Riada Asımoviç Akyol, “Liberal Avrupalı bir İslam mı Yetiştirmek İstiyorsun?” isimli kitabında, Türkiye, Arnavutluk ve Bosna gibi ülkelerde “hoşgörülü bir Avrupalı İslam’ın yüzyıllardır zaten var olduğunu” savunur. Yazar bu tezinin ispatı olarak, 2013 yılında Pew Araştırma Merkezi tarafından yayımlanan bir çalışmayı gösterir. Söz konusu çalışmada, Bosna’daki Müslümanların çoğunluğunun, Pakistan ve Mısır’daki Müslümanların aksine zanilerin taşlanması ve dinden çıkanların infaz edilmesi meselerlere karşı olduğu belirtilmektedir. Kendisi de bir Bosnalı olan yazar bu durumun, “yenilikçi teologlar (alimler) ve entelektüellerin yardımı” neticesinde meydana çıktığını söyler. Asimoviç Akyol’a göre ise, Pew’in sunduğu bilgiler, “modern Avrupa ve İslam’ın birlikte var olmaya uygun olduğunun bir kanıtıdır.”
Asımoviç Akyol bir yandan, Avrupalı Müslüman kimliği içinde çoğu zaman ihmal edilen bir azınlığın tarihi ile alakalı önemli noktalara değinip, bizlere Bosna Hersekli Müslüman entelektüellerin zengin tarihini hatırlatırken, bir yandan da Osmanlı İmparatorluğu, Habsburg Hanedanlığı ve Komünist rejim gibi devasa siyasi aktörlerin altında parçalanan bir azınlığın karmaşık tarihini ülküleştirme eğilimindedir. Bosnalı Müslüman entelektüeller yakın tarihte İslami değerlerde yaşanan yozlaşmalardan tabi ki nasibini almıştır. Mesela, Bosna Hersek’in Habsburglular tarafından ilhak edilmesinin ardından, Mısırlı ünlü Muhammed Abdu ve Travnikli bir imam tarafından neşredilen tarihteki ilk panislamist gazetelerden El-Urvah el Vuthka’da bir tartışmayı gündeme taşıdı. Bosnalı Müslümanlar Habsburg Hanedanlığı kontrolüne girdiğinde, silahlı direniş ile topyekün itaat arasında değişen farklı tepkiler oldu. Özerklik davası çerçevesinde, Bosna Hersek İslami Cemaati’nin 1882’de kurulmasının ve ardından birçoklarının daha ortaya çıkmasıyla başlayan sürecin tarihi, tüm dünya Müslümanlarının dersler çıkarabileceği, kendi geleceğine kendi karar verme hakkı arayışlarının ana örnekleridir.
Günümüzde, Fransız Başkan Emanuel Macron’ın ağzındakiler gibi Avrupa’daki İslam etrafında dönen eğilimler, bu tecrübeden tamamen bağımsız bir noktayı temsil eder. İslam ile alakalı meselelerdeki stratejisi, iktidarki sağcı Avusturya hükümetininkine benzeyen Macron’un istediği, devlet tarafından tanımlanmış bir İslam’dır. Bazı Avrupalı hükümetler tarafından ortaya atılan “Avrupalı İslam” veya “Avrupalı etiketli İslam” gibi söylemler Müslüman toplulukların yararı için değil, Avrupa’nın, Müslümanlara karşı uyguladıkları politikaların,din özgürlüğünün temel bir insan hakkı olması çerçevesinde kapsayıcı bir yaklaşımı olduğunu vurgulamak üzere dizayn edilmiştir.
Avrupalı devletlerin bu girişimlerinin hepsinin, bu devletlerin İçişleri Bakanlıkları tarafından servis edilmesi gayet manidardır. İslam en başından beri Avrupalı olmayan veya Avrupa karşıtı bir din olarak tanımlanmıştır. Dolayısıyla da Avrupalıların gözünde, “ıslah” edilip yeniden yetiştirilmesi gereklidir. Bu eğilimin ilk izleri, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu döneminde aynı anda Ekonomi Bakanlığı ve Bosna Hersek valiliği yapan Benjamin von Kallay (1839-1903) tarafından üretilen iç tartışmalar ve protokollerde gözlemlenebilir. Bu şahsın Müslümanları yönetme stratejisi, Hristiyan evanjelistliği ve Rusya ile Kuzey Afrika’daki Avrupalıların uygulamaları etrafında şekillenmiştir. Bosna Hersek’in modernleştirilmesi vali için Boşnak Müslümanların Hristiyanlaştırılması için atılması gereken bir adımdı. Bir açıdan bakıldığında, Avrupalılık ve modernleşme von Kallay ve diğerleri için Müslümanları dinlerinden döndürmek için kullanılacak bir kılıftı. Günümüz İslam’ında ve Müslümanlarında gözlemleyebileceğimiz, yozlaşma ile beraber, dinin ötekileştirilmesi ile modernlik karşıtı ve gerici olarak gösterilmesi durumunun bugün nasıl kullanılıyorsa dün de kullanıldı.
Asımoviç Akyol yine de, burada biraz açmak istediğim bir hususa parmak basmaktadır. Akyol, (Hristiyan kilisesine benzer) birleşmiş bir yapı siyasi sahada daha güçlü olunması anlamına geldiği için İslam’ın kurumsallaştırılmış bir formunun son derece başarılı olacağını savunur. İslami epistomoliji (bilgi felsefesi), bazı meselelerde tek bakış açısı yerine, birden fazla bakış açısını tercih ettiği için, bazıları İslam’ın “merkezileştirilmesi” düşüncesini tamamen kabul etmeyebilir. Birden fazla bakış açısı derken, İslami kelimesinin altında, dinin farklı yorumlanmasının tezahürlerinin bir arada bulunması kast edilmektedir. Başka bir deyişle, İslam’ın içindeki “çoğullar” her zaman tek bir yorum olması gerektiği çağrılarına baskın gelmiştir.
Akyol, bu durumun yalnızca Bosna’da geçerli olduğunu savunur lakin ben şahsen, ister çoğunluk ister azınlık olsun dünyadaki tüm Müslümanların Bosna’dan tam olarak bu dersi çıkartabileceği kanaatindeyim. Boşnak cemaatinin diyanet işleri açısından devletten bağımsız olması, belki de taklit edilmesi elzem olan en önemli meseledir ve böyle yapılmasının birçok iyi nedeni vardır:
İlk olarak, özerkliğe bakmak gerekir. Boşnak Müslümanlar, idari anlamda Osmanlı İmparatorluğu ile olan bağlarını yitirdiğinde bu hususun başarılı bir organizasyonda olmazsa olmaz bir kaide olduğunu çok erken öğrenmiştir. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun topraklarını ilhak ettiği Müslüman halka hoşgörülü davrandığı savsatası etrafta dolaşsa dahi, Müslümanlar kendi geleceklerini tayin etme ve kendi kendilerini yönetme hakları için mücadele etmiştir. 1. Dünya Savaşı arefesinde, 1912 yılında imzalanan İslam Yasası, Boşnakların, bölgedeki diğerleri gibi haklarını muhafaza etmek için uzun süre emek verdiği uğraşlar neticesinde elde edilmiştir. Günümüzde İslam, merkezi kurumlar eliyle yozlaşmıştırılmıştır. Müslüman nüfus, Bosna örneğini izleyerek, kendi işlerini siyasi güç dinamiklerinden uzak tutarak kendileri yürütmelidir. Bu tür bir bağımsızlık ortamından doğacak farklı yorumlar, bugünün dünyasında daha dayanıklı olunmasını sağlayacaktır.
İkinci olarak, Avrupalı devletler uzun süredir, Müslüman birisinin bir mesele karşısında nasıl davranması gerektiğinin sınırlarını çizmeye çalışarak “Avrupalı İslamın” nasıl olması gerektiğini kendi çerçevelerine göre belirlemeye çalışmaktadır. Bu girişimler, kendi hükümetlerinin vazgeçilmez ve çekirdek bir Avrupalı değeri olarak nitelediği din özgürlüğüne sığmamaktadır. Dolayısıyla, Arupanın, Tarık Ramazan ve Bessam Tibi gibi isimlerin Avrupalılığın ne olduğuna dair farklı yorumları nedeniyle istedikleri her ne kadar oluyorsa dahiçbir eleştiri yapmaksızın Avrupalı İslam sloganı atmaya başlayan daha fazla Müslüman’a ihtiyacı yoktur. Avrupa’nın ihtiyacı olan ancak izin vermediği şey ise, eleştirel bazda düşünebilen ve Avrupa’ya kendi değerlerini hatırlatabilen bir Müslüman nüfustur. Avrupadaki Müslümanlar, hicabın yasaklanması ve helal et kesiminin gençler tarafından yapılmasının yasaklanması gibi noktalarda sınırlanan din özgürlüğünün hayata geçirilmesi için mücadele etmelidir.
Üçüncü olarak, Avrupa’nın sözünü verdiği “laiklik” teriminin tam manasıyla uygulanmasında Müslümanların önemli bir rol oynaması mümkündür. Hristiyan kiliseleri birçok Avrupa ülkesinde sahip olduğu imtiyazların keyfini sürerken Müslümanlar haklı bir şekilde unutulmuş hissetmektedir. ABD modelinde olduğu gibi, kilise ve devletin tam olarak ayrıldığı ve dinini yaşamak isteyenlerin toplumda ve halk arasında kendisine yer bulabildiği bir ortam yaratmak belki de asıl izlenmesi gereken yoldur.
Böylelikle, devletin bir yandan Müslümanlığın birçok nişanesini yasaklayıp bir yandan da yeniden tanımlama girişimlerinden Müslümanlar korunabilir.
Kaynak: Mepa News
Değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.