Jeremy Bowen | BBC Ortadoğu Editörü
Libya karanlık bir dönemin sonuna yaklaşmış gibi görünüyor. Ama 2011 yılında Albay Muammer Kaddafi'nin dehşet verici bir şekilde öldürülmesinden bu yana iç savaş ve dış güçlerin müdahaleleriyle paramparça olan ülkede, yeni dönemin daha iyi olacağının hiç bir garantisi yok.
Libya'nın doğusundaki güçlü milis lideri General Halife Hafter geçen yıldan beri ülkenin batısındaki başkent Trablus'u ele geçirmeye çalışıyordu.
Türkiye hükümetinin, Birleşmiş Milletler tarafından tanınan Trablus'daki hükümetten yana müdahalesi sonucu belirlemiş görünüyor. General Hafter'e bağlı güçler ve onlara destek olan binlerce paralı Rus askeri geri çekiliyor.
Fakat bu, Libya halkının sonunda barış ve huzura kavuşacağı anlamına gelmiyor. Sivil halk bir kez daha savaşın en büyük kaybedeni.
Zengin petrol ve doğal gaz yataklarına sahip Libya aslında vatandaşlarına eğitim, sağlık ve rahat bir yaşam düzeyi sağlayabilmenin bütün olanaklarına sahip. Ama Libyalılar yıllardır bu temel hizmetlerden yararlanamadıkları gibi canları da güvende değil.
Savaşta evlerini kaybetmemiş olan Libyalılar Covid-19 salgınının yayılmaması için evlerine kapanmış, topçu ateşi ya da hava saldırılarına hedef olmamayı umarak bekliyorlar. Savaş Libya'da daha önce varolan klinik ve hastanelerin çoğunu harabeye çevirdi.
İnsan Hakları İzleme Örgütü Human Rights Watch yetkilisi Hanan Salih, ülkenin batısında yaklaşık 200 bin sivil evlerini terketmek zorunda kaldığını söylüyor.
Libya'nın geleceği parlak görünüyordu
Libya bir zamanlar geleceği parlak görünen bir ülkeydi.
Hanan Salih, İngiltere'deki köklü düşünce kuruluşu Chatham House tarafından yakında internet üzerinden yapılan bir seminerde "Şu anda Libya'yı hiç kimsenin hiç bir şeyin hesabını vermediği bir yer olarak görmek gerekiyor ve ne yazık ki 2011'den bu yana böyle" dedi.
Savaşan tarafların tümünün sivillerin güvenliğini hiçe saydığını söyleyen Salih, buna karşılık General Hafter güçlerinin savaş suçu teşkil edebilecek faaliyetleri hakkında daha fazla belge bulunduğunu kaydetti.
Şimdi inanması zor olabilir ama Albay Kaddafi devrildikten sonra bir süre Libya'nın parlak bir geleceğe doğru yürümesi ihtimali vardı.
2011 yılında İngiltere Büyükelçisiyle birlikte Trablus'daki büyükelçiliğin harabeleri arasında dolaşmıştım. NATO'nun, Kaddafi'ye bağlı güçlere hava bombardımanı başlatmasına tepki gösteren kalabalıklar binaya saldırmış ve ateşe vermişti.
1920'lerden kalma bir bilardo masasının kalıntılarının yanında durup, Libyalıların devrimlerinden duyduğu gururu, Irak ve Suriye gibi mezhep ayrılıklarının bu ülkede olmayışının ne büyük bir nimet olduğunu, Libya çöllerinin altında yatan zengin petrol ve doğal gaz yataklarının ülkeye sağlayabileceği avantajları konuşmuştuk.
Akdeniz'e 2 bin kilometre sahiliyle, Roma döneminden kalan çok değerli tarihi kalıntılarla Libya'nın turizmde bile çok başarılı olması mümkündü.
Milisler gücü elden bırakmak istemedi
Fakat Libya bir iç savaşla yaralanmıştı ve bu konuşmayı yaptığımız günden bu yana geçen on yıl içinde daha da parçalandı.
Kaddafi rejimine karşı savaşan milis grupları dağılmadı ve sahip oldukları gücü elde bırakmak istemedi.
Albay, oğulları ve yakın çevresi gittiğinde geriye bir devlet de kalmamıştı.
Kulağa çok önemli gelen ünvanlar alan kişiler neyi tuttularsa ellerinde kaldığını gördüler.
Devrim yapmış olmanın gururunu taşıyan Libyalılar, bunu yapmalarına katkıda bulunan silahları sağlayan ve hava desteğiyle kazanmalarını sağlayan büyük devletlerden yardım istemeye yanaşmadı.
Kaddafi rejiminin yıkılmasını sağlayan desteği veren güçler de bundan rahatlamış göründü ve Libya'da sorunun hallolduğunu ilan ettiler.
Libyalıların giderek daha küçük gruplara bölünme süreci başlamıştı. Büyükçe kasabalar birer şehir-devlete dönüştü.
Hepsinin kendine göre bir hesabı olan milis grupları silahlarını bırakmadı. Büyük bir kısmı Birleşmiş Milletler tarafından görevlendirilen diplomatların diyalog ve uzlaşma sağlanması konusundaki girişimleri netice vermedi.
2014 yılına gelindiğinde ülkenin ikinci büyük kenti ve Doğu Libya'nın idari merkezi olan Bingazi'den radikal İslamcıları süren General Halife Hafter önemli bir güç olarak ortaya çıkmıştı.
Hafter Libyalıların iyi tanıdığı bir isimdi. Kaddafi ile anlaşmazlığa düşmüş, sürgün yıllarını geçirdiği -Amerikan Merkezi Haber Alma Örgütü CIA'in merkezinin bulunduğu- ABD'nin Virginia eyaletindeki Langley'de yıllarca rejimi devirme planları yapmıştı.
İki rakip hükümet ve arkasındaki dış güçler
Zaten parçalanmış durumdaki Libya bir süre sonra kendisini birbirine rakip iki hükümetle başbaşa buldu.
Bingazi'den doğusunu kontrolü altında tutan General Hafter batıya doğru ilerleyerek başkent Trablus'daki, BM tarafından tanınan Fayiz Serrac liderliğindeki Ulusal Mutabakat Hükümeti'ni (UHM) devirmeyi hedefliyordu.
7 milyon nüfusuna karşılık Afrika kıtasındaki en zengin petrol ve doğal gaz rezervlerine sahip Libya'nın kontrolü bölgesel ve uluslararası güç elde etmeyi hedefleyen ülkeler açısından çok cazipti.
Avrupa'nın tam karşısında bulunması sayesinde çıkardığı petrol ve gaz Akdeniz üzerinden kolayca Avrupa piyasalarına aktarılabilen ülke diğer petrol üreticisi ülkelere kıyasla eşsiz bir stratejik konum sahip.
Fayiz Serrac hükümeti en önemli desteği Türkiye'den aldı. Katar ve İtalya'da bu bölünmede Serrac tarafında yerini aldı.
Rusya, Fransa, Mısır, Ürdün ve Birleşik Arap Emirlikleri ise General Halife Hafter'i desteklemeye başladı.
Suriye üzerinden yürütülen güç mücadelesinin bir devamı
ABD, Donald Trump'ın başkanlığı döneminde bazen Sarraj, bazen General Hafter'i destekler görünerek çelişkili mesajlar verdi. Şimdi ise Rusya'nın müdahalelerinin Libya'yı Suriye'ye benzeteceğinden kaygılanıyorlar.
Libya'daki savaş rahatsız edici derecede Suriye'yi andıran bazı benzerlikler yarattı. Bunların en önemlisi her iki ülkede de geleceği belirlemeye talip dış güçlerin aynı olması.
Libya üzerinden yürütülen bölgesel güç savaşı, birçok bakımdan Suriye üzerinden yürütülen güç mücadelesinin bir devamı haline geldi.
Her iki taraf da, neredeyse 10 yıldır devam eden savaşta kazandıkları tecrübeleri kullanmaları için Libya'ya Suriye'den milisler taşıdı.
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in, Suriye konusunda yaptıkları anlaşmaların bir benzerini Libya'da da uyguluyor olmaları muhtemel.
General Hafter saflarında savaşan Rus paralı askerleri, Devlet Başkanı Putin'e yakın olduğu bilinen Yevgeny Prigozhin'in kurduğu Wagner Grubu adlı özel savaş grubuna mensup. Wagner Grubu savaşçıları Suriye'deki çatışmalara da katılmıştı.
Şimdi ne olacak?
Libya'nın parçalanması konusundaki kitabını yakında yayınlayan Alman akademisyan Wolfram Lacher'e göre Devlet Başkanı Putin ve Cumhurbaşkanı Erdoğan General Hafter güçlerinin Trablus'a yönelik harekatına son vermesi ve "ganimetin paylaşılması" konusunda anlaşmış olabilirler.
Yine Chatham House düşünce kuruluşunun düzenlediği internet seminerinde konuşan Wolfram Lacher , "Libya'da etki alanları oluşturmaya çalışan iki dış güçten söz ediyoruz. (Rusya ve Türkiye) bu son durumun uzun vadede devamını istiyor olabilirler" diyor.
Fakat Lacher, Libya'daki çatışmalara bir şekilde müdahale eden diğer dış güçler ve Libyalıların bu görüşü paylaşmayabileceğini de düşünüyor.
Bundan sonraki çatışmalar Tarhuna kentine odaklanabilir.
Başkent Trablus'un 90 kilometre doğusundaki Tarhuna General Hafter'in ülkenin batısındaki üssü ve geçmişte Kaddafi rejimine sadık kalmış el Kaniye adlı bir milis gücü tarafından kontrol ediliyor.
Trablus hükümetine sadık eski Kaddafi karşıtı güçler şimdi eski Kaddafi yandaşlarının denetimindeki Tarhuna'ya doğru ilerliyor.
Libya'nın bir türlü bitmeyen savaşında on yılı aşkın bir zaman sonra hala eski rejimle onun muhalifleri arasındaki mücadelenin izleri görülüyor.