel bir arayışa dönüştü ve Somalililerin çöküşünün, Müslümanları büyük yapan unsur olan İslam hakkında cahil olmalarından ve yapbozun gerekli tüm parçalarının varlığına rağmen 'dini canlanma' özleminin eksik kalmasından kaynaklandığı sonucuna vardım. İlginçtir ki Ken Menkhuas "Somalililer arasında İslam'ın popüler pratiğinin köktencilikten uzak olduğunu ve en iyi olasılıkla 'hafifçe giyilen bir örtü' olarak düşünüldüğünü" iddia ediyor.13 Bir akademisyen olan Abdullahi Mohamed Diriye, Menkhaus'un şu ifadesine açıklık getiriyor: Somalililer İslam'ı bir din olarak kabul etseler de dini hükümlere uymamaktadırlar çünkü teorik olarak İslam'a saygı duysalar da pratik işlerin yürütülmesinde 'sağduyu' dini doktrinin14 önüne geçmektedir. Somalililer, Hz. Muhammed'in sağlığında Somali'ye ilk kez giren İslam'ı terk ettikleri için Kenya'nın etnik kabileleri arasında alt sınıf vatandaşlar haline gelmişlerdir. Onları en alt kademede yapan şey tam anlamıyla cehalettir.15 İslam tarihi, şükran ve özlem duygusuyla tamamlanmayan tüm Allah vergisi erdemlerin, nihayetinde tüm İslami niteliklerden yoksun hayali gölgeli gelenekleri geride bırakarak fark edilmeden buharlaşacağını göstermektedir.16
Aslî ruhları yıllar içinde değer kaybetmiş olsa da Somalililer haksızlık karşısında doğal olarak cesur ve cömerttir. Ve hatalarını kabul edecek alçak gönüllülüğe sahiptirler. Ancak aynı zamanda kusurları da mevcuttur: İslam söz konusu olduğunda bile kolayca taviz veren müsamahakâr bir zihniyet ve hatalı varsayımlar: "Somalili olmak Müslüman olmaktır." Sanki bu ikisi eş anlamlı olarak ayrılmazmış ve Allah onları 'üstün' özellikleri nedeniyle Müslüman yapmış gibi... Tüm bu olanlar/yaşananlar, şeriat hukukunu bir kenara bırakmaları ve günlük ibadetlerine boyun eğmelerine rağmen onun olağanüstü sosyal usullerine uymamalarından kaynaklanmaktadır. Benim önerim, Kur'an ayetlerinin hayatın ahlaki, sosyal ve manevi çabalarına rehberlik ettiği ve seküler anayasanın İslam için oluşturduğu tehlike konusunda kitleleri eğiterek İslam hukukunun tam anlamıyla yeniden canlandırılmasıdır. İslam'ın tam yargı yetkisiyle tesisi; sosyal çalkantıların, kabileciliğin, adaletsizliğin tek çözümüdür ve İslam ile başarılamayan hiçbir şey zaten başarılamaz. Bu, elverişsiz ortam nedeniyle mümkün olmayabilir ama yerelde bunu uygulamak uzun vadeli bir hedefin ilk adımıdır.
Geçtiğimiz günlerde Wajir'den Lafey'e giderken dedem bana büyük bir gülümsemeyle "Merak etme oğlum, Kenya bir İslam devleti olacak ve Lafey de onun başkenti olacak inşallah" dedi. O bir hayalperest değil, çünkü onun öngörüsü Peygamber Efendimizin "gece ve gündüzün ulaştığı her yere bu tebliğ ulaşacak, ister kerpiçten yapılsın isterse deve kılından. Allah her eve İslâm'ı hâkim kılacaktır. Bu da ya Allah'ın aziz kıldığı İslâm'ın kabul edilmesi veya Allah'ın hor gördüğü küfrün boyun eğmesi ile gerçekleşecektir." hadisi17 ve mevcut gidişat da bu yöne işaret etmektedir.
Dipnotlar
1. Ngala Chome, “Violent Extremism and Clan Dynamics in Kenya“ Sahan report, s.8.
2. Richard Dowden, “After Garissa Al-Shabaab is a threat to the whole of East Africa” African Arguments
3,6. Ahmed Issack Hassan, “The legal Impediments to Development in Northern Kenya”
4. Noosim Naimasiah, “The Long History of the Garissa Attacks”
5. Mohamed Guleid, “The change narrative sweeping through NEP”
7, 9. Wagalla massacre: Raila Odinga orders Kenya probe BBC
8. Odalo, bob (26 Mart 2000). “How Mulinge Saved Kenyatta From Coup”.
10. Ongeri, Boniface & Victor Obure (9 December 2004). “Fading images: How province is fighting one-eyed bandit‟s legacy”
11. Bilgi sahibi gönüllüler tarafından derlenen gayri resmi bir rapor.
12. Micah Zenko, “Somalia: Kenya‟s Invasion and Objective” Council on Foreign Relations
13, 14. Ngala Chome “Violent Extremism and Clan Dynamics in Kenya“ Sahan report, s.15.
15. Lewis, loan M. “The Somali conquest of the Horn of Africa.” The Journal of Africa History 1.2 (1960): s.213-230
16. Bu ifadenin sahibini hatırlamıyorum. Kısmen değiştirerek yeniden yazdım.
17. Müsned-i Ahmed, 16957
Muhammed İshak tarafından kaleme alınan ve sosyal medya üzerinden yayınlanan bu değerlendirme Mepa News okurları için tercüme edilmiştir. Değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.