Lübnan'da iç çöküş neden durdurulamaz görünüyor?

Marco Carnelos

Lübnan iktidar partilerinin sorumsuz davranışları ülkenin her geçen gün yeni bir dibi görmesine neden oluyor.

Lübnan halkı kriz zamanlarında her zaman olağanüstü bir direnç göstermiştir. 1970'ler ve 1980'lerdeki iç savaş ile 1978, 1982 ve 2006'da İsrail'le yaşanan çatışmalar da dahil olmak üzere geçmişte bu dirence örnek teşkil edecek pek çok şey yaşandı. Bu direncin sırrı halihazırda ülkede mukim yurttaşların girişimci yeteneklerinde ve dünyanın dört bir yanına yayılmış çalışkan diasporada saklıydı.

Yukarıda belirtilen hususlar günümüze kadar geçerliliğini korumaktaydı. Lübnan'ın birkaç yıldır inşa edilen ve içkin nedenlerle ortaya çıkan ekonomik ve mali krizi, bu direnci tarihin en zorlu testine soktu. Ekim 2019'dan bu yana yaşananlar göz önüne alınınca Lübnan'ın çöküşü durdurulamaz görünüyor. Ülke dibi gördü ve durum her geçen gün daha da kötüye gidiyor.

Hizbullah'ı cezalandırmak amacı ile ABD tarafından uygulanan ekonomik yaptırımlar, her anlamda yozlaşmış bir siyasi ve teknokrat sınıfın pençesinde bulunan ülkedeki krizi daha da karmaşık hale getirdi.

Bir zamanlar ülkenin amiral gemisi ve ekonomisinin akciğerleri olarak kabul edilen finans ve bankacılık sistemi de esasen intihar etmeye karar verdi. Banka mevduatlarının dondurulduğunu gören ülke vatandaşlarını da kendisiyle birlikte uçuruma sürüklüyor. Şu anda Şam'daki durum bile Beyrut'takinden daha iyi görünüyor.

Lübnan Enformasyon Bakanı George Kordahi'nin Suudi Arabistan'ın Yemen'deki duruşunu eleştiren ihtiyatsız röportajı, ülkenin içinde bulunduğu dramatik durumu daha da kötüleştirdi. Bu hareket Riyad'ı, Beyrut'la diplomatik ilişkileri kesmeye sevk ederken Suudi Arabistan'ı büyükelçilerini geri çağıran Kuveyt, Bahreyn ve Birleşik Arap Emirlikleri izledi.

Umutsuz vazgeçiş

Son on beş yıl göz önüne alındığında uluslararası toplumun Lübnan'a olan bağlılığı ve taahhütleri kademeli şekilde gerilemekte. 2006 savaşında tanık olunan aktif katılım yerini giderek umutsuz bir vazgeçişe bıraktı.

Durum vahametini korumaya devam ederken Lübnanlı güç simsarları sıfır toplamlı bir oyunda ısrarcılar. Karşılıklı vetolar, adam kayırma, yozlaşma ve sonuçsuz arabuluculuk faaliyetleri ile meşguller. Yalnızca Fransa, çöküşü önleme noktasındaki kararlılığını devam ettiriyor. 2006’daki savaş sırasında liderlik rolü üstlenen İtalya ise şimdi farklı şeyleri öncelemiş gibi görünüyor. İtalya’daki durum ABD için de geçerli denebilir.

Her ne kadar son yıllarda zayıflamış olsa da Lübnan ve Suudi Arabistan arasındaki ekonomik ilişkinin on yıllardır ne kadar önemli olduğu göz önüne alındığında Riyad'ın hoşnutsuzluğu ve eylemleri son darbeyi indiren husus oldu.

Suudi Arabistan sermayeli ve Londra merkezli Al Arab gazetesi, 4 Kasım'da yayınladığı başyazıda Suudi Arabistan'ın Lübnan'ı ve Lübnanlı Sünni toplumu terk ettiğini, artık ne eski Başbakan Saad Hariri ve hırslı kardeşi Bahaa'ya ne de mevcut Başbakan Necib Mikati'ye güvenildiğini belirtti.

Suudi Divanı, tartışmalı bir isim olarak bilinen eski savaş ağası ve Hıristiyan politikacı Samir Caca'yı ülkedeki yeni vekili olarak görüyor.

İran, diğer Arap ülkeleri ve Türkiye olmak üzere Sünnilerin koruyucusu olarak Suudi Arabistan'ın yerini almayı hedefleyen diğer tüm aktörler Lübnan'ı kurtarmanın tek yolunun ülkenin çöküşünü beklemekten hatta çöküşü hızlandırarak ülkeyi baştan inşa etmekten geçtiğine kani olmuş durumda.

Lübnan iktidar partilerinin sorumsuz davranışları ve Lübnan'a yardım etmeleri için başkalarına yardım etme konusundaki affedilmez isteksizlikleri, bu türden bir kuşkuculuğu ortaya çıkaran ana itici güç olmuştur.

Şeytani ittifak

Uluslararası toplumun bu eleştiriden muaf olmadığını da belirtmek gerekir.

2005'ten itibaren, Lübnan'ın siyasi krizinin merkezi büyük ölçüde -Saad Hariri ve ülkenin kaynaklarını ve finansını pervasızca yöneten Merkez Bankası Başkanı Riad Salameh etrafında dönen siyasi ve- acımasız bir ittifak çerçevesinde gerçekleşti.

Siyasi seçkinleri zenginleştiren ayrıntılı Ponzi oyunları ülkeyi iflasın eşiğine itti. Bununla birlikte Hizbullah, Hariri ve ortaklarını ülkeyi kötü ve yanlış şekilde yönetmelerini hedefleyerek kendi hallerine bıraktı. Bunun karşılığında güvenlik politikasının kontrolünün Hizbullah tarafından daha da güçlü şekilde ele geçirilmesine izin verilmiş oldu.

Anayasal olarak ülkedeki en önemli siyasi görev olan başbakanı aday göstermesi talep edilen Sünni topluluk, Hariri'ye alternatif bir isim seçme konusunda isteksiz davranıyor.

Batı ve Arap ülkeleri, 2 milyondan fazla Suriyeli mülteciye ev sahipliği yapan Lübnan'ın uçuruma doğru sürüklendiğinin tamamen farkında ve Hizbullah'ın güvenlik güçleri üzerindeki kontrolü olarak algıladıkları şeyi dizginlemeye kararlı görünüyorlar. Öte yandan, Sünni topluluk içinde herhangi bir siyasi değişimi teşvik etmek için parmaklarını bile kıpırdatmamaktalar.

Batılı yöneticiler Lübnanlılarla ilgili her meselede daima tek bir kişi ile muhatap olmayı tercih ettiler ve Sünniler için bu isim hep Hariri oldu.

Hizbullah için bir lütuf mu?

Bazı batılı gözlemcilere göre bu türden bir görmezden gelmenin Hizbullah için bulunmaz bir nimet. Bu durum, Hizbullah’ın Hariri'yi ve onunla birlikte Sünni toplumu köşeye sıkıştırmasına ve kontrol altında tutmasına izin verdi. Bu durum, her zaman Mişel Avn, Cibran Bassil, Cemayil'ler, Franciye'ler, Caca vb. çok sayıda parti ve lidere sahip olan Hıristiyan topluluğu üzerinde yalnızca kısmen başarılı olmuştur.

Uluslararası paydaşların tek bir adrese yönelik tembel tercihi, en azından Sünni seçmenler nezdinde demokrasiye zarar veriyor. Sonuç olarak, yeni Sünni liderler ortaya çıkmak için yoğun bir mücadele içine girmek zorunda kalıyor ve başarılı olduklarında dahi (örneğin Usame Saad ve Fuad Mahdumi) ya göz ardı ediliyor ya da katı düzen tarafından sistematik olarak engellenip ve marjinalleştiriliyorlar.

Tüm bunlardan sonra Lübnan’daki demokratik süreç anlamını yitirmiş ve Lübnan halkının, mevcut siyasi boşluğu gidermek için umutsuzca mücadele etmesine sebep olan atmosferi ortaya çıkardı.

Sonunda Hariri'nin bir yük olduğunu anlayan Suudi Arabistan'ın aksine, ABD ve Fransa, iki temel gerçeği göz ardı ederek tüm kozlarını Hariri'den yana koymaya devam etti.

İlk olarak, Hariri on yıldan fazla bir süredir Hizbullah'ın ana ortağı ve güç yönetiminde suç ortağıdır. İkincisi, Hizbullah'ın nüfuzunun güvenlik hizmetlerinin bazı kollarında ve ülkeye ana giriş noktalarından bazılarında artması, onun ve klonları Fuad Sinyora ve Tammam Selam'ın hükümetleri döneminde gerçekleşmiştir.

Çözüm Mikati değil

Hariri, Suudi Kraliyet ailesinin gözünden o kadar hızlı şekilde düştü ki gelecek yıl yapılacak seçimlerde tekrar aday olmamayı ciddi şekilde düşünüyor olmalı. Mevcut Başbakan Necib Mikati'nin mantıklı bir alternatif olduğuna inanıyorlarsa Washington ve Paris kararlarını tekrar gözden geçirmeli. Mikati her zaman müesses nizamın bir parçası olmuştur. Lübnan'ın ihtiyaç duyduğu temiz ve taze nefes olduğunu söylemek oldukça güç olacaktır.

Diğer tüm hususlara ek olarak, Lübnan'ın geleceği toplumun önceki kalıplardan ve uzlaşmaz liderlerinden sandıkta kurtulmasına, yeni ve tavizsiz isimleri destekleme noktasındaki kararlılığına bağlı olacak.

Uluslararası toplumun şu anda yapabileceği şey - en azından - bu ertelenemez değişimde Sünnileri desteklemek olacaktır.


Marco Carnelos tarafından kaleme alınan ve Midlle East Eye’da yayınlanan bu makale Mepa News okurları için tercüme edilmiştir. Makalede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Mepa News, yapılan yorumlardan sorumlu değildir. Her bir yorum 600 karakterle (boşluklu) sınırlıdır.