Kitap | Mekke'ye Giden Yol

Kitap | Mekke'ye Giden Yol

Kitabın adı: Mekke'ye Giden Yol (Orijinal Adı: The Road to Mecca)

Yazar: Muhammed Esed

Çeviri: Cahit Koytak

Yayınevi: İnsan Yayınları

Sayfa: 488

Basım: 1998

Anadolu coğrafyasının İslam ile tanıştığı günden bu yana İslam'la olan bağı hiçbir zaman kopmamıştır. Belirli çalkantılı dönemlerde İslam'a dair emareler azalsa da ve İslam'ı yaşamak zorlaşsa da bu coğrafyada İslam hiçbir zaman topyekûn ortadan kalkmamıştır. Bu gerçeğin tarihsel süreçte bizlere sunduğu birçok olumlu sonucun yanı sıra -dünyada da birçok örneğini görebileceğimiz bir şekilde- dinin toplumda bir "kültür" veya "miras" haline dönüşmesine de yol açmıştır. Bu bağlamda "ihtida" yani "hidayete erme" olgusu bu coğrafyanın insanına uzak bir olgu olagelmiştir. Her ne kadar sekülerleşen düşünce yapısı ile hayatlarında İslam'ın kural koyuculuğunu tanınmıyor olsa da bu coğrafyanın insanı için İslam "atadan miras" hale gelerek kanıksanan bir şey haline gelmiştir. İhtida olgusu ise birtakım tercihler, kıyaslamalar, sorgulamalar barındırması açısından toplumsal ve psikolojik anlamda önem arz etmektedir.

Yahudi asıllı Avusturyalı mühtedi Muhammed Esed'in İslam dünyasında geniş yankı bulan bu eseri ise 1920 yılında başlayıp 1926 yılında Mekke'de son bulan ilk yolculuğunu ve yine 1932 yılında yoldaşı ve mihmandarı Zeyd ile Kabe'ye yaptığı ikinci yolculuğunu  "ihtida" olgusunu ekseninde ele almıştır.Yazarın kitabın girişinde mihmandarı ile Teyma'ya gitmeye karar vermişken karar değiştirip Mekke'ye gitmeye niyetlendikleri yolculuk kitabın ana omurgasını oluşturur. Esed, bu yolculuk süresince adeta "flashback" sahneler şeklinde geçmişe dönüş yapar.Onu geçmişe götüren bazen bir mekân, eşya ya da söz olurken bazen de karşılaştıkları yerlerde gördüğü arkadaşları veya tanıdıklarının geçmişe dönük hatırlamaları veya atıfları olmuştur. Bazen de mihmandarı Zeyd'in ona hususi hatırlatmaları ile geçmişe gider. Bu geçmişe yapılan atıflar ise 1920 yılında toy bir delikanlı iken gazetecilik arzusu ile yola çıkışından başlar. Esed'in hakiki anlamda 1922 yılında başlayan Orta Doğu yolculuğu ise 1926'da Müslüman olup Mekke'ye gidişi ile son bulur. Bu yolculuk ise ana omurga etrafında şekillenen anılarla okuyucuya sunulur.

 Kitabın ana metaforu "Mekke'ye ulaşmak"tır. Esed'in ilk seyahatinde bu metafor bir nevi hidayete erişini de temsil ederken ikinci yolculuğu ise "yolda olmayı" temsil eder. Yazar bu düşünceyi ise şu şekilde ifade eder:

"Öyleyse benim bu gezginlik günlerim neden bitmek bilmiyor ve niçin hala yoluma devam etmek zorunda hissediyorum kendimi? Niçin seçtiğim hayat bütünüyle doyurmuyor beni?"

Devam eden satılarda ise "yolda olma" olgusu bir bedevinin ağzından şu şekilde ifade edilir:

"Bir çukurda su hareket etmeden duruşa kokuşur, bataklığa döner; ama kımıldar ve akarsa berraklaşır, öyleyse insan da gezerek arınır."

Kitapta iki yolculuk ve detayları dışında okuyucuya sunulan bir diğer şey ise bu yolculuklarda Esed'in vardığı çıkarımlar, sunduğu tezler, tahliller ve değerlendirmelerdir ki kitabın belki en önemli kısmıdır denebilir. Zira bu çıkarımlar coğrafya olarak Orta Doğu'ya, Arap toplumlarına, bu coğrafyanın insanlarına, hayatlarına, karakteristik özelliklerine temas ederken diğer bir taraftan ise Yahudi asıllı bir Batılının İslam'a ve diğer dinlere bakışına, mukayeseli olarak Batı'ya ve Doğu'ya, İslam nizamına, öğretilerine ve bunların toplumlardaki yansımaları gibi birçok kayda değer ve önem arz eden konuya değinmektedir.

Kitap 12 bölümden oluşmaktadır. Okuyucuya fikir vermesi açısından bölümlerin genel teması ve bazı alıntılar aşağıda yer almaktadır.

1.BÖLÜM - SUSUZLUK

İlk bölüm yazarın çölde kaybolan devesinin ardından giderek kayboluşu ve yakıcı çöl sıcağında aç ve özellikle de susuz bir şekilde geçirdiği üç günle başlar. Yazar bu bölümde "yolculuğun" hayatında ettiği yeri ve bu yolculuğa çıkışı öncesinde eşinin ölümü üzere 6 yıldır yaşadığı Riyad'da yaşadığı anları ve hislerini anlatır. "Tersine, bir şehirde, sözgelimi içinde Arap bir karım ve bir oğlum ve ilk dönem İslam tarihi üzerine yazılmış kitaplarla dolu bir kütüphane bulunan Medine'de şöyle bir ay kalacak olsam sıkılmaya, eylem ve hareketi, çölüm kuru ve sert havasını, develerin kokusunu, deve semerinin uyku çağıran sallantısını özlemeye başlıyorum."

2. BÖLÜM - YOLUN BAŞLANGICI

Yazar, ikinci bölümde mihmandarı ile devam eden yolculuğunda, iç dünyasında "yolda olma" halini anlamlandırırken geçmişe yönelik anılarında ise 1920 yılında genç bir gazeteci olarak hayata atılışından da bahseder. Bir taraftan kendi ailesi ve gençliğini anlatırken diğer taraftan da 1. Dünya Savaşı öncesi ve sonrası Avrupa'ya, dine yaklaşımlara ve Avrupa insanının buhranlarına da değinir.

"Yokluktan uzanarak kılıcının ucuyla uçsuz bucaksız kumlar üzerinde kendine bir devletin haritasını çizen ve gerçek yüceliğin tek ve kısa adımıyla yetinen bir kral adamla paylaşılan dostluk yılları; çöllerde bozkırlarda geçen gezginlik yılları; savaşçı Arap bedevileri içinde tehlikeli yolculuklar; Libya bağımsızlık mücadelesine katılış;Rasül'ün mescidinde, İslam üzerine derinleşmek çabalarıyla değerlendirilen Medine yılları; Mekke'ye yinelenen hac seferleri; bedevi kızlarla izdivaçlar ve birbirini izleyen boşanmalar; sıcak beşeri ilişkiler ve acılı yalnızlık günleri…"

"Yirminci yüzyılın ilk on yılları, manevi bir boşluğun, ruhsal bir çöküntünün kıyısında salınıp duruyordu. Avrupalının yüzyıllardır alışık olduğu, özümlediği tüm ahlaki değerler, 1914-1918 yılları arasında olup bitenlerin yol açtığı korkunç sarsıntının içinde pörsüyüp dağılmış ve boşluğunun dolduracak yeterlilikte herhangi bir değerler dizgesi de ufukta belirmemişti henüz."

3.BÖLÜM - RÜZGARLAR

Yazar bu bölümde, Mekke'ye giden yolculuğu sürerken, 1922 yılında yolculuğunun çıkış noktası olan Kudüs seferini hatırlar. Bir taraftan Filistin ve Kudüs'e ve halkına dair betimlemelere yer verirken diğer taraftan ise Filistin-İsrail mevzusunu ele alır. Aynı zamanda bu yolculuk sürecinde İslam'a dair tereddütlerine ve bunlara aldığı cevaplara ve değerlendirmelere de yer verir. "Yahudiler buraya, yurduna dönen kimseler gibi gelmiyordu; ülkeyi Avrupalı modellere uygun, Batılı amaçlara göre tasarlanmış bir yurt haline getirme niyeti güdüyorlardı daha çok. Sözün kısası evin içindeki yabancılar gibiydiler."

"Ne garip bir olguydu! Uzun ve acılı sürgün hayatını sürdürürken öylesine büyük haksızlıklara uğrayan bir halk, şimdi kendi tek boyutlu amacı uğruna, başka bir halka, üstelik Yahudilerin geçmişte çektiği acılardan hiçbir şekilde sorumlu olmayan mazlum bir halka karşı korkunç bir haksızlık işlemeye bütünüyle hazır görünüyorlardı."

"Böylesine içten bir duanın birtakım mekanik bedeni hareketlerle birleştirilmesi beni nedense biraz tedirgin ediyordu; bir gün, biraz İngilizce bilen Hacıya bu konuyu sordum: 'Tanrı'nın sizden ona duyduğunuz saygıyı eğilerek, dizüstü oturarak ve yere kapanarak göstermenizi istediğine gerçekten inanıyor musunuz?'"

4.BÖLÜM - SESLER

Bu bölümde yazar Doğu ve Batı hakkında birtakım mukayeselerle yolculuğuna devam ederken "flashback" sahnelerde ise Mısır, Ürdün ve kaçak olarak yaptığı Suriye seferlerini anlatır.

"Hemen her zaman daha çok bireysel duyguları dile getirmeye yatkın çok sesli Batı müziğinin tersine bu çöl melodilerinde sonsuzcasına tekrarlı, peş peşe nağmeler halinde yankılanan Arap müziği, onun tonal cümleleri sizde yeni bir ruh durumu, yeni duygu ve izlenimler uyandırmaz, size kendi iç deneyimlerinizi terennüm eder." "Nasıl gülebiliyorlardı bütün bu Mısırlılar? Gün başlarken ve biterken, Kahire caddelerinde, ebemkuşağının tüm renklerini üzerinde taşıyan, uzun, gömleğe benzeyen çizgili "gallabiye"leri içinde sendeleyerek öylesine neşeyle dolu nasıl dolaşabiliyorlardı?"

5.BÖLÜM - RUH VE TEN

Yazar bu bölümde mihmandarı Zeyd ile yol güzergahındaki noktalardan biri olan Hail'e (Arabistan'da bir şehir) ulaşırken geçmişe yönelik anılarında ise yarımadada ortaya çıkan "Vahhabilik" olgusuna değinir.

"Çünkü bedeviler kendilerine lehine verilmiş kararı unutmadıkları gibi aleyhlerine verilmiş haksız bir yargıyı da asla unutmazlar." 

 "Vahhabi Necid'in tarihi, önce tutku ve samimiyetin kanatları üzerinde yükselen, sonra da kendini beğenmişliğin, bağnazlığın uçurumunda, ikiyüzlülüğün kaypak zemininde sürünen dinsel bir düşüncenin tarihidir."

6.BÖLÜM - RÜYALAR

Bu bölümde yazar Hail emiri İbn Musaad'ın misafiri iken emirin kuzeni olan Kral İbn Suud'u ve aralarındaki dostluğu hatırlar. Bölümün ana teması olan "rüya" olgusu üzerinden Arabistan'da Reşidiler ve Suudiler arasındaki taht savaşlarına, Suudi Arabistan'daki Vahhabi kaynaklı dini ve siyasi hareket olan "İhvan" (Mısır'dakinden farklı) oluşumunun kuruluşuna değinir.

"Arkadaşım, İbni Suud'a duyduğu öfkede, şüphesiz biraz fazla acımasızdı: Çünkü o, bir firavun ya da zalim değildi; cömert, iyi yürekli bir insandı ve halkını seviyordu. Ama şüphesiz bir Musa da değildi. Onun bütün suçu, halkının umut bağladığı çapta büyük bir lider olmayışıydı ve kim bilir, gençlik düşlerinin sesine sonuna kadar kulak verseydi, belki de gerçekten büyük bir lider olabilirdi; ama bir kral olarak tırmandığı baş döndürücü zirveden bakınca halkın özlemlerini artık seçemez oldu. Sahici kanatları olmayan evcil bir kartaldı o. Ya da o, çok büyük bir ülkede hüküm süren "bir kabile reisi" olarak kaldı hep…"

7.BÖLÜM - YOLUN YARISI

Kitabın bu bölümünde ikinci mihmandarları Mansur'un soruları akabinde İslam'ı seçiş serüvenini anlatan yazar geçmişten ise çalıştığı gazetenin onu yolladığı ikinci Orta Doğu ziyaretinden, Kahire'de geçirdiği sıtma hastalığından, ardından Suriye'ye geçişinden ve mihmandarı Zeyd ile tanışmasından, Bağdat'tan, Şam'dan ve İran'a geçişinden ve Afganistan seferinden bahseder.

"İran halkını, onların yaşama ve düşünme tarzını yakından tanıdım; fakat yine de loş bir aydınlık içinde, sayısız yüzüyle parıldayıp duran antik bir mücevher kadar karmaşık ve çekici olan bu ülkeye ve bu ülkedeki hayata karşı içimde hiçbir zaman cam saydamlığındaki Arap dünyasına duyduğum yakınlığı duymadım."

8.BÖLÜM - CİNLER

Bölüme, girişinde mihmandarlarının cinler hakkında anlattığı bir hikâye ile başlayan yazar Hail'den ayrılıp Mutayr ve Harb kabilelerinin otlaklarına ulaşınca 1928-1929 yıllarında Kral ile Faysal ed-Daviş arasında yaşanan büyük bedevi ayaklanmasını hatırlayarak okuyucuya sunar. Aynı zamanda Kral'ın o dönemde kendine verdiği gizli görevi anlatan yazar İhvan hareketinin tarihteki süreçlerine de değinir.

"Tam bir mümin safiyetiyle Allah'ın kelimesini yüceltmek için savaştıklarına inanıyorlar, fakat coşku ve özlemlerinin kişisel iktidar peşinde koşan fasık bir liderin ihtiraslarına kurban edildiğini göremiyorlardı."

9.BÖLÜM - İRAN MEKTUBU

Medine'de evine ulaşan yazar bu bölümde ise İranlı bir dostundan gelen mektup akabinde Rıza Şah devrini, İran'da geçirdiği yılları, Şia inancını ele alır.

"Başka ne yapabilirlerdi ki? Daha erken yaşlarında, ne zaman ağlayıpta büyüklerinin kulaklarını tırmalasalar, ağızlarına hemen bir avuç afyon tohumu tıkılıyordu. Ve böylece, büyüyüp de cadde sokak dolaşmaya başladıkları zaman, keyif düşkünlüğü, keşlik ve miskinlik çoktan bulandırmış oluyordu dimağlarını." 

"İran insanının ruhundaki derin melankoli ve güçlü dramatik duyular mı sürüklemişti onları Şia inancını benimsemeye; yoksa bu Şia inancının doğuş koşullarına hâkim trajik keyfiyeti mi İran insanındaki bu derin melankoliyi yaratmıştı?"

10.BÖLÜM - DECCAL

Medine'de bir şeyh ile  "evlilik, boşanma, ikinci evlilik" konularındaki muhabbetine değinen yazar bu bölümde "İlk Vahiy" olayına da değinir. Yine Şeyh'in medresesinde yapılan "Deccal" konulu konuşmaları da aktarır. Yine anıların da ise İran'da Deh-Zengi köyüne seyahatinden bahseder. Aynı dönemde Frankfurt'a dönüşünden eşi Elsa ile evlenişinden bahseder. Ve artık eşiyle yaptığı mütalaalar akabinde İslam'a çok yakın oluşunu ifade eder.

"Şimdi artık bir bütünlük içinde ve bazen şaşılacak kadar net ve kesin çizgilerle belli bir İslam imajı belirmeye başlamıştı zihnimde."

"Bu ülkelerde geçirdiğim dört yıl bana, İslam'ın bağlıların dünya görüşünde ve onun ahlaki ilkelerine karşı gösterdiklerine sessiz riayetkarlıkta belli belirsiz yaşadığını; ama bütün bu insanların inançlarını doğurgan eylemlere dönüştürme gücünden yoksuz uyurgezer ya da mefluç kitleler durumunda olduklarını göstermiştir.

Fakat benim asıl ilgimi çeken husus, bugünkü Müslümanların İslami öğretiyi uygulamadaki başarısızlıkları ya da uyuşuklukları değil, bizzat bu öğretinin içinde taşıdığı gizli gücün, dinamizmin kendisiydi. Doğuş döneminde, kısa bir süre için de olsa, İslam şeriatının öğretiden uygulamaya büyük bir başarıyla aktarılabilmiş olduğunu bilmek bana yetiyordu; bu durum aynı başarıya bir gün yeniden ulaşılabileceği yolunda beslenen umutların bir güvencesiydi."

11.BÖLÜM - CİHAD

Yazar bu bölümde Medine'de karşılaştığı dostu Seyyid Muhammed es-Senusi ile hatırladığı Libya'nın bağımsızlık mücadelesinden ve Ömer Muhtar'dan bahseder.

12.BÖLÜM - YOLUN SONU

Son bölümde Mekke'ye ulaşan yazar geçmişte Müslüman oluşunun akabinde gemiyle hac için gittikleri ilk Mekke ziyaretinden, eşini Mekke'de kaybedişinden ve hac ibadetinin ondaki yansımasından bahsederek kitabı tamamlar.

"Eyerimin üstünde dönüp arkamda dalgalanan ihramlı süvariler denizini görüyorum. Ve daha ötede geçip geldiğim o mecazi köprüyü;sonu hemen arkamdaydı,başlangıcı ise ta ötede, sisler içinde yitip gitmişti şimdi."


Bu içerik Zehra Çamdalı tarafından Mepa News için hazırlanmıştır.

Yorum Yap
UYARI: Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Mepa News, yapılan yorumlardan sorumlu değildir. Her bir yorum 600 karakterle (boşluklu) sınırlıdır.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.

Kitap Haberleri