IŞİD için kimi suçlamalıyız? IŞİD'in kökeni hakkında yapılan tartışmalarda birçok insan 2003'te Amerika'nın Irak'ı işgali sonucu ortaya çıktığı sonucuna vardı. Aslında cihatçı grubun ortaya çıkması için gerekli olan zemin yıllar önce Saddam Hüseyin hükümeti tarafından hazırlanmıştı.
1968 yılında darbe ile hükümete el koyan Arap milliyetçisi Baas Partisi sıkı bir laik bakış açısına sahipti. Irak halkının dindar olmasına rağmen 1970 yılına kadar bu görünüm devam etti. Ancak Saddam'ın 1980 yılında İran'a saldırmasıyla bu durum değişmeye başladı.
1980'lerde bir kaç taktik buna örnek olabilir. Saddam Hüseyin Suriye'deki bölgesel rakibini zayıflatmak için İslamcılarla ittifak yaptı, özellikle Müslüman Kardeşler'le. Ancak bu ilişkiler sınırlıydı ve makul şekilde reddedilebilecek bağlantılardı. 1986'da, her nasılsa Baas Partisi dış politikasını resmen İslamcılarla ittifak kurma yönünde değiştirdi. Bu Baas'ın laik düşüncesinden ilk belirgin sapmasıydı.
Değişim rejim medyasının İran'a karşı yapılan savaşı "Cihad" olarak yansıtmasıyla ve yerel bir "İslamlaşma" çabasıyla devam etti. Partinin kurucularından Hristiyan Mişel Eflak'ın ölmesinin ve Saddam Hüseyin'in Eflak'ın ölmeden önce İslam'a girdiğini iddia etmesinin ardından 1989'dan sonra değişim hızlanmaya başladı. Eflak yaşarken "İslamlaşma" düşüncesine karşıydı ve ölmüş bir "Müslüman" olarak yeni bir yöne doğru liderlik edebilirdi, ki etti de.
1991'de Kuveyt'te yıkıcı bir mağlubiyetin alınması ve Şiilerin isyan etmesinin ardından Saddam Hüseyin 1993 yılında İman Kampanyası'nı başlatarak Baas laik-sekülerizminin son kalıntılarını da terk etmiş oldu. Saddam Hüseyin hükümeti kamuoyunu yönlendirmekten ziyade kamuoyunun uluslararası yaptırımlara karşı inançlarına yaslanarak teselli bulma düşüncesine uyuyordu. Ancak rejimin kendisini destekleyen aşiretlere yaslanması ve Irak devletini bir İslam devletine çevirmeye çalışması Irak toplumunda kalıcı değişikliklere yol açtı.
Hükümet Şeriat yasalarının bir versiyonunu uygulamaya başladı. Hırsızların elinin kesilmesi, eşcinsellerin yüksek çatılardan atılması ve fahişelerin toplum içinde infaz edilmesi gibi. Çok sayıda cami inşa edildi, Kur'an çalışmaları ulusal bir odak haline geldi ve orta sınıftaki din adamları toplum liderleri olarak yeni roller aldı. İman Kampanyası'nın ekümenik bir kampanya olduğu iddia edilse de kampanya açıkça Sünni eğilimler içeriyordu ve bundan dolayı devletle Şii nüfusun arasındaki bağlar koparak bölgedeki mezhepsel gerilimleri arttırdı. Ancak Sünni yoğunluklu yerlerde kampanya etkili oldu ve Saddam Hüseyin’in liderliğinde, benim Baasi-Selefizm dediğim dini bir hareket yarattı. Ayrıca bağımsız hareket eden saf Selefilerle rejim arasındaki gerginlikleri de azalttı, istihbarat servisinin ve danışmanlarının Saddam Hüseyin'i uyarmasına rağmen uzun zamandır rejime muhalif olan Selefilere hükümet içinde yöneticilik fırsatları verildi ve en sonunda bu Selefiler hükümetin hakimi olacaklardı.
İman Kampanyası'nın yanı sıra, Saddam rejimi yaptırımlardan kaçabilmek için sınır dışı kaçakçılık sistemi kurdu. Bu 1991'deki Şii isyanı benzeri isyanların çıkmasına karşı olarak kurulan, camiler aracılığıyla fonlanan, yönetime sadık paramiliter Sünni örgütlerin ortaya çıkmasına sebep oldu, Saddam Fedaileri ve Sünni aşiretler gibi. Özellikle batı Irak'ta ortaya çıkan bu gruplar Sünni aşiretler başta olmak üzere yerel nüfusun derinlerine yerleşmiş durumdalar. Şimdi IŞİD tarafından yönetilen bölgede bu gruplardan kalanlar sözde “hilafet”in kalkınması için uğraşıyorlar.
İman Kampanyası'nın az bilinen icraatlarından birisi de askeri istihbarat görevlilerinin camilere sızmasıydı. Bu politikada bir tuzak kapısı vardı: Baasçılığın 90'larda harcadığı çabayla birlikte çoğu Selefi olmuştu. Güvenlik sektörü Saddam Hüseyin hükümeti düşene kadar Selefilikten derinden etkilenmişti.
Irak Ordusu'nun 2003'ten sonra dağıtılıp profesyonel askerlerinin Sünni isyanına verildiği doğrudur. Ayrıca El Kaide'nin Irak'ta -Daha sonraları IŞİD'i kuran yabancılardan oluşan küçük lider çekirdeği- Bucca Kampı gibi Amerikan hapishanelerini eski rejim unsurlarını toplamak için kullandığı da doğru. Ancak önemli gerçek şu ki, IŞİD'in askeri konseyinde liderlik rolünü üstlenenler, daha önceden Saddam Hüseyin’in rejimi altında radikalleşmişti.
Bazı analistler de IŞİD içinde hiç bir zaman Baasçıların darbesi olmadığını çünkü bu adamların uzun zaman önce Baasçılığı bıraktığını tahmin ediyor. İşgalin hemen ardından el Kaide'ye ideolojik bir zorunluluk olarak katıldılar ve 2008-2010 yıllarında el Kaide'nin neredeyse yok edilmesine kadar ayakta kalan son insanlardı çünkü istihbarat ve güvenlik eğitimleri son derece yüksekti. IŞİD'in Suriye'de dramatik şekilde ortaya çıkmasının planları bu Selefileşmiş eski istihbarat çalışanları sayesinde gerçekleşti. 2003'te örgüte katılıp sözde halifeliğin halife yardımcılığına kadar yükselen ve 2014 yılında öldürülen Hacı Bekir bu örneklerden bir tanesi. Saddam Hüseyin tarzı otoriter bir rejim kurdular.
Amatzia Baram'ın "Saddam Hüseyin ve İslam, 1968-2003" isimli kitabında şunlar yazıyor: "2003'te Amerika işgale geldiğinde Irak yeni bir ülkeydi. Artık çok sayıda laik düşüncelere sahip insanların, modern elit yöneticilerin, modern dindar topluluğun olduğu değil derin şekilde dindarlığa giden bir topluluk vardı."
Saddam Hüseyin dini militarizmi ve mezhepçiliği durdurmadı, bilakis silahlı Selefi grupların zeminini hazırladı ve onları sahada kuluçkaya yatırdı. Rejime olan desteği sağlamak ve yeni bir isyan çıkarmak için kullandığı aşiretler, milisler ve dağıtılmış silah depoları bağımsız yeni bir isyan için maddi temeli oluşturmuş oldu.
IŞİD, Saddam Hüseyin rejiminin devrilmesi sonrası oluşturulmuş bir devlet değil; rejimin öbür dünyada hayat bulmuş hali.
23.12.2015
The New York Times'da yer alan bu makale, Mepa News okurları için tercüme edildi.
Bu makalede yer alan görüşler yazara aittir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.