Ali Değirmenci'nin yazısı:
“Batılı Kabillerin yeryüzünü bürüyüşü” olarak niteleyebileceğimiz sömürgeciliğin, 19. yüzyılda yeni bir evreye girdiğini ve “İslam dünyası” diye tâbir edilen coğrafyayı da işgale yöneldiğini biliyoruz. Etkileri günümüzde de çeşitli biçim ve izleklerde devam eden bu olgunun tarihe, coğrafyaya, doğaya olumsuz müdahalesi kadar “insan” olmanın adeta genetiğini de bozduğu, kütlesel ve süreğen bir “yoldan çıkış” öyküsü yarattığı kesindir. Bu dönemi belirleyen temel etken, henüz bağımsız olan alanların hızla kapışılması, Afrika’nın hemen tümüne, Asya’nın oldukça önemli bölümüne ve çok sayıda Pasifik adasına el konarak dünyanın paylaşılmasının tamamlanmasıydı. 1914’e gelindiğinde sömürgeci devletler, sömürgeleri ve eski sömürgeleri; yeryüzünün yaklaşık yüzde 85’ini kaplıyordu. Doğrudan sömürgeleştirmenin yanı sıra nüfuz alanları, özel ticaret sözleşmeleri ve alacaklı ülkelerin borçlu ülkelere kabul ettirdiği ağır koşullar, Osmanlı Devleti, Çin ve İran gibi görece büyük ve dirençli kapitalizm öncesi toplumları bile “yarı sömürge” konumuna itiyordu. Almanya, ABD, Belçika, İtalya ve ilk Asyalı sömürgeci ülke olarak Japonya’nın da pay almaya kalkışmaları yeni emperyalizmin niteliğini belirledi. Yeniden paylaşım talebi, belli başlı sömürgeci ülkeler arasındaki diplomatik çekişmeleri ve savaşları yeniden canlandırdı. Yeryüzünün birçok bölgesinde art arda irili ufaklı çeşitli savaşlar yaşandı. I. ve II. Dünya Savaşı’nın temelinde de bu sömürgeci ve emperyal çekişmeler vardı. Milyonlarca insan öldü, tarifi imkânsız büyük acılar yaşandı. Bu arada hem Batı’nın gönüllü köleliğine soyunan ve kendi halkıyla didişen kişi, öbek, anlayış ve devletçikler hem de sömürgecilere karşı mücadele veren halk hareketleri görüldü.
Sömürgeciliğe karşı gelişen direniş ve savaşımların önemli bir bölümünde, İslami direniş hareketlerini görmek mümkündür. Bunlar hakkında derli toplu bir döküme, düşünsel birikime, müslümanlar eliyle çatılmış etkili bir bellek inşasına sahip değiliz ne yazık ki. Birçok alanda daha işin başında olduğumuz söylenebilir.
19. yüzyıl İslami direniş hareketleri içerisinde ayrıcalıklı bir yeri olan Senusi Hareketi ile bu hareketin 20. yüzyıl başında mücadele veren “efsanevi” öncülerinden, askeri ve siyasi liderlerinden olan Ömer Muhtar’ı bir vesileyle çoğumuz duymuşuzdur. Fakat bu hareketin ve Ömer Muhtar’ın, İtalyan faşist işgal kuvvetlerine ve sömürge yönetimine karşı destansı direnişi konusunda Türkçeye de aktarılmış yeterli bilgiye, kaynağa, yayına sahip değiliz.
Geçtiğimiz günlerde Ekin Yayınları tarafından basılan Ömer Muhtar / Libya’nın İşgali ve Direniş adlı kitap, bu anlamda önemli bir boşluğu doldurmaya aday. İtalyan işgaline karşı direnişin sembolü haline gelen ve 16 Eylül 1931’de idam sehpasında şehadete yürüyen Ömer Muhtar’ın işgal süresi boyunca gösterdiği direnişe, esir edildikten sonraki mahkeme süreçlerine ve yine bu süreçlerin İtalyan kamuoyunda yarattığı tepkilere dair önemli bilgiler içeren kitap, aynı zamanda içeriden bir gözlem ve eleştiriyi de içermesi yönünden değerli. Islah ve ihya çabalarının bir parçası sayılabilecek nitelikler taşıyan ve bizde daha çok Ömer Muhtar adıyla özdeşleşen Senusi Hareketi’nin son derece kısıtlı imkânlarla nasıl zorlu bir pratiği bayraklaştırdığını İtalyan yazarlardan okuma imkânını yakalıyoruz bu sayede.
Hakan Demirhan tarafından çevrilen 304 sayfalık kitap; Enzo Santarelli, Giorgo Rochat, Roman Rainero ve Luigi Goglia adlı 4 yazarın dört uzun ve önemli makalesinden oluşuyor. Kitabın başında, Mustafa Yılmaz’ın “Senusî Hareketi ve Ömer el-Muhtar” başlıklı bir takdim ve tanıtım yazısı var. Önemli eklerle, gazete haber ve yorumlarıyla zenginleştirilen kitabın sonunda yine Mustafa Yılmaz’ın arşivinden yararlanılarak hazırlanan ilgi çekici ve belge niteliğindeki fotoğraflar yer alıyor.
Her biri küçük bir kitapçık, bir dosya değeri taşıyan yazıların, konuyu bir kronoloji eşliğinde tahlil etmesi ve yorumlaması da bütüncül bir fotoğrafa ve tarihsel tanıklığa ulaşmamızı kolaylaştırıyor.
İlk yazı, Libya’nın Sömürgeleştirilmesi İdeolojisi başlığını taşıyor ve daha çok faşizm, İtalyan sömürgeciliği, Müslümanların direnişi gibi konular üzerinde duruyor. Bu bölümde, General Graziani hakkında da ayrıntılı açıklamalar, yorumlar var. Graziani’nin; sömürgelerde eğitilmiş kumandanların en tecrübelisi ve en katısı olduğunu öğreniyoruz söz gelimi. “Sömürge tutkunu” bu adamın; Balkanları ve Türkiye’yi de gezip gördüğünü, Kafkaslarda bulunduğunu ve hatta sonraları Cirenaica Pacificata adlı bir kitap yazdığını belirtiyor bölümün yazarı. Graziani’nin kitabından, Ömer Muhtar’ı anlatan şu cümlelerin de aktarıldığına tanık oluyoruz: “Ömer Muhtar, hazırcevap ve kıvrak bir zekâya sahipti. Dini konulara hâkimdi. Enerji dolu, atılgan, özverili, tavizsiz bir doğası vardı. Senusi halkının en önde gelenlerinden birisi olmasına rağmen dindar ve fakir kalmıştı. Bize karşı hep düşman oldu. …”
Berka Bölgesindeki Direnişin Bastırılması başlıklı ikinci kısımda; 1920’li yıllarda devam eden saldırılar, direnişler, ateşkesler ve 30’lu yılların başında bölgeye gelen General Graziani’nin cezalandırma politikası, gerillaların yaşadığı zorluklar, toplama kampları, Ömer Muhtar’ın yakalanması ve öldürülmesi gibi ayrıntılar üzerinde duruluyor.
Üçüncü bölüm / yazı, Libya’nın Faşist İşgali Bağlamında Ömer Muhtar’ın Yakalanması, Yargılanması ve Ölümü adını taşıyor. Çarpıcı bilgi ve ayrıntılara yer verilen yazıda sorgulama ve mahkeme safahatını, bu esnada yaşanan düşkünlük ve gerilimi, isnat edilen suçları görebiliyoruz. Bu bölümde yer alan ve “Korkaklar Bir Kahramanı Nasıl Sorgular?” başlığını taşıyan kısım özellikle dikkat çekici. Bingazi Bölge Hapishanesi’ndeki sorgu tutanaklarını içeren bu bölüm, tarihî bir vesika niteliğinde. 74 yaşındaki Ömer Muhtar’ın sakin, kısa ve vakarlı cevaplarını, açıklamalarını okurken o salondaymış gibi heyecanlanıyor insan.
İtalyan Medyasında Ömer Muhtar’ın Yakalanması, Yargılanması ve Ölümü başlıklı dördüncü ve son bölüm, adından anlaşıldığı gibi, yargılama ve idam konusunun hem sömürge basınındaki hem de İtalya’daki ve diğer Avrupa ülkelerindeki faşizm karşıtı basındaki yankıları, yansımaları üzerinde yoğunlaşıyor. Paris’te yayımlanan sosyalist L’Avanti gazetesinin, Ömer Muhtar’ın idamından on gün sonra çıkan nüshasında yer alan haber ve yorum ise dikkat çekici. Şimdilerde İslam’a, İslamî değerlere, Müslüman öncülere ahlaksızca ve alçakça saldıran Charlie Hebdo gibi Fransız dergi ve gazetelerinin aksine şu hakkaniyetli cümlelere rastlıyoruz bu yazıda: “… Ömer Muhtar da şehit düştü. Evet, yeni bir şehit, çünkü dava bizim davamız olmasa da o, ortak düşmanımızın bir kurbanı. O, ülkesini faşist katillerden kurtarmak için öldü. İnsanların sistematik biçimde katledilmesi, çocukların İtalya’ya kaçırılıp Katolik köle yapılması, binlerce Arabın sahillerde açlıktan yavaşça ölmeye terk edilmesi, Arap reislerin Kara Gömlekliler tarafından eğlence için uçaktan atılması gibi şerefsizliklere karşı Ömer Muhtar, bir grup gencin öncülüğünü yaparak muharebe alanında kahramanca mücadele etti. Daha sonra esir alınarak sırf karikatürden ibaret o mahkemeye sürüklendi. Ve orada başı dik olarak faşizmin o iğrenç yüzüne, bitmek tükenmek bilmeyen nefretini haykırdı. O bir kahraman olarak öldü. Yaşasın yeni şehit. Gelin, onu Hesap Günü’ne kadar analım.”
Alanında önemli bir boşluğu dolduran; Libya’nın İtalyanlar tarafından işgali, direnişin mahiyeti, Ömer Muhtar portresi ve konunun çeşitli yankılarıyla ilgili bilgilere ulaşmamızı sağlayan bu önemli kitabı okuyucuya ulaştıran Ekin Yayınları’na ve kitabın çevirisinde, düzenlenmesinde emeği geçenlere teşekkür ediyoruz.
Bu makale Dünya Bizim sitesinden iktibas edilmiştir.