Kapitalist toplumda, emek farklı toplumsal ilişkilere göre çalışır. Küreselleşmiş ve dijitalleşmiş ekonomide emek kırılganlığının, güvensizliğinin patladığı bir dönemde, Marx’ın ortaya koyduğu sömürü ve yabancılaşma ilişkileri ne durumdadır? Bir gelişme gösterebilir mi?
Paris Nanterre Üniversitesi Felsefe Profesörü ve Sophapol Labaratuvarı Müdür Yardımcısı Stéphane Haber, CNRS ve Maurice Halbwachs Merkezi’nde araştırma müdürü ve Ecole Normale Superieur’de öğretim görevlisi Claude Didry ve filozof ve yazar, Génératon Libre Düşünce Kuruluşu Başkanı Gaspard Koenig ile yuvarlak masa söyleşisi (Humanité)
Kapitalist toplumda, emek farklı toplumsal ilişklere göre çalışır. Küreselleşmiş ve dijitalleşmiş ekonomide ve paylaşımcı biçimlerine göre -emek kırılganlığının- güvensizliğinin patladığı bir dönemde, Marx’ın ortaya koyduğu sömürü ve yabancılaşma ilişkileri ne durumdadır? Bir gelişme gösterebilir mi?
Bugün emeği betimlemek için, “insan kaynakları”ndan, “maliyeti”nden hatta “kayboluşun”dan söz edilmekte. Neoliberal kapitalist toplumumuzda, size göre toplumsal ilişkileri belirleyen nedir?
Stéphane Haber. İnsan emeği karşısında, araçsal diyebileceğimiz bir tutum vardır ve kendi düzeyinde tümüyle meşrudur, nadir bulunur. Tassarruf etmek, mümkün olduğu kadar en etkin şekilde örgütlemek, başarılarını artırmak gerekir vb. Uygun olmayan emeği sadece bu şekilde ele almaktır. Çünkü, gerçekte başka bir şeydir. Toplumsal yaşama katılma biçimidir, topluluğa hizmet etmedir, yeteneklerimizi kamçılamayı sağlayan bir etkinliğe girişmek, zorluklarla başetmek ve bunları ustalıkla çözmek olabilir. Bunlarla ilgili olanlar, yani emekçiler bunları çok iyi bilirler: Kimi zahmetli yordamlara, zorluklara ve sıkıntılara karşın, emeğe önem verirler ve üstesinden gelmesi zor günlük yaşamları olsa da, onları güdüleyen kendini gerçekleştirme arzusunu emeğe ortak ederler. Bu kârına bakan şirket müdürünün araçsal bakışıdır ve sınırsızca kendini kabul ettirmiştir. Oysa, 1980-90 yıllarına kadar buna karşı koymak için, emeğin olumlu bir idrakına (çabanın ve iyi yapılan işin gururu, nüfusa sağlanan hizmetlerin önemi) ve emek dünyasına bağlı dayanışmalara sahip bir işçi kültürü vardı. Dengeyi yeniden bulmak için, bugün bize emeğin deneyiminin zenginliğini sezdirebilecek, emekte bulunan acıların ve hoşnutsuzlukların önemini bize hatırlatacak, daha iyi çalışmayı -ama bu kez hem kendileri için, hem de topluluk için- farklı şekilde arayanların sözcüsü olacak sesleri duymak gerekli. Siyasal olarak yaşamsal olan “görünürlük” bahsidir. Bu statüden, korumadan, akılcı oyun kurallarından olduğu kadar ortak amaçları demokratik temellerde tasarlamayı konuşmayı içerir: Örneğin, eylemlerimizin ekolojik sınırlarını dikkate alarak ne üretmek istiyoruz?
Claude Dibry: 1985 yılından 2015’e kadar, işsizlik yüzde 40 arttı, ama aktif nüfus yüzde 21, emeklilerin sayısı yüzde 74 arttı. Kaybolmanın ötesinde emek, Fransız toplumunda ücretli emek gibi( 1985 ve 2015 arasında yüzde 25 artış) hiç bu kadar kişiyi ilgilendirmemişti. Bağımsız çalışanların sayısı ise yüzde 17 azaldı. Gençler kırılganlıkgüvensizlikten ve işsizlikten en çok etkilenen kesim. 28 ila 58 yaş arasındaki çalışanların yüzde 75′ nin süresiz sözleşmeli olduğunu ve şirkette ortalama kıdemin yaşla arttığını unutmamak gerekir. Kaybolmaktan öte, istikrarlı emek toplumsal bir olgudur. Bu durumda kırılganlık, güvensizlik sadece süresiz sözleşme dışındaki istihadamı belirtmez. 40 yaşından itibaren Demokles kılıcı olan işini kaybetme tehdidini de içermesi gerekir.
Gaspard Koenig: Bu soru paylaşmadığım öncüllere dayanmakta. Fransız toplumu statü ve korporasyon (esnaf dernekleri) ile kemikleşmiş durumda; liberalizm hariç. Büyük şirketlere gelince, çoğu kez kamusal gücün suç ortaklığıyla elde edilmiş bir durum rantını paylaşmaktadırlar; kapitalizm hariç her şeyi. Dolayısıyla, toplumsal ilişkiler şiddet ve acılarla kendini gösterir: Bu ayrıcalığa karşı ayrıcalık, rütbeye karşı rütbe, ünvana karşı ünvandır. Bildiğim bir örneği vereyim. Genç iken geçtikleri bir sınav sonrası profesör ve doçentlerin lisedeki hocalara (Fransa’da lise hocalarının adı da profesör) göre sonsuza dek daha az ders verip daha fazla ücret almalarını nasıl haklı gösterebiliriz? Fransa küçük aristokrasi gruplar yaratma yeteneğine sahip. Kişisel kimlikler çoğu kez mesleki göreve göre belirlenmekte ve bu tüm toplumsal ölçeklerdedir. Genç kuşaklarda açıkça görülen emek anlamının eksikliği karşısındaki kaygı bence iyi bir haber. Çevremde otuz yaşlarında iyi bir işi ve ücreti olan gençlerin bu işlerini terk edip kendi kanatlarıyla uçmak istediklerini görüyorum. Herkes kendine göre yapıyor ve oldukları gibi olmak istiyorlar.
Marx’ın tanımladığı sömürü ve yabancılaşma ilişkileri bugün uygun bir çözümleme çerçevesi sunuyormu?
Claude Diry: Marx 200 yıl önce doğdu. Bize önce dönemini okumamızı sunuyor. Kapital’de 1867’deki örneği ele alalım: “Parçaya göre ücret esas işçi ile – manüfaktürde grup şefiyle, madenlerde madeni kazan şefle, fabrikada mekanist işçiyle- kapitalist arasında parçaya göre sözleşme yapmayı ve esas işçiye kendi yardımcılarını işe almayı ve ödemeyi uygun bir fiyata yapmayı sağlar. Sermaye tarafından emekçilerin sömürüsü, emeğin emek tarafından sömürülmesiyle gerçekleşir”. 19 yüzyılda, sınıf farklılığı öngörülenden daha az belirgindir ve Marx bu konuda çok haklıdır, özellikle Devrim’den sonra sürekli kırsal kalan Fransa’da. O dönemde üretim çok dağınıktır (evde, kırda) ve “sanayi devrimi” kavramının yarattığı düşüncenin aksine o kadar da mekanize değildir. İşçi devrimleriyle delik deşik olan ve Cumhuriyet’i getiren 19.yüzyılda (1830, 1848, 1870-71) “kapitalistlerin” emirlerine yanıt vermek için işçiler diğer işçileri sömürmeye katkıda bulunurlar. Yabancılaşma güçlüdür; çünkü insanlar yeni bir toplumla karşı karşıyadırlar ve varlıklarınının geleneksel çerçevelerini sürdürerek yeni toplumu su yüzüne çıkarmaya katkıda bulunurlar: Aile, mülkiyet (kırsal toplumda önemli). Marx’ın büyük katksı ticaret ve mülkiyetin aldatıcılığı arkasında emeği keşfetmesidir. 20.yüzyılı bildirir ve bu yüzyılda, okul çocukları aile gericiliğinden kurtarır, ücretli emeğin düzenliliği tüccarlara bağlı kalan işçilerin siparişinin ve kırsaldaki köylülerin hasatlarındaki belirsizliğinin yerine geçer.
Gaspard Koenig: Ben Marx’ı okumaya çok düşkünüm. 1844 El Yazmaları’nda ücretllik çözümlemesi çok yerindedir: Kendini kaybetme. Çünkü genç Marx şöyle yazar: “Emek işçinin dışındadır, yani kendi özüne ait değildir . O halde emek de kendini göstermez, kendini inkâr eder. Bağımlılık ilişkilerinin hüznü bunaltıcıdır. Kendinin inkârı diğerinin şeyleşmesiyle katlanır. Umut ederim ki ücretlilik insanlık tarihinin bir parentezi olacaktır ve teknolojinin yardımıyla hızlıca kapanacaktır. Buna karşın, Piketty’in yeniden ele aldığ Marx’ın tezine kuşkuyla bakıyorum. Bu teze göre sermaye doğal olarak yığılmaktadır. Bu olgu tüm rekabeti boğan feodal yapılardan ziyade daha çok oligopolistik yapıların sonucudur. GAFA(Google, Amazon, Facebook, Apple) işte bu son dirilişi oluşturur. Herkesin kendi sermayesi olmasını sağlamalı. Daha özerk bir kapitalizmle özgürleşmek gerekir. Bu Hernando de Soto’nun yöntemidir ve gelişmekte olan dünyada en yoksunlara mülkiyet hakkı vermeye çalışır. Kişisel verilerin ailede kalması ve daha da ötesinde kendi mülkiyetimizde kalması için mücadele ediyorum.
Stéphane Haber: 1844 yılında yazılan metinlerde, Alman düşünür, gözüpek bir düşünce geliştiriyor. Emeğin insan etkinliğinin belli başlı biçimi olduğunu, yani emekle insanın dünyayı değiştirdiğini ve aynı zamanda yetenek ve becerilerini geliştirdiğini söylüyor. Sonra bu temel üzerinde kapitalizmin eleştirisini yapıyor: Kâr arayışıyla harekete geçen bu ekonomik örgütlenmeyle, insanlarınn çoğu emek gerçeğinde tüm denetimi kaybediyor (Ne üretmeli? Nasıl? Hangi araçlarla?). Sonuçta, insanın değerden düşürülmesi, bir tür kolektif güç ve aklın sistematik ezilmesi ortaya çıkıyor. İşte buna Marx yabancılaşma diyor: Dönüştüm, bozuldum, kendimin bir kısmını kaybettim, güç ve aklım parazit eylem sistemi tarafından ele geçirildi. Eserinin sonraki kısmında, Marx yabancılaşma deyimini daha az öne sürer ve sömürü sorunu (temelinde: emek ürünlerinin, eşitsiz paylaşımı) daha fazla merkezi ve belirginlik kazanır. Ama, emek ürünleri üzerinde denetimin kaybolması, çalışma koşulları, kör bir sisteme karşı bağımlılık, insanlıktan çıkma vb.1844 düşünceleri eserinde ikincil neden olarak kalmaya devam edecektir. Bugünki tartışmalar için bu belli başlı başvuru olarak kalacaktır.
Emek her zaman yabancılaşma mıdır? Emek tanımınız nedir? Yükümlülükten kurtarabilir miyiz?
Stéphane Haber: Kimi düşünceleri üzse de, “Her meslek kutsaldır”deyiminin doğru olmadığını hatırlamak gerekir. Her şeyi, bir finansçıyı, bir profesörü, bir reklamcıyı, bir organik çitfçiyi ve bir kirleticiyi aynı düzleme koyamayız. Topluma yararlı ve toplumu kirletmeden ve aptallaştırmadan hizmet veren çok ve değişik meslekler iyi ki vardır. Emeği yükümlülükten kurtarmaktan ziyade bu yararlı meslekleri yapanlara ve bunları yapmak isteyenlere, her zaman yeniden ortaya çıkan sömürü ve yabancılaşmaya karşı mücadelelerinde gerekli araçları sağlamak gerekir.
Gaspard Koenig: Emek bir seçim olduğunda yabancılaşma olmayacak. Bu nedenle, evrensel gelir konusunda girişimlerim oldu ve düşünce kuruluşum bu konuda çalışmalar yayınlıyor. Foucault bu siyasetin anlamını, biyosiyaset konusunda Friedman’ın negatif vergisini çözümleyerek güzel özetliyor: “Çalışma ya da çalışmama seçimini serbest bırakmak”. Hayır deme gücünü vermek (şirkette, evinde, topluluğunda). Bu görülmemiş bir toplumsal devrimi bildirir. Emek toplumsal örgütlenmenin ana anahtarı olmaktan çıkar. Topluluğun diyalektik olan yeni görevini böyle tasarlıyorum: kişiye gruptan çıkma araçlarını vermek. Ya da pozitif olarak: Açık toplumda özgür iradeyi maddi olarak kurmak. Bu varsayımda, ücreti emek ile gönüllü çalışma ve verimsiz uğraş ayrımı giderek kaybolacaktır. Kimliğimiz çok sayıda etkinliğin kavşağında belirlenecektir. Marx bunu düşlemiştir ve Alman İdeolojisi’nde, isteklerini sayarken şunları yazmıştır: “Bugün şu şeyi yapma imkanı, yarın bir başka şeyi yapma, sabah avlanma, öğleden sonra balık tutma, akşam besicilik, yemekten sonra eleştiri; zevkine göre, ama hiçbir zaman avcı, balıkçı ya da eleştirmen olmadan”.
Claude Diry: Ücretli emeği, bağımlılık ölçütünden itibaren köleliğin çağcıl biçimi olarak ele almayı bırakmak gerekir. 20.yüzyıl başında, vardiyalı çalışma ilk olarak aynı yerde, mühendislerin düşündüğü ve düzenlediği tekniklerle teknisyenleri ve işçileri bir araya getirir. Tüm bunlar ücretli dünyasında gerçekleşir ve tümüyle yeni nesneler üretmek için (araba, uçak, güneş panoları) bilimsel bir araştırma gerektirir. Emek kolektif bir girişime kişisel katkıdır, Foucault’ın dediği gibi, zor, sıkıcı; ama düşündürücü ve kimi kez yenilikçi hatta coşkulu “beden ve ruhla” yapılan bir adanmışlıktır. 1970 yıllarında, toplumbilimci Philippe Bernoux birlikte bir süre çalıştığı uzman emekçiler için emeğin yapıcı rolünü göstermiştir. Yabancılaşma bize sonra, etabı aştıktan sonra görünür. 20.yüzyıl başında, çalışma hakkı bize “gizlenen” çalışmayı gösterdi. Örneğin, zanaatkarlığın, pazarlığın gerektirdiği ailesel etkinlik. Yabancılaşmamız bize gerçekten yarın gözükecek eğer yeni bir etabı aşarsak. Bu arada, bugün sorun yaratanın kişisel etkinlik olarak ücretli emek değil; ama daha çok emeğin, kolektif ereklik olan şirket olduğunu düşünebiliriz. Yatırım fonlarının artması, aktif yönetimi, şirketlerin feshini doğuruyor ve robotların verdiği satın alma-satma emirlerinin ritminde sürekli yeniden yapılanan düzenlemeler şirketleri bağımlı kılıyor. Sanayi kaptanlarının “çelik kafeslerinden” finans üstatlarının dijital totalitarizmine geçtik.
Mart 2018