Herhangi bir devletin, strateji kurumunun, bölgesel aktörün, yada siyaset analistin küresel cihat hareketlerini ve yakın dönemde dünya tarihine yaptığı etkiyi görmezden gelme lüksü bulunmamaktadır. Bu hareketle savaşında Batı cephesi bir milyondan fazla asker, on binlerce istihbarat görevlisi seferber etmiş, medya organları, ekonomik ve siyasi kurumlar, stratejik düşünce kurumları küresel cihat isimli bu tehlikeli hareketin dünyada evrensel bir hilafet kurma çabasına karşı seferber edilmiştir.
Küresel Cihad düşüncesinin oluşmasında oldukça kritik bir rol oynayan stratejistlerden biri de Ebu Mus'ab El Suri'dir. Asıl adı Mustafa bin Abdulkadir Sit Meryem Nasardır. Halep'te doğan Suri Halep Üniversitesi Mekanik Mühendislik bölümü mezunudur. 1980 yılında İhvanı Müslimin hareketine katılmış, 1982 Hama isyanında rol almıştır. Hama katliamı esnasında kurtulmayı başaran Suri İspanya'ya iltica etmiş burada İspanyol bir bayanla evlenmiştir. 1987 yılında Afgan Rus harbine katılan Suri 2001 yılında da El Kaide saflarında ABD'ye karşı savaşmıştır. Suri'nin 11 Eylül saldırılarında etkin rol aldığı düşünülmektedir. 1997 yılında bir çok Avrupa ülkesini gezen Suri bir dönem İslami Çatışmalar Araştırmaları Birimi isimli bir kurum açıp yönetmiştir.
Hakkında Avrupa ve Amerika'da bir çok çalışma yapılan, binlerce makale ve onlarca kitaba konu olan bu kişi Küresel Cihadın Mimarı olarak tanımlanmaktadır. 20 yıllık siyasi ve askeri tecrübelerini 1700 sayfalık El Mukaveme (Küresel İslami Direniş Çağrısı) isimli kitabında yayınlayan Ebu Mus'ab El Suri ABD ve Rusya'ya karşı yıllarca savaşmış ve hareket üzerinde ciddi etki bırakmıştır. Ebu Mus'ab El Suri'nin kitabı El Mukavame Amerikan askeri kolejlerinde okutulan baş yapıtlardan biridir. Yayınlandıktan kısa süre sonra bizzat CIA tarafından kısa sürede İngilizceye çevrilen eser Batı ittifakı tarafından Küresel Cihad Düşüncesini ve Dünya görüşlerini anlamada en önemli kaynak olarak kullanılmaktadır.
Ebu Mus'ab El Suri'ye ait kitabın bazı makalelerini Mepa News okuyucularıyla paylaşıyoruz.
Öyle inanıyorum ki günümüzde -çatışmanın şiddetinin şu boyutlara ulaşmasıyla birlikte- yeni bir cihâd nesli doğmaktadır. 11 Eylül Olayları ve Irâk'ın işgal edilmesi, Filistin intifâdasının zirvesine ulaşması ve bir yol ayrımına gelmesi gibi etkenler bunu doğuran bazı sebeblerdir. [Bu arada şunu belirtelim ki] Filistin'deki mümin kardeş-lerimiz ellerinden gelen bütün gayreti ortaya koydular. Beri tarafta ümmet, onların kurbânları karşısında seyirci konumunda kaldı. Buna sebeb, âlimlerin suskunluğu, yöneticilerin baskısı ve onları hareketten alıkoyması oldu/oluyor.
Altmışlı yılların ortasında, yani bundan [2000'li yıllar] yaklaşık kırk yıl önce yola koyulan cihâd hareketini ve günümüze kadarki süre boyunca yaşanmış geçmiş tecrübeleri göz önüne aldığımızda, şunu diyebilirim ki, şimdiye kadar İslâmî uyanış kervanında iki cihâd nesli gelip geçti. İlerleyen bölümlerde bu iki neslin târîhiyle ilgili tafsîlâta inmeye çalışacağım inşallah. İlk nesil, cihâd fikriyâtının meşalesini yakan ve altmışlı yılların başlarından yetmişli yılların sonlarına kadar sâhada olan nesildi ki bunları "kurucu nesil ve ilk öncüler" olarak adlandırabiliriz. Çünkü bunların çoğu henüz seksenli yıllara varmadan bu nûrlu yolda şahâdet şerbetini içti.
İkincisi ise seksenli yılların başlarından yirminci yüzyılın sonlarına kadar bu nûrlu yolda yürüyüşünü devâm ettiren cihâd neslidir. Bu süreç içinde Mısır, Şâm, Kuzey Afrika ve başka bölgelerde cihâd hareketi canlandı. Sonra yitik farîzanın âşıkları için Afganistan'da cihâd kapıları açıldı. Seksenli yıllardan doksanlı yılların başına kadarki süre içinde ikinci cihâd nesli vucûda geldi. Afgan‒Arab medresesi/okulu, son derece önemli ve bir o kadar da başarılı bir tecrübe idi. Bu mücâdele sayesinde ve öncüleri eliyle cihâd, İslâm âleminin farklı bölgelerine yayıldı. Burada yetişen mücâhidler Çeçenistan, Bosna vs. cebhelerde cihâd ettiler. Sonra Afganistan'daki ikinci dönem, yani İslâm Emîrliği dönemi yaşandı. Üçüncü cihâd neslinin ilk erleri, bu topraklarda cihâd eden ikinci neslin son erlerini görme imkânına kavuştular.
Sonra 11 Eylül 2001 Olayları yaşandı ve bunun akabinde ikinci nesil tam bir kıyım operasyonuna tâbi tutuldu. Yirminci yüzyılın bittiği ve üçüncü binyıla girildiği vakitlerde ikinci nesil için korkunç mezbahalar kuruldu ve ateşten hendekler kazıldı. Bunun sonucunda ikinci neslin pek çok kadrosu, aynı şekilde komuta kademesinin çoğu öldürüldü. Üslerinin çoğu yok edildi. Bunların çok az bir kısmı katliâmdan veya esârete mahkûm edilmekten kurtulabildi.
Şuna kesinlikle inanıyor ve özellikle vurgulamak istiyorum ki, üçüncü neslin, güç dengelerinin tamâmen altüst olduğu böyle bir ortamda ve şu denli zor şartlar altında cihâd bayrağını taşıyabilmesi, kendi köklerine inmesine, seleflerinin tecrübelerini iyice özümlemesine ve hareket düşüncesini bunlar doğrultusunda geliştirip daha ileri boyutlara taşımasına bağlıdır.
İkinci nesilden geriye kalanlardan biri olmam hasebiyle, işbu eser ve yazmaya azmettiğim diğer seriler yoluyla, taşıdığımız emânetin bir kısmını, adımlarımız üzre yürüyecek kişilere tevdî etmeyi arzuladım. İstedim ki bunlar, bu nûrlu yolda basîretle yürümek ve emâneti yüklenme hazırlığını tamamlamak isteyenlere, yöntem, fikriyât, târîh ve hareket noktasında öz(et) bir yol harîtası ve bir yol azığı olsun; kezâ, şanlı bir yürüyüşün, onbinlerce şehîdin kanıyla sulanmış bir yolun, tâğûtlara ve zâlimlere karşı mücâdele veren bir neslin -özellikle de çağdaş dönemlerde- çektiği şiddetli sıkıntıların aynasından yansıyıp gelen bu derslerden mahrûm kalmasınlar.
Zîrâ gelecek cihâd neslinin, mutlaka kendi köklerine inmesi, seleflerinin yaşadığı tecrübeleri iyice özümlemesi, ayrıca onların fikir, tecrübe ve örneklik noktasında takdîm etmiş olduklarının aydınlığında ve mücâdelenin başladığı ândan itibârenki târîhî köklerini iyice kavramak sûretiyle ilerlemesi gerekir.
Kuşkusuz yirminci yüzyılın başından günümüze kadarki çağdaş dönem İslâmî direniş târîhinde ve bağrında taşıdığı deneyimlerde -hata ve sevâbları şimdilik bir kenarda dursun- son derece büyük dersler vardır. Yine altmışlı yılların başlarından günümüze kadarki süreç içinde mücâdelesini devâm ettiren çağdaş dönem cihâdî kanadın yaşadığı deneyimler içinde de hem yöntem hem fikriyât hem de sancağın nasıl taşınması gerektiği konusunda çok önemli dersler ve ibretler bulunmaktadır.
Binâenaleyh gelecek cihâd neslinin bunlardan istifâde etmesi ve mücâdelesini bu temeller üzerine binâ etmesi bir zorunluluktur. Bu neslin, öncelikle o târîhi ve o târîh içinde görülen yolu-yöntemi bilmesi ve iyice özümlemesi gerekmektedir. Ta ki gelecek cihâd nesli, yeryüzünde Allah'ın hükmünü -Allah'ın izniyle- tekrar hâkim kılmak ve Nübüvvet yoluna uygun Hilâfet nizâmını kurmak için mücâdele veren, bu şanlı yoldaki yürüyüşünü kesintisiz bir şekilde devâm ettiren nesillerin zincirine eklenen doğal bir halka olabilsin.
Bütün bu husûsları kitâbın belli bölümleri içinde özet bir şekilde ele alıp sunmaya çalıştım. Bunların yanısıra, ümmetin genel târîhi, bu târîhin akışı ve bu akış içinde yaşanan genel, özellikle de siyâsî aksaklıklar ve ümmetin başına gelenler etraflıca ele alınması ve öğrenilmesi gereken konulardır. Gelecek cihâd neslinin ve onların başında bulunanların, kendi dönemlerine kadar gelen bu târîhî akışı/süreci iyice kavramaları gerekmektedir. Adına Müslümanların Çağdaş Târîhi diyebileceğimiz ve geçen yüzyıldan, yani 1924 yılında Hilâfet'in düşüşünden itibâren başlatabileceğimiz süreç içindeki akış özellikle irdelenmeli ve öğrenilmelidir. Yine ezelî düşmanlarımız ve bugün dahi kendileriyle savaştığımız Modern Romalıların hem uzak hem de yakın târîhleri, ecdâdımızın onlarla ne şekilde mücâdele ettiği, o târîh içinde yapılan savaşlarda görülen zafer ve/ya hezîmetlerin esbâbı ve bunlardan çıkarılacak dersler mücâdelemizi sağlıklı bir şekilde sürdürebilmemiz açısından son derece önemlidir.
Bütün bunları anlamak ve mücâdele târîhinin tamâmı ile, kezâ, yüzyıllar alan bir süreç içinde gelişip kök salan ve hegemonyasını bütün dünya ölçeğinde sürdüren 'çağdaş küresel medeniyet'le[] ve onun kökleriyle irtibâtlı kılarak okumak, bundan da insânoğlunun şu yerküre üzerinde varlık gösterdiği ândan itibâren başlayan ve ta kıyâmete kadar devâm edecek olan hak‒bâtıl arasındaki mücâdelenin temel esâslarını çıkarmak ve bunu hakkıyla kavramak, evet, bütün bu husûslar, hâlihâzır mücâdelemizi daha iyi bir şekilde devâm ettirmemizi sağlayacak yolları bulmamız açısından faydalı olacaktır.
Her ne kadar sıradan bir mücâhid ferdin, bu bilgiler, tecrübeler, dersler, ayrıca bunların sözkonusu ettiğimiz akışla irtibâtı hakkında pek çok şeyi bilmemesi kabûl edilebilir olsa da gelecek cihâd neslinin komuta kademesi ve özel birliklerinin bütün bu konulara, akış yönüne, bünyesinde barındırdığı hikmetlere ve ibretlere bigâne kalması düşünülemez. Bu yüzden eserin ilk bölümlerinin veya nerdeyse yarısından fazlasının bütün bu husûsları, müteselsil, mantıkî bir akış içinde ve özet bir şekilde içermesine gayret ettim. Evet, eser hacimli de olsa konuların özet olarak kalmasına özen gösterdim. Hiç kuşkusuz bilgi, bu çağın en önemli "silâh"larından biri hâline gelmiştir ve samimiyyetleri ne derecede farzolunursa olsun câhiller, asla bu mücâdeleye öncülük edemeyecek/bunu sürdüremeyeceklerdir.
1980 yılından 2004 yılının sonları olan şu günlerimize kadar bizzât İslâmî hareket kervanı içinde geçirdiğim yılların ve bu yıllar boyunca edindiğim tecrübelerimin beni vardırdığı nokta budur.
Allah'tan niyâzım amellerimizi ihlâsla yapılmış amellerden sayması ve böylece kabûl buyurmasıdır. Çağdaş dönem cihâdî kanat içinde ve bizzât mücâdelenin merkezinde geçirdiğim, ayrıca son derece önemli gördüğüm ve bize pek çok şey kazandıran bu dönem üzerinden söyleyebileceklerim bunlardır. Bu dönemin 1980 senesinde Suriye'deki cihâd mücâdelesinin bizzât merkezinde ve sâhada idim. Nitekim 1982 yılı Hama Olayları esnâsında Müslüman Kardeşler'in askerî komuta kademesi içindeydim ve organlarından biriydim.
1988‒1992 yılları arasında Afganistan'da, Sovyetler Birliğine ve Komünizme karşı mücâdele eden Afgan‒Arab mücâhidlerin tecrübesini bizzât yaşadım.
1993‒1997 yılları arasında Londra'da "Ensâru'l-Cihâdi'l-Cezâirî / Cezayir Cihâdı Ensâr Birliği"yle birlikte -[ilerleyen süreç içinde] bizi eseflere salan- Cezayir'deki cihâd tecrübesine basın‒yayın yollu çalışmalarla yakından/birebir iştirâk ve şâhidlik ettim. Bu cihâd hareketinin komuta kademesini, münharif [/istihbârâtcı ve cuntacı] bazı kişilerin ele alması sebebiyle bundan [çalışmalarımızdan] el çekmek zorunda bırakıldık/kaldık. Konuyla ilgili yaşadıklarımı ve gördüklerimi "Şehâdetî Ale'l-Cihâd fi'l-Cezâir 1989‒1996"/"Cezayir'deki Cihâda İlişkin Tanıklığım 1989‒1996" adlı kitâbımda açıkladım.
Sonra geçen onyılın son tecrübesi ve en önemlisi olan cihâd hareketinde bizzât yer aldım ve bilfiil çalıştım ki o da Afganistan'da 1996‒2001 yılları arası Taliban ve Afgan‒Arab tecrübesiydi. Bundan önce ise birçok kez bazı Arab, İslâm ve Avrupa ülkesine gitme fırsatım oldu. Bu da bana genel anlamda farklı İslâmî kesimleri, özel anlamda ise çağdaş dönem cihâdî kanadın öncüleri, örgütleri ve hareketlerinin pek çoğunu tanıma fırsatı verdi. Bütün o süreç içinde onlarca cihâdî deneyimi ve genel anlamda da pek çok İslâmî hareketi yakından tanıma fırsatım oldu.
Kısacası bizzât cebhede savaşmanın yanısıra kökler, yazı, fikir, basın‒yayın gibi birçok sâhada cihâdî kanadın bizzât içinde yer aldım. Bunları burada zikretmeme sebeb kesinlikle bunlarla övünmek değildir. Zâten makâm da övünme makâmı değildir ki Rabbimden niyâzım bizlere ihlâs bahşetmesidir. Bunları zikretmemin asıl sebebi ise okuyucunun, bu sayfalarda yer alan bilgilerin, uzun yılların ve farklı cebheler ile farklı alanlarda yaşanmış tecrübelerin bir semeresi olduğunu bilmesi ve ona göre [okumanın] hakkını vermesidir.
Yazdıklarım üzerine uzun uzadıya kafa yordum. Cihâd kâfilesi içinde yer alıp mücâdele eden pek çok kişiyle, özellikle de tecrübeli komuta kademesi ve öncü cihâd erleriyle saatler boyunca fikir alışverişinde bulundum. Zaman oldu danıştım, zaman oldu tartıştım. Başımıza gelen bu büyük felâketten kurtulmak ve bu saldı-rılara karşı durmak [konusu] üzerinde tefekkür ettim. İşte bütün bunların özünü-özetini, gelecek neslin cihâd erlerine yardımcı olur umuduyla bu kitâbın sayfalarına dercetmeye çalıştım.
1987 gibi erken bir dönemde yazdığım ve ilk eserlerimden olan "Es-Sevretu'l-İslâmiyye el-Cihâdiyye fî Sûriyâ ‒ Âlâm ve Âmâl" "Suriye'deki Cihâdî İslâmî Kıyâm ‒ Acılar ve Umutlar" başlığını taşıyan kitâbımda da dediğim gibi:
["] Her cihâd neslinin, kendi "amelî nazariyyesini"/"hareket tasavvurunu" bizzât kendisi, bilfiil yaşadığı tecrübeler yoluyla ortaya koyması ve bunu geçmiş tecrübe-lerin aydınlığında geliştirmesi gerekir.
"Cihâdî hareket tasavvuru, fildişi kulelerine çekilen, şaşaalı kütübhâneleri içinde ve gösterişli masaları önünde oturan müellifler ve mütefekkirler eliyle veya onların kalemleriyle yahut piramit/ve teşkîlâtcılık sisteminin üst kademesi tarafından alt kademedeki hareket erlerine dikte edilmek sûretiyle belirlenebilecek birşey değildir. Bilakis bu tasavvur, bizzât savaş mevzilerinde, hendeklerde ve cihâd için hazırlık yapılan meydânlarda; mihnetin ve kavganın göbeğinde belirlenir. Sâhibine bedel ödeten; yapılan her hatanın ve yaşanan her tecrübenin bedelinin kan ve cân olduğu bir tasavvurdur bu! Geride kalanların, attıkları her adımı daha önceden yaşadıkları-nın aydınlığında doğrulttukları ve bunu [âdetâ] bir mîrâs gibi sonrakilere aktardıkları ve sonrakilerin de, atacakları her adımı buna göre belirleyebildikleri ve böylece geliştirebildikleri bir tasavvurdur.
"Başarısızlıkla sonuçlanan deneyimlerin çok pahalıya malolduğu malûmdur. Şu var ki başarısızlık, pek çok zaman, seyri, zaferden daha ziyâde bir şekilde zengin-leştirebilir. Yeter ki bundan ders çıkarabilecek ve tecrübelerine tecrübe katabilecek birileri olsun. Eğer o zemin hakkıyla değerlendirilebilir de seyir boyunca azimli ve sebatkâr olunursa, Allah'ın izniyle, mutlaka muzaffer olunacak ve o zemin mutlaka kesin bir zaferi getirecektir.["]
Cihâd kervanında geçirdiğim yıllar boyunca pek acı birçok tecrübe yaşadım. Benim gibi nice tecrübeler yaşamış cihâd erlerinin yaşadıklarına kulak verdim. Anlatılanları dinledim. Bütün bunları, karşılaştırmalı bir şekilde ele aldım. Çağdaş dönem devrimlerin ve [bu türden] hareketlerin târîhinde yaşananlarla kıyaslayıp sağlamasını yaptım ve bütün bu husûsları, işbu eser boyunca enikonu bir şekilde ve yürüdüğümüz yolda yürümeye azimli gelecek nesillere yardımcı olabilecek bir hareket tasavvuru çerçevesinde aktarmaya, anlatmaya çalıştım.
Diyebiliriz ki Amerika ve Batı Medeniyeti, bizim ve bizim gibi sâir Âdemoğulları-nın başına getirdikleriyle bütün beşeriyyet için ve kelimenin bütün anlamlarıyla tam bir 'derd' oldu. Hiç şübhesiz ki bu 'derd'in devâsı, Peygamber Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem'den rivâyet edilen şu hadîste mündemictir:
«Allah, indirmiş olduğu her derd için mutlaka bir devâ da indirmiştir. Onu bilen bilmiştir, bilmeyen de bilmemiştir.»
İşte bu eserde o 'devâ'nın özelliklerini teşhîse ve buna bir katkıda bulunmaya gayret ettim. Umulur ki Allah Teâlâ bizleri ve geçip-gidenlerin izinden yürüyecekleri bu 'devâ'yı bilen kimselerden eyler. Olur ki ümmetimizi ve onu müteâkiben bütün beşeriyyeti -Amerika ile müttefiklerinin sebebiyet verdiği- bu 'derd'den kurtarmaya vesîle oluruz. Olur ki özel anlamda Müslümanlara, genel anlamda ise bütün insân oğullarına reva gördükleri zulme ve onlara yaşattıkları acılara bir son verebiliriz de Allah'ın izniyle bu bir şifâ olur.
Bu makalede yer alan görüşler yazara aittir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.