Suriye'nin kuzeybatısındaki İdlib ilindeki çatışmaların hızla devam ettiği kritik süreçte Rusya'nın Ankara Büyükelçisi Aleksey Yerhov, Sputnik’e Türk-Rus ilişkileriyle ilgili önemli açıklamalarda bulundu.
Büyükelçi Yerhov, iki ülkenin ilişkilerinin sağlıklı bir şekilde devam etmesi ve işbirliğinin sağlamlaşması için İdlib meselesi başta olmak üzere sıcak meselelere bir an önce ortak çözüm bulunması gerektiğini savundu. Yerhov, Türkiye’nin anlaşmanın şartlarını yerine getirmediğinin ve İdlib’de bu yüzden çatışmaların sürdüğünün altını çizdi.
Türkiye ile Rusya’nın sorunlarının çözümünde ülkelerin iyi niyeti ve siyasi bilgeliğinin rol oynaması gerektiğine işaret eden Yerhov “Türkiye’de çoğunluk Rusya’nın Soçi’yi ihlal ettiğini düşünüyor ama gerçekte olan oradaki çetelerin silahsızlandırılmamış olması. Ocak’ın son 2 haftası, Suriye’de 1000’den fazla saldırı düzenlendi, yüzlerce kişi öldü. Yapılması gerek bu gibi acil sorunlara bir an önce çözüm bulup partnerliğimizi sağlamlaştırmak. Çünkü ancak böyle yaparsak, birilerinin Türk-Rus halkları arasında fitne sokmasının önüne geçebiliriz” dedi.
Yerhov'un Sputnik'e verdiği röportajın tam metni:
‘Türkiye ve Rusya’nın ortak tarihi, gözardı edilmemeli’
Rusya ve Türkiye birbirleri için ne anlam ifade ediyor? İki ülke, komşu, kardeş, dost, müttefik ya da yol arkadaşı mı? Neredeyiz ve nereye gidiyoruz?
Güzel sorular. İnanıyorum ki bu soruların cevabı, bizim gibi Rus-Türk ilişkileri ile doğrudan ilgilenen kişiler tarafından da bugünlerde gözlerimiz önünde verilmekte. Bu arada, bu sorular sadece bizi ilgilendirmiyor. Türk toplumunun da en azından siyasetle ilgilenen önemli bir kısmı bu soruları kendine yöneltiyor.
Tüm bu konular üzerinde düşünürken her şeyden önce ortak tarihimiz faktörünü küçümsememek gerekir. Türkiye’de geçirdiğim her gün, üç yüzyıl boyunca yaşanan çatışmaların ikili ilişkilerimiz için ne kadar ağır bir yük olduğunu görüyorum, zira 17-19. yüzyıllarda ülkelerimiz arasında 12 büyük savaşın yanı sıra, çok sayıda küçük kriz ve çatışma yaşandı.
‘Türkiye’de bir kesim Rusya’ya yönelik efsanelere inanmayı tercih ediyor’
Bu dönemler hâlâ hatırlanıyor mu?
Hem de nasıl. Rusya’da olduğu gibi Türkiye’de de ortak tarihimizdeki olaylar etrafında çok sayıda önyargı, mit ve efsane mevcut. Bunlar da geçmişe ilişkin vizyona bağlı olarak sıklıkla günümüz gerçekleriyle ilgili algılıyı doğrudan etkiliyor.
Örneğin, 19. yüzyıl Kafkasya Savaşı sonucu Çerkeslerin Kuzey Kafkasya’dan Türkiye’ye “göçü”. İstanbul Başkonsolosu olduğum sırada, bir dönem, Kafkasya Savaşı’nın bitiş yıldönümü ile ilgili neredeyse her gün binamız önünde Rusya karşıtı protestolar düzenlenirdi. Sloganlar açıkçası rahatsız ediciydi, “Rusya katil, Kafkasya’dan defol” türünden. Ayrıca Rusya yönetimine yönelik doğrudan hakaretler vardı.
Bu gösterilerin organizatörleri ve katılımcıları ile çok konuştuk, tartıştık. Bunun neticesinde de tüm bunların, tarihi süreçte yerleşmiş önyargılardan kaynaklandığını görmüş olduk. Bu oturmuş ön yargılara göre Rusya, topraklarını genişletmeyi ve ‘etnik temizlik’ gerçekleştirmeyi takıntı haline getirmiş; barışçıl komşuları olan Çerkesler ve Şapsığlar gibi halklara saldırıp onları yurtlarından eden kötü ve saldırgan bir ülke. Şimdi de Türkiye’de birileri bu güzel efsaneye inanmak istiyor, özellikle de (zamanında) gerçekten acı çekmiş olan ve anılarını yeni nesillere aktaranların torunları. Bu bir yandan ‘düzgün çizilmiş’ bir tablo, ancak farklı bir açıdan bakıldığında her şeyin bu kadar basit olmadığı görülüyor. Nedense bu tabloya uymayan diğer tarihsel gerçekleri aklına getiriyorsun ve aniden her şey siyah beyaz değil renkli çıkıyor ve artık hiçbir şey basit değil. Misal, tüm refahı; akınlar, cinayetler, yağmacılıklar ve köle ticareti üzerine kurulan komşularla yan yana yaşamanın Rus köyleri için ne demek olduğunu düşünen oldu mu? Her ay, her hafta ve her gün bu “barışçıl” dağlıların gelerek erkekleri öldürüp kadın ve çocukları esir aldığını hatırlayan var mı?
İşte dönemin Rus hükümeti tüm bunlara sabrediyordu, ama sabır tükendi ve ön plana ordu çıktı. Önce barış içinde yaşamayacakları “ayıklamaya” ve onların kriminal hayat tarzını engellemeye çalıştı. Bu insanlara iki seçenek sunuldu, ya düzlük bir yere taşınıyorsunuz, size toprak veriliyor ve üretim yapmaya başlıyorsunuz ya da göç edin, kardeş Türkiye sizi kabul etmeye hazır. Bazıları gitmeyi seçti, gitti de. Gerçi çok çekti, yol boyunca açlık, soğuklar, hastalıklar. Kalmayı tercih edenler de oldu ve kaldı. Onlar da çekti, ama Rusya ve Sovyetler Birliği’nin diğer halklarıyla birlikte farklı nedenlerle.
‘Doğrudan tehditler alıyorum’
Ama tüm bunlar artık geçmişte kalan şeyler…
Öyle demeyin. Tarih dersleri, özellikle birileri tarafından ezberlenmeyen veya anlaşılmayanlar, bugün de bizi etkiliyor, misal bu Kafkasya Savaşı. Hatta mevcut sorunlarımızın birçoğu kökleriyle geçmişe dayanmakla kalmayıp oradan şiddetli nefret ve düşmanlıkla beslenmeye devam ediyor. Örnek mi istiyorsunuz? Misal Suriye’deki gerilim. Kabul, çok acı verici olaylar ve sıkıntılı günler. Önce Rus subaylar öldü, ardından Türk askerler. Ama sosyal medyadaki korkunç çılgınlığa bakın. İstemeden bazı yorumları okuyacağım. “Hayatınıza veda edin”, “Arkanızdan kimse ağlamayacak”, “Yanmanızın zamanı geldi” ve benzeri. Tüm bunlar 5 yıl önce de medya ve sosyal ağlarda yaşanmıştı. Sebep İdlib değil, Halep’ti. Sonuç? Uçak krizi ve Büyükelçi Karlov’un haince suikasta uğraması. Bu arada ben de doğrudan tehditler alıyorum. Gerçekten kimse geçmişten ders çıkarmıyor mu?
Bu bağlamda, iki şeyin altını çizmek istiyorum. İlki, bazı blog yazarlarının ve sosyal medya kullanıcılarının anlaşılmayan kana susamışlığı, öfke ve nefret, ki bunlar, onları mantıklı düşünme hevesinden ediyor. Gerçi bizim Rus sosyal ağları da iyi değil, görüşlerindeki aynı derecede hafiflik, aynı sorumsuzluk, aynı cezasız kalma duygusu. Bu yüzden geçtiğimiz günlerde sosyal medyayı sert ve haklı olarak eleştiren Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın sözlerine katılıyorum.
Bana göre çok daha tehlikeli olan ikinci bir şey var: ortağını ve onun eylemlerindeki mantığı anlama, onun sözlerine kulak verme, onun olup bitene dair seninkinden farklı bir bakış açısına sahip olma hakkının bulunduğunu kabul etmekte bütünüyle isteksiz olunması. Böyle bir eğilim büyük belaya yol açabilir.
‘Çeteler silahsızlandırılmadı ve ‘ılımlılardan’ ayıklanmadı’
Beladan ne kast ediyorsunuz?
Aslında çok basit. Şimdi Türkiye’de çoğunluk Rusya’yı ve güya mutabakatı ‘ihlal eden, saldıran, sivil hedefleri bombalayan’ ‘Suriye rejimini’ suçluyor. Gelin işin aslına bakalım:
Öncelikle, bazıları için Şam’daki hükümet meşruiyetini kaybetmiş olabilir, ama bazılar için de meşrudur, kaldı ki böyle düşünenlerin sayısı az değil. Uluslararası toplum ve Birleşmiş Milletler (BM) üyelerinin büyük kısmı bu hükümeti meşru görüyor. Şam’ı her fırsatta eleştiren ama yine de iletişimi koruyan ve farklı konularda işbirliği yapanlar da var. “Savaş ekonomisi”, bilirsiniz, çok kurnaz ve ilginç bir şey.
İkincisi, Şam ve Rusya’nın ‘ihlal’ ettiği iddia edilen 17 Eylül 2018 Soçi Mutabakatı nedir? Bu ikili bir anlaşma ve bu anlaşma kapsamında taraflar üzerlerine oldukça açık ve net yükümlülükler aldı. Örneğin, Rusya İdlib gerilimi azaltma bölgesinde Türk gözlem noktalarının varlığını ve bölgede askeri statükonun devam ettirilmesini kabul etti. Türkiye de İdlib’de oluşturulan 15-20 kilometre genişliğindeki silahsız bölgeden “tüm radikal terörist grupları”, tanklar, çok namlulu roketatarlar, topçu sistemleri dahil tüm ağır silahları tahliye etme yükümlülüğünü aldı. M5 ve M4 karayollarını trafiğe açma konusunda da mutabakat sağlandı. Ne oldu, teröristler çıkarıldı mı? Yollar açıldı mı? Eğer yükümlülüklerinizi yerine getirmiyorsanız, diğer taraftan yükümlülüklerini yerine getirmesini talep etmeye hakkınız var mı? Anlaşma taraflarının yükümlülükleri ‘diyalektik birlik içinde’ bulunmalı, aksi takdirde eşit partnerlikten bahsetmek güç oluyor.
Sonra. Çeteler silahsızlandırılmadı ve ‘ılımlılardan’ ayıklanmadı. Ne fark eder? Çok şey fark eder. Çünkü teröristler, onları kimsenin silahsızlandırmadığını ve ‘ayırmadığını’ görünce yüreklendi ve geçen yılın ilkbaharından itibaren Suriye hükümet ordusu mevzilerine ve bu arada Hmeymim’deki Rus hava üssüne saldırıları gün geçtikçe artırdı.
‘Sabır tükendi ve Suriye ordusu kendi topraklarının her bir karışını geri alma kararı verdi’
Aralık 2019 – Ocak 2020 döneminde, Suriye hükümet ordusu mevzilerine ve yakınındaki kentlere, ki bunun başında Halep geliyor, saldırılar çok daha etkin hale geldi. Geçen aralık ayında teröristler tank, piyade araçları, havan topları ve toplarla 1400’den fazla saldırı düzenledi.
Ocak ortasında Türkiye ile birlikte İdlib’de bir kez daha ‘ateşkes’ ilan etmeye çalıştık. Ne oldu? Ocak ayının sadece son 2 haftasında binden fazla saldırı meydana geldi, yüzlerce Suriyeli asker, sivil öldü veya yaralandı. Silahlı insansız hava araçları ile Hmeymim’e saldırı girişimleri de devam etti.
Burada da sabır tükendi ve Suriye ordusu kendi topraklarının her bir karışını geri alma kararı verdi. Altını çizerek söylüyorum, kendi egemen topraklarını. Suriye ordusu kendi topraklarında, kendi halkı için savaşıyor. Birtakım sakallı yabancıların dikte ettiği kurallara göre değil, atalarının yaşadığı gibi yaşama hakları için savaşıyorlar. Bu yüzden yasadışı silahlı oluşumların elinden onlarca köyü ve son günlerde de stratejik öneme sahip M5 karayolunu kurtardılar, artık kimse taarruza geçmiş olan Suriye ordusunu geri çeviremez.
‘Türkiye anlaşmanın şartlarını yerine getirmedi, bu yüzden çatışmalar sürüyor’
Bu şartlarda Türkiye’nin gözlem noktaları ne yapıyor ya da ne yapacak?
Soçi’de Türkiye’nin varlığı konusunda anlaştığımızda, bu noktaların anlaşmada belirtilen ateşkesi ve anlaşmanın yerine getirilmesini gözlemleyeceği kastedilmişti. Ama anlaşma yerine getirilmedi, çatışmalar sürüyor ve şöyle bir soru ortaya çıkıyor: Bu noktalardan ne için gözlem yapılmaktadır? Bu tesislerin işlevi ne? Ki askeri dilde bu noktaların adı aslında ‘mustahkem mevkidir’. Yerel basın, bu Türk müstahkem mevkilerden Suriye ordu birliklerine yönelik topçu ateşi açıldığını bildiriyor. Bu noktalar aslında ‘cephenin’ çok gerisinde kaldı ve orada ne yapıyor?
Peki ya bir şekilde Türkiye, ılımlılarla radikalleri birbirinden ayırma sürecini başlatabilirse ne olur?
Elbette bu yönde nihayet bir şeylerin yapılması iyi olur. Gerçi muhtemelen kolay değil. Uzmanların anlattığına göre, bugün militan ılımlı olabilir, ama yarın bir terörist grubun liderine biat ettiğini açıklayabilir, üstelik sadece yüz dolar karşılığında. Yarın da aldığı bu paralar karşılığında Libya’ya gider. Elbette böyle bir insanı benzerlerinden ‘ayırmak’ zor.
‘Türkiye ve Rusya’nın iyi niyeti ve siyasi bilgeliği sorunların çözümü için yeterli olmalı’
Galiba ‘felsefi’ sohbetten uzaklaştık
Kesinlikle hayır. Az önce bahsettiğimiz her şey bizi Rusya ve Türkiye’nin tarihsel geleceği ve ilişkilerimizin ne noktada olduğu ve nasıl olacağı sorusuna geri getiriyor. Elbette biz şimdi çok zor dönemden, yeni bir ‘çatallanma’ noktasından geçiyoruz. Hem Rus-Türk ilişkilerinde hem de bölgesel ve uluslararası alanda pek çok şey, bizim davranışlarımıza göre şekillenecek.
Eminim, çok daha ağır dönemlerden geçtik ve şimdi ülkelerimizin iyi niyeti ve siyasi bilgeliği, mevcut sorunlara iyimser çözüm bulmak için yeterli olmalı. Bunun için elbette birbirimizin pozisyonuna anlayışla yaklaşmalı, partnerimizin gerçek motivasyonunu hissetmeliyiz. Biz buna hazırız. Bu yüzden Ankara’ya heyet gönderdik. Bu heyet burada teferruatlı ve partnerlik ruhuna yakışır şekilde samimi görüşmelerde bulundu. Görüşmelerde ele alınan tüm konuları tartışmaya devam etme niyetindeyiz.
‘Acil sorunlara çözüm bulup partnerliğimizi sağlamlaştırırsak, Türk-Rus halkları arasına fitne sokulamaz’
Ve elbette biz, yaklaşımımızı Türkiye yönetimine ve toplumuna anlatmaya çalışıyoruz. Bizi anlamalarını ve doğru anlamalarını istiyoruz. Bu bağlamda büyük ölçüde ajansınıza da güveniyoruz. Eğer acil sorunlar dahil bu konularda anlayışa varırsak partnerliğimiz çok daha sağlam bir temele sahip olacak, daha emin adımlarla yukarıya doğru tırmanacak. Bu durumda Rusların da Türklerin de ikili ilişkilerin sağlamlığı, faydası ve geleceği konusunda şüphesi olmayacak, bazılarının da Moskova ile Ankara ve Rus ile Türk halkları arasına fitne sokma arzusu dahi kalmayacaktır.