Mısır'ın karanlık on yılı Sisi'nin kirli pazarlığı üzerine inşa edildi

Ahmed Abdeen

On yıl önce Mısır Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi, Abdülfettah El Sisi'yi cumhurbaşkanı adayı olarak onayladığını açıklayarak, önümüzdeki 10 yıl boyunca yönetiminin mihenk taşı olacak temel bir ilkeyi ortaya koydu: Ordunun ve liderliğinin çıkarları her şeyden önce gelirdi. Onu iktidara getiren yapı, onu görevden alabilecek tek güçtü.

Bu karanlık on yıl boyunca ordunun rolü, onlarca yıldır olduğu gibi devletin koruyucusu olmaktan çıkıp ulusun tüm önemli unsurlarının sahibi, yöneticisi ve yürütücüsü haline geldi.

Sisi, sadakat ve itaat karşılığında ordunun devletin zenginliklerini ve kurumlarını kontrol etmesine izin verdi ve ordu personeli bu kaynakları hesap verebilirlikten uzak bir şekilde öncelikle kendi çıkarları için yönetti.

Ordunun Sisi'ye olan sadakati, Akabe Körfezi'nde bulunan stratejik Kızıldeniz adaları Tiran ve Sanafir üzerindeki egemenliğin Suudi Arabistan'a bırakılması gibi ulusal güvenliği tehlikeye atabilecek kararlara kadar uzanıyor.
Cumhurbaşkanlığı ile ordu arasında uzun süredir var olan yönetim denklemi devam ediyor: Başkan, kontrol ve istikrarı sürdürdüğü sürece nihai yetkiye sahiptir. Huzursuzluk zamanlarında ordu müdahale eder ve Ocak 1977 ayaklanması ve Ocak 2011 devriminde olduğu gibi kendi şartlarını dayatır. Bu model Eylül 2019'daki kitlesel protestoların ardından da tekrarlandı.

Sisi'nin ordudaki engin deneyimi, kişisel hırsları dizginlemek, güç merkezlerinin oluşmasını engellemek ve hem havuç hem de sopa yaklaşımlarını kullanmak açısından kurum içi istikrarı korumada önemli bir rol oynadı.

Hızlı ve düzenli liderlik değişimleri, üst düzey askeri pozisyonların görev süresinin dört yıldan sadece iki yıla indirilmesiyle kurumsallaştırılan bir özellik haline geldi. Sisi, mutlak kontrol ve sadakat sağlayarak bunları uzatma yetkisini elinde tutuyor.

Zenginlik ve ayrıcalıklar

Sadakat için sağlanan avantajlar, ödüller ve teşvikler artmış, ordu mensupları muazzam zenginlik ve ayrıcalıklar getiren projeler ve mevkilere akın etmiş, bu da herhangi bir isyanın intihar gibi görünmesine neden olmuştur.

Eski Genelkurmay Başkanı Sami Anan gibi Sisi'ye karşı gelmeye cüret edenler ciddi tepkilerle karşılaştı.

Mısır'ın önceki tüm cumhurbaşkanlarında olduğu gibi Sisi de seleflerinin deneyimlerinden ders çıkararak konumunu sağlamlaştırmak için yorulmak bilmeden çalıştı. Ocak 2011'de yaşananlar, belki de devrimcilerin kendilerinden çok kendi konuşmalarında dile getirdikleri gibi, Sisi'nin zihninin ön saflarında yer almaya devam ediyor.

Hüsnü Mübarek'in 30 yıllık rejimini 2011'de alaşağı eden devrim, kitlesel bir halk dalgasının güvenlik güçlerini alt etmesiyle iktidar sistemini tamamen açıkta bıraktı. Ancak ordu kısa süre sonra, tıpkı 2013 yazında Muhammed Mursi'yi devirmek için yaptığı gibi, halkın hoşnutsuzluğundan yararlanarak iktidarı kolaylıkla geri aldı.

Sisi, ne kadar küçük olursa olsun hiçbir gösterinin tam bir ayaklanmaya dönüşmemesini sağlayarak böyle bir olayın tekrarlanmasını önlemeye odaklandı. Örgütlü barışçıl muhalefete yönelik tüm girişimleri ezdi geçti. Uyguladığı baskı kampanyası modern Mısır tarihindeki tüm dönemleri aştı.

Geçtiğimiz on yıl göstermiştir ki bu kısır döngüden tek çıkış yolu iktidarın gerçek sahiplerine, yani yetkilileri sorumlu tutma rolünü geri alması gereken Mısır halkına geri dönmesidir. Ancak hareketlerin liderliğe ve örgütlenmeye ihtiyacı vardır ki bunlar Sisi'nin sistematik olarak yok ettiği araçlardır.

Halkın siyasi denkleme yeniden girmesi için bir yol bulmak, hapisteki muhalefet lideri Ahmed Tantavi, ben ve bir grup yoldaşımız tarafından üstlenilen bir görevdi. Tantavi'nin son cumhurbaşkanlığı kampanyasında siyasi danışman olarak görev yaptım.

"Umut Projesi" adını verdiğimiz bu projenin stratejisi, halkın tüm kesimlerini siyasi sürece yeniden entegre ederek, siyasi örgütleri güçlendirerek ve kitlesel halk katılımına elverişli bir ortam yaratarak despotizm döngüsünü durdurmaktı.

Küresel sessizlik

Protestolardan daha güvenli ve emniyetli olduğunu düşündüğümüz sandık yoluyla halkın geri dönüşü üzerine kumar oynadık. Beklemediğimiz şey, ülke genelinde binlerce haydutun, insanların Tantavi'ye aday olma hakkını tanıyan dilekçeleri imzalamasını engellediği dehşet verici sahnelerdi.

Mısır'ın güvenlik güçleri ve devlet aygıtları halkın iradesine karşı kendilerini korumaya aldılar. Bunu bekliyor olsaydık bile, sokaklarda vatandaşlara saldıran silahlı çetelere karşı ne yapabilirdik?

Daha da şaşırtıcı olanı uluslararası toplumun sessizliğiydi. Ülkeler Sisi rejiminin anti-demokratik icraatlarını kınamamakla kalmadı, aynı zamanda ekonomik bir çöküşü önlemek için baskıcı lideri milyarlarca dolarla ödüllendirdi.

Bunun en önemli nedenlerinden biri Sisi'nin İsrail ile olan ilişkisi. Söz konusu Mısır olduğunda, uluslararası toplum açıkça sadece iki şeyle ilgileniyor: Avrupa kıyılarına göçmen akınına yol açabilecek bir çöküşü önlemek ve İsrail'in güvenliğini sağlamak ki bu görevde Sisi çok başarılı.

1952 askeri darbesinden önce Mısır'da birden fazla güç iktidar için yarışıyordu: Kral, İngiliz işgali ve çeşitli siyasi partiler.

Darbe tüm yetkileri cumhurbaşkanının elinde topladı ve ordu cumhurbaşkanlığının anahtarlarını elinde tuttu.

Eski Cumhurbaşkanı Enver Sedat daha sonra bu anahtarları ABD'nin eline verdi ve İsrail lobisinin Washington'da artan etkisiyle Mısır'ı yöneten herhangi bir rejimin önemi İsrail ile olan ilişkisiyle ölçülür hale geldi.

Filistin'in özgürleştirilmesi

Sisi bu denklemi iyi kavradı ve Tel Aviv ile dostluğun ötesine geçerek yakın bir müttefike dönüştü. Bu ortaklık her iki tarafın da yararına, zira her ikisi de Mısır'da demokrasi olasılığı karşısında tehdit altında.

Sisi için demokrasi, özellikle de ülkedeki eşi benzeri görülmemiş başarısızlık, baskı ve yoksulluk seviyelerinden sonra tahtını kaybetmek anlamına geliyor. İsrail içinse Mısır'da demokrasi, Mısır halkının iradesini yansıtan, İsrail'e düşman ve kendisini Filistin davasının bir parçası olarak gören, 1940'lardan bu yana değişmeyen bir ideolojiye sahip, çok sayıda Mısırlının işgalci Siyonist çetelere karşı savaşmak için Filistin'e gittiği bir hükümet üretecektir.

Bugün Gazze'de ve Filistin genelinde yaşananların önemi küçümsenemez. On yıllardır Filistin'i işgalden kurtarmanın Kahire'yi diktatörlükten kurtarmakla başlayacağı söyleniyor ve Mısır'ın Arapları birleştirebilecek bir kilit taşı olduğu varsayılıyordu. Ancak bunun tam tersi gerçekleşiyor gibi görünüyor.

Gazze savaşının getirdiği değişiklikler sadece Filistin'in değil, Mısır'ın ve belki de tüm bölgenin geleceğini şekillendirecek. İsrail işgaline karşı uluslararası kamuoyunda yaşanan değişim, Mısır'a yönelik küresel politikalara da yansıyacaktır.

İleriye dönük olarak, demokrasi ve insan hakları Mısır ile uluslararası ilişkilerin temeli haline gelebilir ve Filistin'deki geniş çaplı soykırım ve etnik temizliğin ortasında bile, sadece İsrail işgalini korumak ve yardım etmek için yozlaşmış rejimleri destekleme yönündeki on yıllardır süregelen eğilimden uzaklaşılabilir.

Bu durum analist Naomi Klein'ın kısa süre önce dile getirdiği "Siyonizm'in sahte idolünün İsrail'in güvenliğini Mısır diktatörlüğü ve müşteri devletlerle bir tuttuğu" iddiasının altını çizmektedir.


Middle East Eye'da yayınlanan bu değerlendirme Mepa News okurları için Türkçeleştirilmiştir. Değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Mepa News, yapılan yorumlardan sorumlu değildir. Her bir yorum 600 karakterle (boşluklu) sınırlıdır.