Gerçekten de milletler ancak inançları ve anlayışları ile hayat bulur ve ancak arzuları ve şehvetleri ile ölürler. Bir milletin içinde doğru inançlar ve doğru kanaatler ne ölçüde yayılırsa, bu millet o ölçüde köklerini yeryüzünün derinliklerine salar ve gelişen yapraklarıyla meyve bahçeleri meydana getirir. Öyle ki, insanoğlu hayatın sıkıntılarından, geçim derdinden, nefret, kıskançlık ve ucuz heyecanlar ve geçici zevkler için yarışmanın ateşlerinden onunla gölgelenebilsin. İslam ümmetine gelince, bu ümmet insanlık tarihi boyunca varlığını iki şey sayesinde sürdürmüştür: İlahi bir inanç ve bu ilahi inancın yayılması ve dünyaya yerleşmesi amacıyla akan kan.
İslam ümmetinin hayatiyeti ancak alimlerinin mürekkebine ve şehitlerinin kanına bağlıdır. Ümmetin tarihinin hem alimin mürekkebi hem de şehidin kanıyla yazılmasından daha güzel ne olabilir ki? Öyle ki İslam tarihinin haritası iki renk ile renklenmiştir: Biri siyahtır ve alimin kaleminin mürekkebiyle yazdığıdır, diğeri ise kırmızıdır ve şehidin kanıyla yazdığıdır. Bundan daha güzel olan şey de kan ile kalemin bir olmasıdır. Öyle ki alimin mürekkebi kullanan ve kalemi hareket ettiren eli, kanını feda eden ve ümmeti harekete geçiren eliyle aynıdır. Şehit alimlerin sayısı ne kadar artarsa, ümmet de o ölçüde rehavetten kurtulur, zail olmaktan kurtulur ve uykudan uyanır.
Tarihin satırları kandan başka bir şeyle yazılamaz. Zafer, binasını ancak kafataslarıyla inşa eder. İzzet ve şeref ancak yaralıların ve cesetlerin temeli üzerinde yükselir. İmparatorluklar, seçkin halklar, devletler ve toplumlar ancak bu örneklerle kurulur. Kanlar, kurbanlar, yaralılar, saf ve masum ruhlar olmadan hakikati değiştirebileceklerini veya toplumları dönüştürebileceklerini düşünenler, bu dinin özünü anlamıyorlar ve Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem'in menhecini bilmiyorlar.
Ümmetleri inşa edenlere gelince, onlar sayıca azdırlar. Bazen ümmet, Allah'ın bu dini vesilesiyle kurtardığı bir duruş sergileyen tek bir kişi tarafından inşa edilebilir, tıpkı Ebubekir radiyallahu anh'ın dinden dönenlere karşı duruşu gibi. Tıpkı İmam Ahmed bin Hanbel'in tüm dünyanın suskun kaldığı bidatçiler karşısında, Allah'ın ümmeti vesilesiyle kurtardığı o duruşu gibi...
Küçük bir grup: Onlar inanç ve hırs sahipleridir. Ve bu küçük gruptan daha da küçük bir grup, bu hırsları yaymak ve harekete geçirmek için dünya hayatını bir kenara bırakanlardır. Ve bu seçkin gruptan daha da küçük bir grup, bu hırsları ve ilkeleri zafere ulaştırmak için canlarını ve kanlarını feda edenlerdir. Yani onlar en seçkinlerin en seçkinleridir. Bu yoldan geçmeden zafere ulaşmak mümkün değildir. Bu dinin yapılarının kurulması, sancağının yükseltilmesi ve gemisinin denize indirilmesi, bu yoldan geçilmedikçe mümkün değildir. Bu yol tektir. Aslında bu yol olmadan cennet yoktur:
"Yoksa Allah içinizden cihat edenleri ayırt edip ortaya koymadan, sabredenleri belirleyip meydana çıkarmadan cennete gireceğinizi mi sandınız?" (Âl-i İmran Suresi, 142'nci ayet)
Bu nedenle milletlerin kurucuları ve zaferlerin mimarları azdır. Zafer mimarlığı yapmak isteyen kişiye gelince... Bu kişi, zaferin pahasına ulaşıncaya kadar kanının ve terinin denizleriyle fedakarlıkta bulunmalıdır. Kendi çevresindekilerin kanından ve kendi sorumluluğu altındaki kişilerin oluşturduğu engellerden fedakarlıkta bulunmalıdır. Ve zafer, bu yoldan geçilmedikçe kazanılamaz: Mübarek cihat yolu...
Afganistan topraklarındaki cihadın temelleri küçük bir grup tarafından atıldı: Kabil Üniversitesi'ndeki İslami hareket gençlerinden 14 genç tarafından... Temellerini kesinleştiren ve sağlamlaştıran şey, İslami hareketin evlatlarını yok etmeye kararlı olan tağutların lideri Davud Han ile mücadele etmek için cihat etmenin gerekliliğiydi. Sonunda Afganistan'da cihada başlamaya karar veren yaklaşık 30 genç Peşaver'de bir araya geldi.
Cihat başlangıçta birkaç damla olarak başladı, ta ki Allah bu mübarek insanların içindeki kıvılcımları tutuşturmaya ve cihadı yaymaya karar verene kadar... Ta ki Allah bu cihadın hayrı ile tüm dünyayı kuşatacak şekilde Afganistan topraklarını ve diğer Müslümanları onunla bereketlendirene kadar... Bazıları yeryüzünün harap olduğunu ve bu ümmetin şehadet aşkının tükendiğini düşündü. Bu nedenle Allah, Afganistan topraklarında cihadı yaydı ve İslam dünyasından gençlerden oluşan gruplar cihat ve şehadet arayışıyla Afganistan'a doğru yola çıktılar.
Gerçekten de sayıları birkaç yüzü geçmeyen bu küçük Arap grubu, savaşın gidişatını tek bir ülkenin İslami savaşından, tüm milletlerin katıldığı, tüm renklerin, dillerin ve kültürlerin buluştuğu bir İslam alemi geneli cihat hareketine dönüştürdü. Onlar tüm farklılıklarına rağmen birdiler, yönleri birdi, safları birdi ve hedefleri birdi: Kelimetullahın en yüce olması ve bu dinin yeryüzünde muzaffer kılınması...
Gerçekten de çeşitli milletlerden Müslümanların savaşa katılması uyuyanları uyandırdı ve gaflet içinde olanları aydınlattı. Dahası, zalimleri sarstı, çünkü gerçekten de İslam düşmanları sahayı yakından izliyorlardı. Afgan olmayanların savaşa katılması onlar için büyük bir endişe ve dehşet kaynağıydı. Zira birçok milletin bu şekilde harekete geçmesi ve insanların canlanması onları çaresizliğin eşiğine getirmişti. Ta ki bu çaresizlik ruhlarının derinliklerine kök salana kadar, öyle ki kendilerinin yıkılmanın eşiğinde olduğunu fark ettiler.
Dahası, düşmanlar yabancı bir gönüllü savaşçının Afganistan topraklarına defnedilmesiyle ilgili risklerin de farkındaydılar. Bu sanki dünyaya şunu duyuran bir şeydi: Bu dinin halini değiştirmek için bunun gibi milyonlarca kurban gerekiyor ve bu fedakarlıklar bu savaşçıyla, burada, onun kabrinde buluşmalı, bir araya gelmeli. Böylece kurşunlar tek başına bu dinin onuru, Müslümanların direnişi ve inananların gururu olarak kabul edilsinler.
Ve bazı kandırılmış modernist entelektüeller, bu yoldaki kurbanların boşa gittiğini ve beyhude olduğunu düşündüler. Oysa bilinmelidir ki toprağa düşmüş bu şehitlerin kanı Rahman'ın mizanında ağırdır. İmam Ahmed ve Tirmizi tarafından sahih bir rivayet zinciri ile rivayet edilen bir hadisi hatırlamamız yeterlidir ki Allah Rasulü sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:
"Şehidin Allah katında yedi özelliği vardır: Kanının ilk damlası ile birlikte ona mağfiret edilir. Cennetteki yeri ona gösterilir. Kabir azabından korunur. Kıyamet gününün korkusundan yana emin olur. Başına vakar tacı giydirilir ki o tacın bir yakutu, dünyadan ve dünyanın içindeki her şeyden daha hayırlıdır. Yetmiş iki huri ile evlendirilir. Akrabalarından yetmiş kişiye şefaatçi yapılır."
Gerçekten de bu şehitlerin kanlarından gayrı, bu şehitlerin hikayelerinden gayrı, bu şehitlerin misallerinden gayrı bir tarih yazılmamıştır. Bu şehitler gibilerle milletler kurulur, inançlar hayat bulur ve fikirler muzaffer kılınır.
Basiretsiz gözlere, dar zihinlere, çağın ve mekanın sınırları içinde kuşatılmış bir kimseye, bu şehitlerin hikayeleri yaşanmış ve bitmiş birer hikaye gibi görünebilir. Bu kimselere göre ölümün ağzı açılmış, bu şehitleri yutmuş, ne yaşlıları ne de gençleri geri bırakan çarkıyla onları aşıp gitmiştir.
Oysa basiretli göz ve aydınlık kalp bilir ki bu fedakarlıklar gelecek nesillerin, uzaktaki medeniyetlerin azığıdır. Bu hikayeler, fedakarlıklar ve misaller, bu yolculuğu bu yolculardan öğrenmek veya bu salih seçkinlerin ayak izlerini takip etmek isteyenler için, bu dinin yolundaki mühim işaretler olarak kalacaktır.
"İşte bunlar Allah'ın hidayet ettiği kimselerdir, öyleyse sen de onların yoluna uy." (Enam Suresi, 90'ıncı ayet)
Gerçekten de, şehitlerden olan bu örnek kişiler, zenginlik ve mutluluğa ulaşmak için bu maddi dünyanın zincirlerinden ve prangalarından kurtularak Afganistan topraklarına geldiler, Afganistan dağlarında yaşadılar, ta ki Allah subhanehu ve teala onları şehadetle onurlandırana kadar...
Allah subhanehu ve teala'dan bizi onlarla birlikte cennetin en yüce yerinde peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salihlerle birlikte haşretmesini, bizi kendi yolunda şehadetle nimetlendirmesini ve bizi saadetli bir son vermesini niyaz ederiz.
Öyleyse, ey hırs sahipleri ve ey davetin taşıyıcıları, bu din konusunda kanınızı akıtmak hususunda cimrilik etmeyin. Eğer gerçekten ciddi ve samimi iseniz, kanlarınızı ve canlarınızı, onları önce size bahşeden, sonra da sizden satın alan alemlerin Rabbinin huzuruna koyun:
"Şüphesiz ki Allah, müminlerden canlarını ve mallarını cennet karşılığında satın almıştır. Onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürür ve ölürler." (Tevbe Suresi, 111'inci ayet)
Ey gençler! Ey İslam'ın evlatları! Günahlarımızı ne temizleyecek? Hatalarımızı ne arındıracak? Ve kirlerimizi ne giderecek? Tüm bunlar şehadetimizde akan kan olmadan yıkanmayacaktır ve bilin ki bu yoldan başka yol yoktur. Aksi halde hesap zor olacaktır. Mizan beklemektedir, sırat hazırdır ve zamanınız tükenmektedir. Öyleyse akledin.
Salat ve selam efendimiz Muhammed sallallahu aleyhi vesellem'in, âlinin ve ashabının üzerine olsun.
Abdullah Azzam'ın "Şehidin Vasiyeti" ve "Şehit Şeyh'ten Alimlere Mesaj" başlıklı derslerinden alınan bu değerlendirmedeki ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.