PKK kurucularından ve KCK eş başkanı olan Cemil Bayık, Washington Post’a yazdı. İngilizce yayımlanan yazıda Bayık, “Şimdi Kürtlerle Türk devleti arasında barış zamanı. Bunu boşa harcamayalım” dedi.
Bayık'ın Washington Post’taki yazısında şu ifadeler yer aldı:
“Türk Devleti ile Kürtler arasında yaşanan çatışmalarda kritik bir aşamadayız. Uzun zamandır süren bir anlaşmazlığı kalıcı bir çözüme yöneltme fırsatımız var. Bu fırsatı kaçırdığımız takdirde jenerasyonlar boyunca tekrar yakalayamayabiliriz.
Kürtler, 1923’te Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana yurttaşlık haklarının tanınması için mücadele etti. Sayısız ayrımcılık ve baskıyla karşı karşıya kaldılar. Siyasi sistemde ilerleme kaydetmek için sonuçsuz kalan 30 yıllık çaba neticesinde silahlı mücadeleye başvurmaktan başka çaremiz kalmadı. 1978 yılında kurulan Kürdistan İşçi Partisi (PKK), 1984’te bir gerilla savaşı başlattı. Türk devleti bu mücadelemizi bastırmak için milliyetçiliği ve siyasi İslam’ı kullanmaya çalışırken, partimiz başından beri tüm etnik e inançlara özgürlük istedi.
1999’da Türkler, ABD tarafından desteklenen bir operasyonla Kenya’daki PKK Önderi Abdullah Öcalan’ı ele geçirdi. Yaklaşık 20 yıldır tek başına İmralı Adası’nda ömür boyu hapis cezasıyla tutulmakta.
Öcalan’ın yakalanması ve tutuklanması, Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) gücünün yükselmesiyle aynı zamana denk geldi. Erdoğan ve partisi demokrasi, insan hakları ve adalet vurgusu yaparak halk desteğini kazandı. Ancak birkaç yıl sonra, Kürt Meselesi hakkında soru sorulduğunda Erdoğan şunu söyledi: ‘Eğer onun hakkında düşünmüyorsan, o yoktur.’
Yine de vardı, çünkü Erdoğan bile bunu onaylamak zorunda kaldı. Hükümetle, iyi niyetli bir şekilde müzakere etmek için, ateşkes dahil çok sayıda çaba sarf ettik. İktidar partisinin barış taahhüdü her zaman, politik iklime uygun olduğu sürece sürdü.
2012 yılında PKK, büyük engellemelere rağmen onayladığımız bir ateşkes gerçekleştirdi. PKK, tutsak aldığı tüm askerleri ve polis memurlarını serbest bıraktı, kuvvetlerimiz kademeli olarak çekilmeye başladı. Bu durum müzakereye zemin hazırladı.
28 Şubat 2015’te iki yıl süren görüşmelerden sonra, Kürtlerin ve Türk Devleti’nin temsilcileri, barış için ortak umutlarımızı ifade eden bir anlaşmaya vardılar. Ancak Erdoğan yapılan görüşmelerin, seçim sürecinde AKP’ye yaramayacağını gördüğünde bir kez daha çatışmayı tercih etti.
Türkiye devletinin temsilcileri ile Önderimiz Öcalan arasında gerçekleşen düzenli toplantılar sona erdirildi. Savaş, öncekinden daha şiddetli bir şekilde yeniden başladı. Tanklar ve savaş uçakları ondan fazla Kürt kentini yerle bir etti. Türk Ordusu, kadınlar, çocuklar ve yaşlılar dahil yüzlerce sivili acımasızca katletti. Güvenlik güçleri, ailelerin cenazeleri almasını engelledi.
Bir kez daha Türk devleti, Kürt halkına ölümcül bir darbe vurmaya çalıştı. İktidar partisi AKP’nin, dinci aşırıcılık ve ırkçılık pahasına demokrasiyi ve sivil hayatı tehlikeye atması, sadece Kürtler için değil Ortadoğu ve tüm dünya için tehlike arz etmektedir.
Erdoğan artık Suriye’deki Kürtlerin demokratik devrimini ve İslam Devleti’nin yenilgisini, Türk Devleti’nin Kürt politikasına ve kendi otoriter iktidar duruşuna bir tehdit olarak görüyor. Örgütümüz, Suriye halklarının özgürlüğünü ve ülkenin gerçekten demokratikleşmesini istiyor. Kuzey ve Doğu Suriye’de yaşayan Kürtler, Araplar, Süryaniler, Abdullah Öcalan’ın hapishane yılları boyunca geliştirdiği Demokratik Özerklik anlayışını uygulamaya koyuldu.
Yaşananları tekrar ele aldıktan sonra hatalarımızı tespit ettik. Kürt meselesinin sadece Erdoğan’ın partisiyle kurulan diyalog yoluyla çözülebileceğini düşündük. Bu kadar karmaşık ve diğer zorluklarla bağlantılı bir çatışmayı çözmeye çalışırken, Türkiye’nin tüm demokratik güçlerini de bu sürece dahil etmek adına daha çok çalışmalıydık.
Aynı şekilde, Türkiye’nin demokratikleşmesine ve Kürt meselesinin çözümüne katkıda bulunmak için Ortadoğu ve dünyadaki demokrasi yanlısı güçleri harekete geçirmeliydik.
Bu konuda herhangi bir belirsizlik olmaması adına; bir kez daha Türkiye’deki Kürt meselesinin politik bir zeminde müzakere edilmesi konusunda kararlı olduğumuzu ilan ediyoruz.
Daha önce söylediklerimizi tekrarlayacağız: Abdullah Öcalan bizim baş müzakerecimizdir. Öcalan’la son süreçte kurulan irtibat yoluyla değindiği tüm noktalara katılıyoruz ve kendisinin özgürce çalışabilmesi, sürece katkı sunabilmesinin gerekliliğini vurguluyoruz. Daha net konuşmak gerekirse, İmralı hapishanesinden ev hapsine (güvenli ev) alınması gerektiğini söylüyoruz.
Dünyanın da hedeflerimizi desteklediğini görüyoruz. Türkiye’de ki kriz de aslında politiktir. Türkiye Cumhuriyeti’nin yüz yıllık sorunu olan Kürt politikası, Türkiye’nin mevcut iç, bölgesel ve küresel sorunlarının ana sebebidir. Bu bağlamda, Türkiye’nin acil bir şekilde farklı etnik ve kültürel kimliklere yer açan yeni bir ‘ulus’ kavramına ihtiyacı vardır. Böyle bir yaklaşım, bölgemizin tarihi çeşitliliğini yansıtan ve Ankara’nın merkezileştirilen engelinden kurtulan yeni bir idari sistem tarafından yansıtılmalıdır.
Kürt meselesini çözerek, Türkiye Ortadoğu’da demokrasiyi, istikrarı ve barışı ilerletmede belirleyici bir rol oynayabilir. Oysa Türk devleti bunu yapmayı reddediyor. Öte yandan, Ortadoğu’nun demokratikleşmesi için Türkiye’nin demokratikleşmesi yoluyla çaba göstermeye devam ediyoruz.”