Sevdiğim bir söz var.
"Tarih değil, hatalar tekerrür eder." derler.
Son birkaç gündür İslam aleminde yaşanan olayların ardından bu sözü bir kez daha hatırladım.
Lübnan Hizbullahı lideri Hasan Nasrallah'ın ölümünün ardından, ismi onun ismini andıran, akıbeti de kendisine benzer olan bir isim aklıma geldi: Cemal Abdunnasır.
Abdunnasır 1918 yılında Mısır'ın Akdeniz kıyısındaki İskenderiye kentinde doğdu. Gençliğinden itibaren Arap milliyetçisi fikirlerin sıkı bir takipçisi oldu. 1937 yılında askeri okula girdi ve zaman içerisinde yükseldi. 1948 yılında İsrail'e karşı gerçekleştirilen savaşta, Mısır ordusunun 6'ncı Piyade Tugayı Kurmay Subayı olarak yer aldı. 1952 yılında gerçekleştirilen darbenin önemli isimlerinden biriydi. 1954 yılında darbeci arkadaşı Muhammed Necib'i devirdi ve 1956 yılında resmi olarak Mısır'ın başına geçti. Aynı yıl Süveyş Kanalı'nın millileştirilmesinin baş kahramanı oldu.
Laik ve Arap milliyetçisi fikirleri benimsemekle kalmayan, aynı zamanda halkına da dayatan Abdunnasır, İslam'la ve Müslüman halkla şiddetli bir çatışma içerisindeydi. Müslümanları zindanlara doldurup zulmetti ve katletti. İslam'ın değerleriyle ve Müslümanlarla açıkça alay etmekten çekinmedi.
Arap aleminde İsrail karşıtlığı ve Arap milliyetçiliği yükselirken Abdunnasır zamanla hem Mısır hem de Arap alemi için bir kahraman, hatta bir put halini almaya başladı. Abartıldıkça abartıldı. İsrail'e karşı mücadelenin, Arap ve İslam dünyasının beklenen birliğinin sembolü olarak görüldü. Kendisi de bu ününü gayet iyi kullandı. Hararetli konuşmalarla ve sembolik davranışlarla kendisine yönelik bu ilgiyi daha da artırdı.
Nihayetinde Abdunnasır'in ününü bitirecek olan 1967 yılı geldi çattı. Abdunnasır, yıllardır abarttığı gücünü, haşmetini savaş alanında nihayet sergileyecekti. 5 Haziran 1967 günü başlayan savaş yalnızca 6 gün sürdü. 10 Haziran günü savaş bittiğinde Mısır ordusu hezimete uğramış, İsrail Gazze Şeridi'ni ve Sina Yarımadası'nı işgal etmiş, Mısır'ın gücünü tamamen dağıtmıştı. Mısır'ın Arap milliyetçiliği tesirindeki diğer müttefikleri, yani Suriye, Irak ve Ürdün de büyük bir hezimete uğradı. İsrail Ürdün'ün elinden Batı Şeria'yı, Suriye'nin elinden Golan Tepeleri'ni aldı.
Savaşın daha ilk günlerinde İsrail, Abdunnasır'ın "haşmetli" ordusunu büyük ölçüde hezimete uğramıştı. Yüzlerce Mısır savaş uçağı daha savaşa bile giremeden, hangarlarda yok edildi. İşi daha da ilginç kılan, Mısır'ın savaş boyunca yaptığı propagandaydı. Alınan ağır darbelere rağmen Mısır radyoları sürekli olarak savaşın kazanıldığı, Mısır ordusunun ilerlediği propagandası yapıyordu. Ancak propagandalar gerçeği değiştirmedi. Arap rejimleri kalıcı olarak hezimete uğradı. 1973'teki savaşla beraber Arap rejimlerinin İsrail ile savaşması defteri de kapanacak, seküler Arap milliyetçiliğinin "İsrail'e karşı direniş" zihniyetine önder olarak görülmesi süreci de sona erecekti.
1967 savaşının ardından işler Abdunnasır için hiç iyi gitmedi. Savaş öncesindeki şanını ve şöhretini kaybeden Abdunnasır, 9 Haziran günü önce Mısır'ın savaşı kaybettiğini, ardından da görevinden istifa ettiğini halkına açıkladı. Abdunnasır putu 5 gün içerisinde tamamen yıkılmıştı. İstifası tam anlamıyla kabul görmeyince görevde kaldı fakat artık etkisiz ve güçsüz bir isim olarak görülüyordu. Bu dönemde eski ününü geri kazanmak için İsrail'e karşı Yıpratma Savaşı'nı yürütmek ve Filistinli gerillalara destek olmak gibi girişimlerde bulunsa da başarılı olamadı. "Filistin meselesinin liderliği" payesini Yaser Arafat'a kaptırmıştı. Arafat da 1980'lerin sonuna kadar bu payeyi taşıdı, ancak onun sonu da Abdunnasır'dan pek farklı olmadı.
Abdunnasır'ın Müslüman halkına karşı izzetli, İsrail'e karşı ise zelil yaşantısı, 28 Eylül 1970 günü bir Arap Birliği zirvesinin son günü geçirdiği kalp krizi neticesinde son buldu. Öldüğünde eski ününden eser kalmamış, şöhreti büyük ölçüde çökmüştü.
Bir başka Abdunnasır
Nasrallah, inişli çıkışlı yaşantısıyla bir başka Abdunnasır gibiydi.
1960 yılında, Lübnan'ın başkenti Beyrut'un Burc Hammud bölgesinde doğdu. 1967 yılında Abdunnasır'ın sonunun başladığı süreçte kendisi daha 7 yaşındaydı. 1975'te Lübnan İç Savaşı başladıktan sonra kısa bir dönem Şii Emel Hareketi'ne katıldı. Ardından önce Bekaa Vadisi'nde, daha sonra 1976 yılında Irak'ın Necef kentinde dini eğitim gördü. 1970'lerin sonlarında Lübnan'a geri döndü ve bu dönemde İran'ın kurduğu Hizbullah'a katıldı. İlerleyen yıllarda İran'ın Kum kentindeki Şii havzasında dini eğitim aldı. Bu dönemlerde, İran'daki Şii rejimi kuran Ali Hamaney'in kurguladığı Velayet-i Fakih ideolojisinin önemli bir taraftarı oldu ve bu ideolojinin yayılmasında rol oynadı. Velayet-i Fakih, bölgede yayılma hususunda Abdunnasır'ın seküler Arap milliyetçiliği gibi bir seyir izledi. Şii kesimlerce benimsenmesinin yanı sıra Sünni topluluklar içerisindeki İslamcı kesimlerin bir kısmında da yankı buldu. Nasrallah zaman içerisinde yükseldi ve 1992 yılında Hizbullah'ın lideri oldu. 2000 yılında İsrail'in Güney Lübnan'dan çekilmesi ve 2006 yılındaki Temmuz Savaşı'nda ün kazanarak İslam alemi genelinde popüler bir figür oldu.
Ta ki 2011 yılındaki Suriye Savaşı'na kadar...
Nasrallah, 2011 yılında başlayan Suriye Savaşı'nda Esed rejiminin en büyük destekçilerinden biri oldu. İran talimatıyla binlerce savaşçısını Suriye'ye gönderdi. Hizbullah'ı Suriye'de savaşma hususunda teşvik eden isimlerin başına geliyordu. Burada Hizbullah sivillere yönelik sayısız katliama imza attı. Esed rejimi çöküşün eşiğindeyken rejime kan pompaladı. Rusya ve İran'ın da desteğiyle Esed rejimini hayatta tutan önemli bir güç oldu. Bu süreçte on binlerce Müslüman sivili katletmekten çekinmedi. Hizbullah bunları yaparken Nasrallah da sürekli olarak Suriye'yi kendisine gündem ediyor, Şiileri burada savaşa teşvik ediyordu. Bu paralelde Lübnan'daki Ehli Sünnet halka yönelik baskı ve saldırıları da arttı.
Hizbullah, 2015 yılına gelindiğinde İran ve diğer Şii milislerle birlikte darbe üstüne darbe yiyordu ve büyük bir hezimetin eşiğinde bulunuyordu. Rusya'nın Suriye'ye müdahalesi süreci tersine çevirmemiş olsaydı Hizbullah için sonun başlangıcı daha erken olabilirdi.
Nihayetinde Nasrallah, 1990'lardan itibaren İslam aleminde kazandığı şöhreti Suriye'de birkaç sene içerisinde yok etti. Kendi deyimleriyle "vahdet" düşüncesinin kahramanı olmak yerine, yalnızca Şiilerin ve İran'ın Velayet-i Fakih teorisine iman edenlerin sevdiği bir figür olmayı tercih etti.
7 Ekim 2023 tarihinin ardından şöhretini yeniden kazanma fırsatı elde eden Nasrallah bu süreci iyi kullansa da İran ve Hizbullah'ın İsrail karşısındaki etkisizliği sebebiyle bu fırsatı değerlendiremedi. Nihayetinde, tıpkı Abdunnasır gibi birkaç günlük süre içerisinde, kendisi de dahil olmak üzere örgütünün tüm üst düzey isimleri İsrail saldırılarında öldürüldü. Abdunnasır figürü gibi Nasrallah figürü de tarihin sayfalarında yerini aldı.
Zafere giden yol
Müslümanlar açısından bu iki örnekte dikkat çeken ortak bazı hususlar var.
- Güç hırsı peşinde olmak ve gücü elde etmek için hiçbir ilke tanımamak.
- Zaferi sembolizm ve propaganda ile elde etmeye çalışmak. Elbette bu girişim Abdunnasır'ın işine yaramadığı gibi Nasrallah'ın da işine yaramadı.
- Filistin meselesini söyleminin odağına koyarak kendi çıkarlarını yürütmek, bu meseleyi bir kalkan olarak kullanmak.
- "Filistin'i kurtarma" yolunda kullanılan usul ve inançlardaki bozukluk.
- Bu doğrultuda Müslüman halklara zulmetmek ve geniş kapsamlı katliamlar yapmak. Abdunnasır, Mısır'ı ıslah etmek için çabalayan on binlerce Müslümanı katletti, hapsetti ve işkencelerle yıldırmaya çalıştı. Nasrallah da benzer şekilde Lübnan ve Suriye'de yüz binlerce Müslümana aynı şeyi reva gördü. Abdunnasır, Seyyid Kutub gibi öncü şahsiyetleri idam etti. Nasrallah ise Kutub gibi onlarcasına aynı şeyi yaptı. Her ikisi de bunu "Kudüs yolunda" ve "birlik sağlamak amacıyla" yaptıkları propagandasını yürüttü.
Tüm bunlar bizlere Filistin'i kurtarmanın yolunun Allah azze ve celle'nin emirlerine sımsıkı bağlı kalarak mücadele etmekten geçtiğini gösteriyor. Filistin'i seküler Arap milliyetçisi düşünce kurtaramadığı gibi Şii Velayet-i Fakih düşüncesi de kurtaramayacaktır. Seküler, demokratik ulus devletlerin peşinde koşmanın böyle bir şeyi asla başaramayacağı da açıktır.
Filistin'i kurtarmanın yolu sahih bir İslami inançtan, samimi bir niyetten geçer. Müslümanların kanlarını dökenler, İslam ve Müslümanlar ile alay edenler bunu yapamazlar. Şüphesiz İslam aleminden daha çok Abdunnasır'lar, çok Nasrallah'lar gelip geçecektir. Fakat hiçbiri bizleri bu zilletten kurtaramazlar. Zira:
"Şüphesiz Allah, müfsidlerin amellerini ıslah etmez (başarıya ulaştırmaz.)" (Yunus, 81)
Allah'tan niyazımız bizleri, Filistin'i siyonist işgal kıskacından kurtarmak üzere sahih inançları kuşanmış olan ve ellerinde Müslüman kanı bulunmayan, gerçek mücahidlerden eylesin.
Bu değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.