Şunu unutmayalım ki İslâm tek hak dindir. İslâm, Allah Teâlâ'nın gönderdiği gibi varlığını korumaktadır. Hiçbir değişikliğe uğramamıştır. Allah'ın kemale erdirdiği[1] bu dinin dışındaki hiçbir din Allah katında makbul değildir.[2]
Peygamberlerin getirdiği bütün dinlerin adı İslâm'dır. Bu bağlamda şu tespit çok önemlidir: Allah'ın peygamber gönderme lütfu, Hz. Âdem'le başlamış ve Hz. Muhammed (s.a.v.)'le de sona ermiştir. Hz. Âdem'den Hz. Muhammed (s.a.v.)'e kadar gelen tüm dinlerin ortak adı İslâm'dır.[3] Yahudilik ve Hıristiyanlık, Hz. Musa (a.) ve Hz. İsa (a.)'a gelen dinlerin aslı bozulduktan sonra ortaya çıkan muharref yapılarının adıdır. Allah'ın (c.c.) gönderdiği hak dinin orijinal adları değildir. Allah(c.c.), Yahudilik ve Hristiyanlık adında bir din göndermemiştir. Bunlar, "Tevhidin içerisine zulmün/şirkin karışmasıyla"[4] oluşmuş bidat dinlerdir.
Yahudilik ve Hristiyanlığın kurucuları insanlardır. İlk dönem âlimlerden Hasan el Basri konuyla ilgili şu açıklamayı yapmıştır: "Yahudilik ve Hristiyanlık bidat dinlerdir, Allah Teâlâ tarafından gönderilmiş dinler değillerdir."[5]
Tevrat'ın Hz. Musa'ya nüzul döneminde Yahudilik, İncil'in Hz. İsa'ya nüzul döneminde de Hristiyanlık diye bir şey yoktu.[6] Taberi'nin deyimiyle, İsrail Oğulları Allah'ın hak dinini değiştirmişler ve Hz. İsa'ya gönderilen dine muhalefet ederek Hristiyanlaşmışlar ve Yahudileşmişlerdir.[7] Hz. Musa'ya gelen İslâm unutulduktan sonra İsrail Oğulları arasında Yahudilik dininin oluşması beş yüz yıldan fazla bir süreçte gerçekleşmiştir. Hz. İsa'ya gelen İslâm'ın değiştirilerek Hıristiyanlık dininin oluşturulması ise iki yüz yıldan fazla bir zamanda olmuştur.[8]
Kur'an yüzlerce ayette Yahudi ve Hristiyanları tanıtarak Allah'a ihanetlerini anlatmakta ve dinlerine yaptıkları eklemelerden ve çıkarmalardan bahsetmektedir. Allah Teâlâ, Kur'an'da, dinin özüne yapılan bu ekleme ve çıkarmaların küfür olduğunu bildirmiştir. Böyle bir açıklamanın sebebi, Müslümanlar üzerinde kâfir grupların velayet ve emaret haklarının olmadığını Müslümanlara hatırlatmaktır.
Küfür ehli oldukları için Yahudi ve Hristiyanların Müslümanlar üzerine yönetici atanmaları caiz değildir. Fakat küfrü tarihsel bağlama çekerek bizatihi Yahudi veya Hristiyan ile sınırları daraltmamak gerekir.
Küfrün bu gruplarıyla beraber müşriklerin hiçbir türünün; materyalist, kapitalist, sosyalist, pozitivist, ateist, nihilist, deist, seküler vb. inanca sahip kimselerin Müslümanlar üzerinde yöneticilik hakları yoktur. Bu hüküm Müslümanlar tarafından içselleştirilmelidir. Siyasetin olmazsa olmazı hâline getirilmelidir. Neticede Müslümanlarda meydana gelen şuur hâli, ideolojiler dâhil hiçbir şirk grubunu ümmetin tepesine taşımamalıdır. Müslümanlar meşru şekilde bu yanlışlığı veya kötü gidişatı engellemelidirler. En azından siyasal belirleyicilikte imandaki kemâl ve bütünlük tercih sebebi olmalıdır.
Zaman zaman ülkemizdeki, "Dinin siyasetten uzak tutulması" veya "Kimseyi inancıyla ötekileştirmeyin" teraneleri, Müslümanlığa bağlı bir siyasal tercih sebebiyle sistemin tükenmesi söz konusu olabilir endişesidir.
Şunu açıkça belirtelim ki her kâfir; İslâm'ı bir dünya görüşü olarak kabul etmeyen birisi Müslüman için ötekidir. Bunu Allah beyan etmiştir. Beyan ettiği için onlara; "kâfirler", "müşrikler", "dehriler", "Yahudiler", "Hristiyanlar", "münafıklar", "ehl-i kitap" diye dini kimlikleri üzerinden hitap etmiştir. Fakat Müslümanlar, farklı dini kimlikleri var diye onlara zulüm yapmazlar, Allah Teâlâ'nın belirlediği hukuk çerçevesinde muamele ederler. Çünkü dinimize göre zulüm herkese haramdır.
Yukarıdaki geçen tırnak içi önermeler oyunu kuranların tuzak cümleleridir. Zaten dünya sisteminin oyununu bozacak olan sadece İslâm'ın siyasette belirleyici olma durumudur. Bu anlayış şayet gönüllerde kökleşerek hak ile batılı birbirinden ayıracak seviyeye gelmez ise kâfirlerin Müslümanları aldatma vasıtalarından ve Müslümanların da çabuk kanma yollarından olan İslâmizasyon politikaları devreye sokulacaktır.
İslâmizasyon politikaları Müslümanları siyasette kandırabilmek ve dünya sistemine rahat nefes aldırabilmek için kâfirlerin bir oyunudur. Ülkemizde de en çok denenen oyun budur. 1980'den sonra Emperyalizmin ülkemizdeki milli politikası İslamizasyondur. Kanaatimize göre 1940'lardan sonraki kitlesel sağ iktidarlar da İslamizasyon politikalarının oyunudur. Oyunun sonunda verilen karara göre, artık bu ülkede ateist, baskıcı, militarist ve mutlak seküler politika yerine deist politika revaçta olacaktır. Allah'a inandım deyip İslâm'ı tarihe mahkûm edip vahyi hesaba katmayanların politikası, deist politikadır. Bize göre deizm ilk önce kurumsal anlamda siyasette başlamıştır. Okullardaki deist tercihler, siyasal deizmin iktidarlarıyla yüz bulmuştur.
Tekrar İslamizasyon politikalarına dönersek... Milletimizin dine açmış olduğu krediden dolayı da islamizasyon politikaları ülkemizde tutmaktadır. Bu aldatılmışlık nedeniyle rahmetle anmadığımız taşeron işbirlikçi neredeyse kalmadı. Dünyada bu oyuna gelmeyen Müslüman bireyler vardır ama kolektif bir yaklaşımla bu oyunu bozamadık. Buna bağlı olarak, siyasetin yörüngesini biz tayin edemedik. Oyunu bozamayışımızın nedenlerinden birisi de tekliften kaçan ve konforu tercih eden sözüm ona Müslümanların, dünya sisteminin güdümündeki bu siyasal organizasyonun işlerine gelmesidir. Gavur gibi yaşayıp Müslümanlık iddiasında bulunmanın sorgulanamayışıdır. Çünkü bu politikaların etkin olduğu yerlerde rahatı tercih eden paramatik adamlar dünya finans sisteminin birer parçalarıdırlar ve işleri de yolundadır. İşleri yolunda ve tuzları kuru olan rahat adamlar kitleleri bir şekilde aldatmaktadırlar. Tuzu kuru adamlar hiçbir zaman risk almazlar. Liberalizmi hayat tarzı kabul edip muhafazakârlıkla soslayan bu zevatı, dinin ritüel alanındaki bazı uygulamaları yerine, siyasetteki liberal tercihleriyle itikadi bir değerlendirmeye alıp ondan sonra rotayı belirlemeden Müslümanlar için gerçek anlamda varlık alanları bulmak imkânsızdır.
Müslümanların vahyi referans aldıkları süreçte küfrü açık insanları iş başına getirmedikleri malumdur. Buna rağmen ameli veya adaleti nakısalarla dolu birçok kişi ise yönetimin tepesine kadar gelmiştir. Fasık ve zalim yöneticiler Müslümanları maalesef yönetmişlerdir. Fakat kimse aleni bir küfürden bahsedememiştir. Müslümanlığın gelişme süreçlerinde idaredeki kimseler kendilerini daha da dindar göstermişler veya göstermek zorunda kalmışlardır. Bunun sonuçları tartışmaya açık olmakla beraber bir realitedir.
Bilinmesi gereken ve Müslümanlara layık olan, yöneticilerinin Müslümanlıklarının tam olmasıdır. Sadece iman ettiğini söyleyip imanlarının gereğini Kur'an ve Sünnet'e göre anlamlandırmayan kimseler gerçek Müslüman olamazlar. Sormak lazım, hangi amelsiz Müslüman (!) imanını muhafaza edebilmiştir? Aksini savunan var mı bilemeyiz. Müslümanlıktan kasıt, kâmil bir iman ve bu imana bağlı vahyi hayatın genişlik alanlarında samimiyetle uygulamaktır. Hayatın tüm sorunlarına Kur'an ve Sünnet'ten çözümler aramak gerçek Müslümanlıktır. Hayatın her alanında İslâm'ın bir şey söylediğine iman etmek ve söylenenleri ümmetle paylaşmak Müslümanlığın gereğidir. Hayatın çeşitli alanlarını kesin çizgilerle ayıran ve dinin sadece ibadet alanıyla ilgili söyleminin olduğunu iddia edip sosyal, siyasi, hukuki, iktisadi ve eğitim alanlarını vahiy dışı görüşlere tahsis edenler kitaplarını parçalayan sapıklardır. Allah'ı yaratıcı kabul edip hayatın genişlik alanından uzaklaştırmak isteyen deistlerdir.
Felsefi dilde farklı anlamları olsa da Kur'an'a göre vahyin tamamını hayata katmayanlar müşriktirler. İlahi iradeyi ve emirleri belirli alanlara tahsis edip belirli alanları rasyonaliteye veya başka felsefi düşüncelere devretmek gerçek şirktir. Tevhidin karşıtıdır. Her ne kadar din anlayışı ve bilgisi derinleşmeyen insanlar Müslümanlıkla ilgili yüzeysel değerlendirmeler yapsalar da gerçek Müslüman olmayanlar Müslümanları yönetmemelidir. Bu söylem dinin söylemidir. Zira İslâm'da kesin kural şudur: "Müslümanlara müşrik bir kişi devlet başkanı/imam olamaz."[9] Hiçbir kâfirin Müslümanlar üzerinde velayet hakkı yoktur. Biz hakkı söyleyelim ki hakka talip olanlar bulsunlar.
[1] Bak: Maide 5/3
[2] Bak: Âl-i İmran 3/85
[3] Bak: Bakara 2/130, 131, 133, 136; Âl-i İmran 3/52, 67; Yunus 10/71-72
[4] Bak: En'am 6/82; Hakim,Müstedrek, Had. no: 3648, c. II, s. 487.
[5]El-Basri, Hasan, Tefsir, c.I,s.37.
[6] Maturidi, Te'vilât, c. IV, s. 321.
[7] Taberi, Ebu Cafer, Cami'u-l Beyan,c.XI,s.690.
[8] Konuyla ilgili detaylı bilgi için bak: Bir Hristiyan Dogması Teslis, Mehmet Bayraktar, Ankara okulu Yay, Ankara, 2007.
[9] Ferra, mean'i-l Kur'an, s. 76.
Bu değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.