Libya'da Halife Hafter'in kalıcı bir ateşkes için varılan anlaşmaya imza atmaması, 55 maddelik Berlin sonuç bildirgesine uyacağına ilişkin bir somut taahhütte bulunmaması ve uluslararası aktörlerin aralarındaki görüş ayrılıklarını sürdürmeleri başlatılan siyasi çözüm görüşmelerinin önündeki en büyük engeller olarak görülüyor.
BM Genel Sekreteri Antonio Gueterres ve Almanya Başbakanı Angela Merkel'in ev sahipliğinde Berlin'de 19 Ocak'ta gerçekleştirilen Libya Konferansı'nın ardından yapılan açıklamalar ve ortaya çıkan ayrıntılar, Tobruk merkezli Halife Hafter ile Trablus merkezli Ulusal Mutabakat Hükümeti Başbakanı Mustafa Fayiz es-Serrac arasında olası bir uzlaşmanın kolay olmayacağını gösterdi.
Konferans sonrasında açıklanan 55 maddelik sonuç bildirgesi, uluslararası güçlerin silahlı mücadeleye müdahale etmemeleri ve savaşan tarafların mevcut ateşkesi kalıcı bir ateşkes haline çevirmeleri çağırısında bulunuyor.
Erdoğan: Hafter'in imza atmaması manidar
Konferans öncesindeki beklenti, Hafter'in 13 Ocak'ta Moskova'da üzerinde uzlaşı sağlanan kalıcı ateşkes anlaşmasına koymadığı imzayı, Berlin'de atması ve böylece Libya'da son dönemde artış gösteren şiddet düzeyinin azaltılması idi.
Ancak bu imzanın atılmadığını Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Berlin dönüşü gazetecilere yaptığı açıklamayla kayda geçirdi:
"Hafter'in şu ana kadar, ayrıldığımız zamana kadar metinlere imza atmaması manidardır. Hepsi sözdedir ve ben de kendilerine atalarımızın o sözü ile bir hatırlatmada bulundum; 'söz uçar yazı kalır' dedim. Bunun imza ile teyit edilmesi gerekir dedik. Fakat tüm bunlara rağmen imza altına alınamadı. Olay tamamen sözlü olarak bütün katılımcıların şahit olması ile o şekilde kalmış oldu. İnşallah neticesi hayırlı olur."
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da 21 Ocak günü NTV'ye yaptığı açıklamada, Hafter'in imza atmamasının siyasi çözümden değil askeri çözümden yana olduğunu gösterdiği değerlendirmesini yaptı.
Çavuşoğlu, "Berlin'de de Hafter tarafından destek gelmemesi herkesin kafasındaki soru işaretlerini devam ettirdi. Bugüne kadarki tüm tutumları askeri çözüm istediğini gösteriyor. Hafter'in siyasi çözüm çizgisine gelmesi gerekiyor. Bizim Türkiye olarak tüm gayretlerimiz esasen buna yöneliktir", ifadelerini kullandı.
Türkiye'nin ağırlığı azaltılmak mı isteniyor?
Ankara'dan yapılan değerlendirmelerde, Hafter'in 13 Ocak'ta da 19 Ocak'ta da kalıcı ateşkes anlaşmasını imzalamamasının ardında Türkiye ve Rusya'nın Libya sürecindeki ağırlığının azaltılması düşüncesinin yattığı kaydediliyor.
Savunma Bakanı Hulusi Akar, 15 Ocak'ta gazetecilere yaptığı açıklamada, adını vermediği bazı ülkelerin Hafter'e bu konuda tavsiye ve telkinde bulunduğunu kaydetmiş, Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu da aynı gün bu ülkelerin Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri ve Fransa olduğunu açıklamıştı.
Bu ülkeler, Müslüman Kardeşler bağlantısı olduğu gerekçesiyle Trablus hükümetine karşın pozisyon alırken, laik çizgide olduğu belirtilen Hafter'i destekliyorlar.
Türkiye ve Rusya'nın kalıcı ateşkes anlaşmasını Moskova'da tamamlayamamış olmalarının Hafter ve ona destek veren ülkelerin Berlin konferansına daha güçlü bir şekilde katılmasının önünü açtığı kaydediliyor.
Hafter güçlerinin, konferanstan sadece iki gün önce petrol satışını bloke etmesi de bu kapsamda değerlendiriliyor.
Sonuç bildirgesinde bundan sonra atılacak adımları belirleyen yol haritası da Ankara ve Moskova'nın ağırlığını azaltacak unsurlardan oluşuyor.
Ateşkesin uygulanması ve denetlenmesi için gerekli teknik komiteler BM tarafından oluşturulacak. Bu komiteler, Hafter ve Serrac'ın isimlerini belirlediği 5+5 kişiden oluşan komiteyle birlikte çalışacak.
İlk toplantısını gelecek haftalarda Cenevre'de yapması beklenen komitede, Güvenlik Konseyi'nin 5 daimi ülkesi Fransa, İngiltere, Rusya, ABD ve Çin'in etkin konumda olması öngörülüyor.
Türkiye, İzleme Komitesi'ne katılacak
Türkiye'nin bundan sonraki sürece katılımının ise sonuç bildirgesinde kurulacağı açıklanan Uluslararası İzleme Komitesi aracılığıyla olması bekleniyor.
BM himayesinde kurulacak komite, Berlin zirvesi sonrası koordinasyonu sağlayacak ve ayda bir toplanacak.
İlk toplantının Şubat ayında Berlin'de yapılması öngörülüyor. Aynı komite kapsamında, ekonomi, güvenlik gibi alanları içeren 4 ayrı teknik çalışma grubunun da kurulacağı biliniyor.
Berlin konferansına katılan ülkelerin ilk aşamada bu komitede yer alacağı ancak Libya konusuna ilgi duyan diğer bölgesel ülkelerin de katılımına açık olması bu mekanizmanın etkinliğini azaltacak bir gelişme olarak görülüyor.
Dolayısıyla bundan sonraki süreçte ağırlığın BM merkezli Cenevre'ye kayması sürpriz olmayacak.
Suriye'deki Cenevre Süreci'ne benzer mi?
Cumhurbaşkanlığı Güvenlik ve Dış Politikalar Kurulu üyesi, SETA Genel Koordinatörü Burhanettin Duran, Sabah gazetesinde 21 Ocak günü çıkan köşe yazısında Libya için yaşama geçirilen Cenevre sürecinin bir benzerinin Suriye iç savaşında da kullanıldığını anımsattı.
Kalıcı barış sürecinin uzun ve zorlu olacağını, çözüm masasını devirmek isteyenlerin olabileceğini kaydeden Duran, "Berlin masasını Suriye'de barış için kurulan Cenevre sürecine çevirmek isteyenler olacak. Şimdilik en ümit verici şey, Berlin masasında oturan tarafların Suriye iç savaşından 'ders aldığı' beklentimiz" diye yazdı.
Türkiye'nin beklentisinin bu sürecin Almanya liderliğinde devam etmesi olduğunu saklamayan Duran, "Berlin'de kabul edilen ateşkesin sağlanması da yine büyük bir kısmıyla Türkiye ve Rusya'nın işbirliğine bağlı kalacak. Almanya'nın etkisiz kalması durumunda Libya için bir tür Astana süreci ortaya çıkabilir," ifadeleriyle de Cenevre sürecinin başarısız olması durumunda Ankara ve Moskova'nın aynı Suriye sürecinde olduğu gibi yeniden devreye gireceklerini kaydetti.
AB'den Libya atağı
Libya'da ateşkesin sağlanması için Türkiye ve Rusya'nın son dönemde inisiyatifi ele almaları, AB'nin Akdeniz havzasındaki ağırlığını kaybettiği değerlendirmesine neden oldu.
AB'nin yeni Dış Politika ve Güvenlik Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, geçen haftalarda yaptığı bir açıklamada, Türkiye ve Rusya'nın Libya'da bir role sahip olmalarını AB'nin ortak pozisyon belirleyememesinden kaynaklandığını söylemiş ve "Altı ay öncesine kadar bu iki aktör Orta Akdeniz'de yoklardı ama şimdi önderliği almış durumdalar. Bu Akdeniz havzasının jeopolitik yapısında büyük bir değişiklik," değerlendirmesini yapmıştı.
Bu açıdan bakıldığında Berlin konferansı, AB'nin de yeniden devreye girmesi açısından önemli bir fırsat oluşturdu.
Zirvede hem Borrell hem de AB Konseyi Başkanı Charles Michel ile temsil edilen AB, ateşkesin izlenmesi için Libya'ya asker göndermeyi tartışmaya başladı.
20 Ocak'ta bir araya gelen AB dışişleri bakanları, Libya için Mart ayında bir uluslararası toplantı düzenlemeyi kararlaştırdılar.
Ancak AB içinde çözülmesi gereken önemli çıkar farklılıkları bulunuyor. Göç ve terör gibi olası sonuçların farkında olan İtalya ve Almanya, Libya'daki her iki tarafla da temas içinde dengeli bir politika izlenmesinden yana.
Fransa ise tüm ağırlığını Hafter'den yana kullanıyor. Zirveye davet edilmeyen Yunanistan ise Libya konusunda Brüksel'e vereceği desteği Ankara ve Trablus arasında imzalanan deniz yetkilendirme anlaşmasının ortadan kaldırılması koşuluna bağlama niyetinde.
Bu farklılıklara karşın, AB'nin bundan sonraki süreçte Libya'da daha ağırlıklı bir rol oynayacağına kesin gözüyle bakılıyor.