Kızıl Meydansız bir Moskova ziyareti düşünülemez. Tesadüf eseri, Moskova ziyaretim de ekim ayına denk geldi. Hatırlatmak istedim, bu yıl, geçen yüz yılı ve dünyayı sarsan ‘Ekim Devrimi’nin’ yüzüncü yıldönümü. Devrimin ateşleyicisi ve lideri Vladimir İlyiç Lenin hala bu meydanın köşesinde ve mumyalanmış naaşı ziyaretçileri bekliyor. Eğer Moskova ziyaretiniz ekim ayının yedisine denk gelirse, ziyaret gününüzün Kremlin’nin efendisinin yaş günü pastasındaki 65. mumunu söndürdüğü güne denk geldiğini bilmenizde yarar var. Tarihin bir parçası bu meydanda toplanıyor; Lenin’in mozolesi, meydanın öbür ucundaki Vladimir Putin’in ofisine sadece yüzlerce metre mesafededir.
Lenin, Rusya’nın ‘yoldaşlar’ partisi altında sonsuza dek yaşayacağına kesinlikle inandı. Bu tür düşünce ve inançlar devrim yaparak iktidara gelenlerin kuruntularıdır. Lenin de diğer galipler gibi, başarılarının zamana karşı savaşabilme yeteneğine sahip olduklarını düşündü. Fikirlerinin öldürülmesinin veya suikasta maruz kalmasının mümkün olmadığına da sıkı sıkıya inandı. Genelde, devrim galipleri ve güçlüler, kafileleri ve yürüyüşleri yutmayı adet edinen tarihten bir şey öğrenemezler. Lenin’in pelerininin altına büyümüş olan yoldaşların, fosilleşmiş düşünceleri ve ısrarcı durgunlukları sebebiyle bu pelerini bir gün yırtacakları ve devleti dağıtacakları Lenin’in aklına da gelmemiştir, büyük ihtimalle.
Saatlerin akrep ve yelkovanları geri sarmaz; Putin Lenin’in kurduğu partiden ortaya çıktı ve KGB örgütünün yaratıcılığından geldi. Fakat Putin Rusya’sı, kurucu babayı yalnızca mozolesinde tutar. Sovyetler Birliği’nin çöküşünü ‘20. yüzyılın en büyük jeopolitik felaketi’ olarak gören Rusya Devlet Başkanı Putin’in, Ekim Devrimi’nin günümüzdeki durumunu izah eden çarpıcı ve acımasız bir sözü var: “Sovyetler Birliği’nin parçalanmasına üzülmeyen adamın kalbi yoktur, Sovyetleri diriltmek isteyenin ise aklı yoktur.”
Kızıl Meydan’a gitmeden önce bir Rus akademisyene, ‘Mart seçimlerinden sonra kimin başkan olacağını bilip bilmediğini’ şaka yollu sordum, “Sen de benim ne bildiğimi biliyorsun” diye gülümseyerek cevapladı. Akademisyen arkadaşımız, başkan dışında herhangi birinin devlet başkanlığına gelemeyeceğini söyledi. Kendisinden bunu açıklamasını istediğimde, arkadaşımız, ‘Rusya’nın güçlü bir devlet ve güçlü bir lider olmadan yaşayamayacağını,ülkesinin bir kıtanın büyüklüğünde olduğunu, 83 federal oluşumdan meydana geldiğini belirtti.Rusya’nın yaklaşık 100 dilde konuşan 160 etnik grup içerdiğini, halkları arasında Hıristiyanların, Müslümanların, Budistlerin, Yahudilerin olduğunu ve aynı devletin değişik bölgeleri arasında büyük farklılıklar bulunduğunu, 14 ülkeye komşu olduğunu’ anlattı. Arkadaşım bu cümlelerin sonunda şunu da ilave etti, “Yalnızca güçlü bir adam bu harika karışımı birlikte yaşama ya da gerektiğinde onu zorlamaya ikna edebilir.”
Akademisyen arkadaşımın cevabını tamamladığını düşünürken, tarihsel bir analizi de sözlerine ilave etti; “Tarihsel dönüm noktalarında irade ve vizyon sahibi güçlü bir adam ortaya çıkar. Ülke halkında ülkenin intihara doğru kaymasını durdurması için bu adamın özel olarak çağrıldığı inancı doğar. Putin durumunda da bu yaşandı. Bu yüzyılın başında Putin, Kremlin’e girdiğinde Rusya Federasyonu parçalanmanın eşiğindeydi. Sıradan Rus vatandaşına konuşmayı ve ikna etmeyi başardı.Treni terk etmek veya havaya uçurmaya hazırlanan herkesi bastırdı. Sokaktaki Rus vatandaşın kendisine ve devletine olan saygısını iade etti. Rusya’yı, büyük bir uluslararası oyuncu olarak sahaya sokmayı başardı. Suriye’ye bir bakın, bundan sonra geçerli olacak tek çözüm Rus çözümdür.”
Arkadaşım haklı. Rusya, Komünist Parti kardinallerinin durgunluğundan ve aynı söylemleri tekrar etmelerinden bıkmıştı. Ama yine aynı Rusya, sonradan gelen Yeltsin döneminin kaotik ortamından korkmuştu. Moskova adeta kabuğuna çekilmişti ve kimlik bunalımı yaşayan bölgeler, miras kavgasına hazırlanıyordu. Bu karanlık ve kaotik ortamda bir adam Kremlin Saray’ı ve tarihle olan randevusunu bekliyordu. Doğru anda yumruğunu atmayı bildi.
Belki Lenin ölümünden sonra ülkeyi mezardan yöneteceğini düşünüyordu. Böyle bir şey olmadı. Kremlin’in efendisi, mozolede uzanan adamın nasihatlerine yüz çevirmekle birlikte, birçok Rus’un isteğine karşı Lenin’in mozolesinden çıkarılıp annesinin yanına gömülmesine karşı çıktı ve Lenin’i savundu. Putin’e göre, Lenin, sembolik önemi olan mozolesinden çıkarılıp annesinin yanına gömülecek ve unutulma girdabına sürüklenecek sıradan bir vatandaş değildi.
Bambaşka bir Rusya’dır günümüz Rusya’sı veya diğer adıyla Putin’in Rusya’sı. Kızıl Meydan’da hatıralarım canlandı; 1992 yılında Şarku’l Avsat beni Rusya’ya göndermişti. Yani Sovyetler Birliği’nin dağılmasından bir yıl sonra. Ziyaretimde yayalara tahsis edilen Arbat Caddesi’ne uğramıştım. Aniden yüksek sesle bağıran bir Rus vatandaşına gözüm ilişti. Meslektaşım ve yol arkadaşım Sami Amara’ya Rus vatandaşın ne dediğini sordum. Albay üniformasını, tüm madalya ve nişanları dahil, 25 dolar karşılığı satıyormuş. Satıcıya yaklaştım, Kızıl Ordu subay üniformalarının adamın arkasında yığıldığını ve satılığa çıkarıldığını gördüm. Köklü ordu ve köklü ülke için ne utanç verici bir şey diye düşünmeden edemedim. Londra’ya döndüğümde de Boris Yeltsin’in hasta Rusya’sını, 25 dolarlık albay üniformasını ve turistlere bırakılan Lenin naaşı hakkında yazılar yazmıştım.
Berlin duvarı yıkılırken Vladimir Putin duvara yakın bir yerlerdeydi. Ülkesine döndüğünde ise duvarın çöküşünü seyrettiği gibi, ülkesindeki sokakların sefaletini ve utanç verici manzaralarını gözlemledi. Kararını verdi ve yola çıktı. Kendi hikayesini yazarken, ülkesinin de kaderini değiştirdi.
İlk bakışta güçlü Rusya hedefinin gerçekleşmesi çok uzak gibi görünüyordu. Karın altında inleyen ve Sovyet kıyafetlerini özlemle yad eden bir Rusya’ydı Putin’in ele aldığı ülke. Putin savaşı başlattı. Kızıl Ordu’nun ruhunu, bütçesini ve askeri teçhizatını rehabilite etti. Sovyetlerden arta kalan mirasın üzerine çökerek zenginleşen eyalet ve bölge baronları ile valilerini dizginledi. Gücünü biriktirinceye dek Batı’yla barışıkmış gibi durdu. NATO’nun yaklaşmasına ülkesinin sınırları dahilinden cevap verdi ve eski hesapları kapatmaya başladı. Barack Obama’nın ikircikli duruşundan faydalanarak Ortadoğu’da darbesini vurdu. Suriye’ye askeri müdahalede bulundu ve ‘düşüşü muhtemelen iki ay içinde’ olacak rejimi kurtardı. Rus çözümünün diğer çözümlerin önüne geçmesini sağladı.
Libya’da Batının kendisine ‘ihanet’ ettiğini düşünen Putin için Suriye krizi bulunmaz bir fırsattı. Bu ‘ihanet’e istediği cevabı verme şansı doğmuştu. Yine Suriye krizi üzerinden, renkli devrimlerden ve insan hakları örgütlerinden intikam alma fırsatını elde etti. Hatta bu kriz üzerinden İslamcıları, Rus topraklarından uzakta bir yerde hedef almak ve vurmak için altın fırsatı yakaladı. Ve en önemlisi, Rusya’nın zorunlu ve vazgeçilmez bir ortak olduğunu hatırlama fırsatını yakalamış oldu.
Günümüz Çar’ının gizleyemediği bir güçsüz yanı var. Petrol fiyatlarındaki gerileme, döneminin ulaşması beklenen ekonomik atılım ve hamlesini gerçekleştiremediğini ortaya koydu. Ülkesinin ekonomisi hala Avrupa ekonomilerinden birkaç on yıl geride. ABD ve Avrupa yaptırımları iki katına çıktı. Donald Trump’ın gelişiyle birlikte bir anlaşmaya varma umutları da buharlaşmış görünüyor. Bu nedenle bugün Rusya’da sistem, ortak ve yatırımcı arıyor.
Otele döndüğümde kahve getiren gence Mart seçimlerinde kime oy vereceğini sorduğumda aldığım cevap beklediğim gibi ve aynı anda düşündürücüydü: “Putin güçlü bir adam, ister beğenin, ister beğenmeyin, vazgeçilmezdir. Bize bir rahatlama hissi veriyor. Ne de olsa kaosun geri dönmesini istemiyoruz.”
İktidarlar metal yorgunluğuna ve iktidardakilerin kredibilitesinin azalmasına yol açar, bunun gerçekleşmemesi zordur. Bundandır ki, çoğunluğun başkanının vazgeçilmez olduğunu düşünmesi ve fırtınalı havalarda ülke dümenini teslim almaya muktedir olduğuna inanması, kolay gerçekleşen bir şey değildir. Bunlardan daha zoru, başkanın akademisyeni, iş adamını ve otel çalışanını ülkenin geleceğini değiştirebileceğine inandırması ve vaz geçilmez olduğuna ikna etmesi de kolay bir iş değildir. Burada bir atasözü aklıma geliyor; kader adamların çoğunu yaratır, bazı adamlar ise kaderini yaratır.
Kaynak: El Şarku'l Avsat