Pakistan'da siyasi kriz: İmran Han'dan neden kurtulmak istiyorlar?

Peter Oborne

Başbakan, 2018’de göreve geldiği günden beri hem dahili hem de harici saldırılara karşı savunmasız bir pozisyondaydı.

Başbakan İmran Han’ın, hükümetinin güvenoyu alamayacağı ihtimali nedeniyle Pakistan meclisini feshetmesi küresel çapta şaşkınlık ve şok yarattı.

Bu hamleye şaşırılması aslında ilginçtir. Şahsen yirmi yıldan fazladır Pakistan’daki siyasi ortam hakkında haber yapan bir gazeteci ve bu ülkeden uzun süredir yeni şeyler öğrenen ve Pakistan’a muhabbet besleyen birisi olarak şunu üstüne basarak belirtiyorum ki insanları asıl şok etmesi gereken nokta Pakistan’da bir siyasi krizin patlak vermesi değil, böyle bir krizin neden bu kadar geç kaldığıdır.

Pakistan’da demokratik yollarla seçilerek başa gelen liderlerin çok azı siyaset sahnesinde kalabilmiştir. Ülkenin kurulmasından bu yana İmran Han’dan önce görev yapan hiçbir başbakan normal görev süresini tamamlamayı başaramamıştır.

İmran Han sıradan bir başbakan değildir. Kendisi üstün bir cesaret örneği göstererek farklı cenahların yerleşmiş çıkarlarına meydan okumuş, yozlaşmanın kökünü kazımak için çalışmış ve yeni ve bağımsız bir dış politika oluşturabilmiş bir isimdir. 

Tabi tüm bunlar yol boyunca çok sayıda düşman edinmesini de sağladı. Kimi harici kimi dahili olan bu düşmanlar bugün kendisinin kellesini almaya geldi.

Halihazırdaki cepheleri analiz etmeye başlamadan şunu anlamak çok önemlidir ki İmran Han kuruculuğunu yaptığı Pakistan Tahrik-i İnsaf (Pakistan Adalet Hareketi) 2018’de iktidara geldiği günden beridir saldırılara karşı savunmasız bir vaziyetteydi. Han’ın beklediği üzere mecliste çoğunluğu elde edemedikleri için daha yolun başında bir koalisyon hükümeti ile çalışmak zorunda kalındı.

Son birkaç ayda zaten güvenilmez olan bu koalisyon çöktü zira iyi zaman dostları farklı farklı düşmanlara ve bazı haberlere göre de Amerikalı diplomatların el altından cesaret vermesine ve rüşvetlere kendilerini teslim ettiler.

Daimî zayıflık

Bir politikacı olarak Han’ın çok güçlü yanları mevcut olmasına rağmen Pakistan siyasetinin doğası gereği kendisi daimî bir zayıflıktan da mustariptir. Kendi doğasına ve şahsi olarak İslam dininin ilkelerine bağlı bir adam olmasından ötürü, yozlaşmış birisi değildir. Bu erdem, mesele Pakistan siyaseti ise sadece nadir değil aynı zamanda sahibine büyük dezavantaj getiren bir sıfattır.

Han’ın dürüstlüğü kendisini, başarılı diğer birçok Pakistanlı siyasetçi için artık benliklerinin bir parçası haline gelmiş kokuşmuş metotlara uygun birisi olmaktan alıkoymaktadır. Geçtiğimiz hafta sonu düşmanları onu tam alt ettiklerini düşünürken, bu durumla mücadele etmeyi tercih eden başbakan meclisi bir anda feshederek yeni seçimlerin önünü açtı. Bu karar, Han’ın Pakistan Müslüman Cemiyeti ve Pakistan Halk Partisi’ndeki rakiplerinin hiç beklemediği bir gelişmeydi.

Bu siyasetçiler o kadar şaşkına dönmüş olacaklar ki, Pakistan’ın geleceğinin halkın demokratik iradesi yerine karanlık odalarda üstüne el sıkışılan menfur anlaşmalarla belirlenmesi gerektiğini alçakça savunmaya başladılar. Bu yazıyı kaleme alırken, yakın dönemde sadece Pakistan’da değil diğer herhangi bir ülkede, derin bir kriz döneminde Han’ın yaptığı gibi halka dönülmesinin bir örneğini hatırlayamaya çalıştım ancak bunu başaramadım.

Benim kendi ülkem olan İngiltere’de bile, muhafazakârlar 90’lı yıllarda, İngiliz tarihinin en büyük başbakanlarından birisi olan Margaret Thatcher’ı yok etmek için kapalı kapılar ardındaki duman dolu odalarda komplo kuracaklarına seçime gitmeyi tercih etselerdi acaba bugün daha iyi bir durumda olmaz mıydık?

Yapılması gereken doğru iş bu olduğu gibi krizin çözümü de daha demokratik olurdu ki komployu kuranlar zaten bu yüzden bir seçim istemediler. Gizliden gizliye Thatcher’ın onlardan daha popüler olduklarını düşünüyorlardı ve bence bu düşüncelerinde haklıydılar.

Han’ı saf dışı bırakmak isteyenlerin başında gelen iki ana muhalefet partisinin liderleri Bilawal Butto Zardari veya Şahbaz Şerif’in çıkıp da halk oylamasına gidilmesinin neresinin yanlış olduğunu açıklayan bir beyanatına rastlamadım. Bu iki isim de biliyor ki İmran Han icraatları üzerinden mücadele edecek ve kendisinin eli itiraf etmekten çekindikleri kadar güçlüdür.

Ekonomik felaket

Özellikle de Şerif biliyor ki Han dört yıl önce göreve geldiğinde koca bir ekonomik kriz kendisine miras olarak kaldı ve bu krizin müsebbibi Şerif’in liderliğini yaptığı Pakistan Müslüman Cemiyeti dönemindeki berbat idari politikalardı. Son derece zeki ve entelektüel bir isim olan Şerif’in, İmran Han’ın başbakanlık koltuğuna oturduğu günden beridir mücadele etmekte olduğu devasa borç ve ekonomik kabiliyetsizliğin mimarının kendi partisi olduğunu adı gibi bilmemesi imkansızdır.

Kendisinden sonra gelen yeni lider karşısında boş bir hazine, iflas etmiş bir vergi sistemi ve iki ay dahi yetmeyecek bir döviz rezervi buldu. İmran Han, Pakistan’ın dış borçları ile başa çıkabilmek için enerji ve yakıt fiyatlarına büyük zamlar getirdi ki bu kararın yükünün çoğu fakir halka yüklendi. Vaziyet böyleyken halkın öfkelenmesi kaçınılmazdı. Zaten ben de İmran Han’ın ülkenin tüm sorunlarını çözdüğünü de iddia etmiyorum.

Ancak kendisi, özellikle Covid-19 salgını ile de uğraşmak kaldığı bir dönemde adil olmak gerekirse iyi bir iş çıkardı. Sadece Pakistan’ı değil genel olarak küresel ekonomiyi etkisi altına alan yüksek enflasyon nedeniyle rakiplerinin yaptığı gibi sadece İmran Han’ı suçlamak son derece haksız bir tutumdur.

Her ne denirse densin tüm bu zorluklara rağmen İmran Han, oturduğu koltuğa güven ve iyimserlik duygularını getirdi. Pakistan Halk Partisi’nin karizmatik kurucusu Zülfikar Ali Butto’dan bu yana uluslararası arenada İmran Han kadar ön plana çıkan bir varlığa sahip Pakistanlı lider olmadı.

Ali Butto gibi İmran Han da Pakistan’ı bağımsız bir devlet olarak şekillendirmek için uğraştı. Ali Butto lider olduğu dönemde, Muhammed Eyüp Han’ın uzun süren diktatörlüğündeki meşhur doymak bilmeyen Amerikan bağımlılığından Pakistan’ı uzaklaştırmıştı. İmran Han da bir yandan Çin ve Rusya ile ittifak ederek diğer yandan da İran, Malezya ve Türkiye gibi Müslüman ülkelerle iş birliği yaparak Ali Butto’nun yürüdüğü yolda devam etti. Fakat, kendisini destekleyenler dahi itiraf etmelidir ki İmran Han’ın bu politikası bazı noktalarda işe yaramasına rağmen bazen de iflas etti.

Suudi nüfuzu

Pakistan’ın içinde bulunduğu ekonomik buhran ülkeyi Suudi Arabistan ve Çin gibi birbirinden çok farklı idari prensiplere sahip iki ayrı tefeciye bağımlı hale getirdi. İmran Han’ın, Doğu Türkistan’daki Uygur Müslümanlarına yönelik zulme karşı açıkça konuşmamasının en büyük nedeni ülkesinin Çin’e olan bağımlılığıydı. Benzer şekilde kendisi, Suudi Arabistan liderliğindeki savaş nedeniyle yüz binlerce insanın hayatını kaybettiği Yemen’deki trajedi hususunda da sessiz kaldı.

Suudi Arabistan’ın Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın, İmran Han’ın neredeyse resmen banka müdürü olması gerçeği kendisini sadece Yemen değil birçok hususta konuşmaktan ve adım atmaktan alıkoydu. İmran Han, Türkiye ve Malezya ile İslami kimlik üzerinden bir ittifak kurmak için harekete geçtiğinde Muhammed bin Selman müdahale etmiş ve bu görüşmeler sonlandırılmıştı.

Zikredilmesi gereken önemli bir nokta da İmran Han’ın, kendisini insan haklarının dik duran bir savunucusu olarak gördükleri için destekleyen kesimi hayal kırıklığına uğratmasıdır. Gelinen noktada bu kesim İmran Han’ı, gazeteciler ve özgür basına yönelik saldırılara yol vermek ve kendisini Pakistan ordusunun gönüllü bir maşasına çevirmekle suçlamaktadır.

Keşmir hususunda ise İmran Han’ın göstermiş olduğu devlet adamlığı profiline ve barış sağlanması için yaptığı girişimlere rağmen Hindistan Başbakanı Narendra Modi bu yolu tıkamayı tercih etti.

İmran Han ayrıca Afganistan ile Pakistan arasında bağımsız bir hat tesis etti. Kabil’in geçtiğimiz ağustos ayında Taliban’ın eline geçmesinden bu yana Washington yönetimi ile Pakistan arasında Pakistan hava sahasının Amerikan uçakları tarafından sürekli ihlal edilmesi nedeniyle bir gerginlik oluştu. ABD’nin Afgan devletine ait fonları dondurması nedeniyle ülkedeki fakirlik ve açlığın giderilmesi için hayati öneme sahip ödeneklere erişim sağlanamaması hususunda ABD yönetimi ve İmran Han fikir ayrılığı yaşamaktaydı.

Bu nedenle, tıpkı Ali Butto döneminde olduğu gibi Washington kendisine karşı gelinmesine gayet öfkelendi ki Afganistan’da yaşadığı askeri mağlubiyet sonrası Washington bugün, Pakistan’ın kendisine bağlı bir devlet olmasına geçmişte hiç olmadığı kadar ihtiyaç duymaktadır.

Vasal devlet

Benim Londra’daki görüş açımdan baktığımda, İmran Han’ın ABD’nin kendisini koltuktan indirmek için çalıştığına dair iddialarının doğru olup olmadığı hakkında en ufak bir fikrim olmadığını söylemeliyim. Fakat, Pakistan tarihini çok az dahi bilen birisinin bu iddiaların yalan olduğunu iddia etmesi tabiri caizse absürt kaçar.

ABD, 1947’de bağımsızlığını ilan ettiği tarihten itibaren Pakistan’a hep emri altındaki vasal bir devlet gibi davrandı. O güne kadar devam eden 11 yıllık sivil idare, 1958 yılında CIA tarafından tertip edilen darbeyle acımasız Eyüp Han’ın başa getirilmesiyle sona erdi. Henüz daha silahtan çıkan duman dağılmamışken eski Amerikan başkanlarından Dwight Eisenhower son derece küstah bir şekilde Pakistan’a bir ziyarette bulunarak diktatörlük rejimini onayladığının sinyalini verdi.

Pakistan’a bugüne kadar ziyarete giden beş ayrı Amerikan başkanının da sadece diktatörler döneminde bu ülkeye gelmeyi tercih etmeleri aslında bazı şeyleri açıklamaktadır. Askeri diktatörlük dönemlerinde Pakistan’a gönderilen Amerikan yardımlarının rekor seviyelere ulaşması ABD’nin demokratik kurumları desteklediği iddiasının aslında ne kadar gülünç olduğunu göstermektedir.

Başkan Joe Biden’a gelirsek, İmran Khan’ın kendisi ile geçtiğimiz bahar gerçekleştirdiğimiz röportajda hem bana hem de David Hearst’e anlattıklarına göre şu anda ABD başkanlığı koltuğunda oturan Biden kendisini telefonla aramaya dahi tenezzül etmedi. Bu tavır şüphesiz Afganistan hususunda ABD’nin istediği gibi hizaya girmeyen İmran Han’ı cezalandırdıklarını göstermektedir.

Unutmamak gerekir ki İmran Han’ın popüler olmaya başlamasının nedenlerinden biri de ABD’nin Pakistan’daki rolü ve özellikle de ülkesinin Amerikalıların Taliban liderlerine yönelik SİHA saldırıları için kullanılması hususundaki eleştirileriydi.

Tüm engellere rağmen

İmran Han’ın dışişleri bakanlığını yapan Şah Mahmud Kureyşi on yıl önce şu anki Pakistan Halk Partisi liderinin babası Asıf Ali Zardari hükümetinde görev yaparken de bugünkü kadar şerefliydi.

2011’de CIA çalışanı Raymond Davis, iki Pakistan vatandaşını Lahor sokaklarında sırtından vurmuş ve daha sonra diplomatik dokunulmazlığının arkasına saklanmıştı. Bu adamın adalete teslim edildiğinden emin olmak yerine Zerdari rezil bir şekilde Davis’in ülkeden çıkarılmasına müsaade etmişti. Ben o dönemde Pakistan’da olduğum için insanların Zerdari’nin korkakça Amerika’nın işlediği suça boyun etmesinden duyduğu milli utancı ve hatta ahlaki dehşeti çok iyi hatırlıyorum.

Kureyşi olayın detaylarını ifşa ederek Zerdari hükümetinden istifa etti ve kısa süre sonra da İmran Han’ın partisine katıldı.

Han’ın gerek yurt içindeki gerek de yurt dışındaki muhalifleri başbakanın kendini içinde bulduğu siyasi sorunların sorumlusunun ABD olduğuna dair iddialarını pek kâle almadı. Bu tavrın sebebi ya saflık ya cehalet ya da samimiyetsizliktir. Yaşananlarla alakalı gerçekler her ne kadar buğulu ve hatta belki de asla bilinmeyecek olsa da yakın tarih göstermektedir ki İmran Han, idare ettiği ülkeye ABD’nin müdahale ettiğine dair şüphe etmekte sonuna kadar haklıdır.

30 yıl önce İmran Han, 92 Kriket Dünya Kupası’nda mağlubiyete kesin gözüyle bakılırken kaptanı olduğu milli takıma “köşeye sıkışmış kaplanlar” gibi mücadele etmelerini söylemişti.

Kendisinin bugün karşı karşıya olduğu mesele çok daha büyük ancak İmran Han’ı hemen mağlup ilan etmeyin derim zira o Dünya Kupası’nı da tüm engellere rağmen kazanmıştı.

Ben şahsen İmran Han’ın 2018’deki seçimleri kazanarak, üç buçuk yıl önce başladığı işi bitirme şansını veya en azından liderliği sürecinde yaptığı icraatlarını yeni bir seçim öncesinde halk karşısında savunma şansını hak ettiği kanaatindeyim.


Peter Oborne tarafından kaleme alınan ve Middle East Eye'da yayınlanan bu değerlendirme Mepa News okurları için tercüme edilmiştir.

Değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Mepa News, yapılan yorumlardan sorumlu değildir. Her bir yorum 600 karakterle (boşluklu) sınırlıdır.