Biri karşınıza geçip "seni mutlaka yok edeceğim" dese ne yaparsınız? Bu sorunun cevabı muhtemelen herkesçe aynıdır. İlk yapılacak şey önce durumu anlamlandırıp ardından tedbir almaktır. Zihninizde "bu sözü kim neden bana söyledi" sorusuna binaen "ben şimdi kendimi nasıl bu durumdan korurum" düşünceleri beraberinde gelecektir. Gerçi bir kişi karşınıza geçip sebepsiz yere neden "seni mutlaka öldüreceğim" desin ki?
Bu tehditvari söylem İslam tarihi boyunca Müslümanların yüzüne binlerce kez söylenmiştir. Peygamber efendimizin ve etrafındakilerin sayısının 40'ı bulması ile açıktan yapılan davetle Mekke'nin önde gelen müşrikleri Peygamber efendimizi ve inanan diğer Müslümanları bu şekilde tehdit etmiştir. İmanlarından vazgeçmediklerini fark eden Mekkeli müşrikler sözlerinin arkasında durup Müslümanlar zulümle yok etmeye çalışmıştır.
İslam tarihi boyunca Müslümanlar sadece Peygamber efendimiz döneminde zulüm görmemişlerdir. Nübüvvetten sonra devam eden hilafetin ardından baş gösteren saltanat dönemiyle birlikte Müslümanlar hem kendi iktidarları altında hem de kafirler tarafından zulüm görmeye devam etmiştir. Şairin "Ebu Leheb ölmedi, kıtalar dolaşıyor" dizlerinde de dediği gibi nübüvvetten sonra Ebu Leheblerin sayısı artarak günümüze kadar devam etmiştir.
Fakat bu süreç içerisinde zulüm aynı olsa da Müslümanların zulme olan tepkileri farklılaşmıştır. Öncelikle Mekke döneminde Peygambere ve inananlara çok ağır zulümler yapılsa dahi Müslümanların elinde herhangi bir güç ve imkan olmadığı için karşılık veremeseler de izzet ve şereflerinden de ödün vermemişlerdir. Açlık, ötekileştirme, fiziki ve psikolojik şiddet bu dönemde had safhaya çıkmıştır. Medine döneminde ise aynı zulüm devam ettirilmeye çalışılsa da Müslümanlar devlet adında bir güce sahip oldukları için buna izin vermemişlerdir. Tarih içerisinde de Müslümanların başında bulunan yöneticilere göre bu zulüm artmış ya da azalmıştır. Bu süreç Osmanlının yıkılması ve hilafetin ilgasına kadar bu şekilde sürmüştür. Hilafetin kaldırılmasıyla beraber ise Müslümanlara uygulanan şiddet ve zulüm Mekke dönemine geri dönmüştür. Çünkü Müslümanlar devletsiz, güçsüz ve başsız kalmıştır.
Şimdi şunu düşünelim: Çocuk parkında kendisini koruyacak kimsesi olmayan bir çocuğu diğer zorba çocuklar itip kalkar ve elindeki değerli şeyleri alırsa kim bu çocuğa yardım edebilir? Evet, hiç kimse yardım etmez.
Son İslam devleti Osmanlı'nın da yıkılması ile Müslümanlar başsız ve güçsüz kalmıştır. Dünyanın en doğusundan en batısına Müslümanlar 100 yıldır kukla yöneticiler altında var olma mücadelesi vermektedir. Birinci Dünya Savaşı, İkinci Dünya Savaşı, Soğuk Savaş ve ABD hegemonyası…
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra oluşan çift kutuplu sistemde Müslümanlar genelde bir taraf seçmek durumunda kalmış ve kendi gündemlerinden uzak tutulmuştur. Bu durumun aksine Sovyet Rusya'nın dağılması ve ABD'nin tüm dünyada tek hakim konumuna gelmesiyle yeni bir dönem başlamıştır. Bu süreçte ortaya birçok tez atılmıştır. Fukuyama tarihin sonunun geldiğini söylemiş, buna karşılık Samuel Huntington ise "Medeniyetler Çatışması" teziyle ABD için yeni düşmanlar belirlemiştir. Çünkü ABD'nin hakim güç olmasının önündeki en büyük engel olarak İslam'ın maddi ve manevi yükselişi bulunmaktaydı.
Gelelim soğuk savaş sonrası ABD'nin Müslümanlara karşı her defasında söylediği "seni mutlaka yok edeceğim" sözüne...
Elbette de burada kişinin ilk aklına gelecek olan Irak, Afganistan, Filistin ve Somali gibi ABD'nin doğrudan müdahil olduğu bölgeler olacaktır. Peki dolaylı olarak Pakistan, Filipinler, Keşmir, Myanmar, Mısır, Libya gibi uzayıp giden ülkeler listesinde ABD hangi amaçlarla politika oluşturmakta ve bu bölgeleri kanla tasarlamaya çalışmaktadır?
Aslında bu sorulara yanıtı 23 yıl önce ABD Başkanı George Bush'un açıklamasında bulabiliriz. Bush yaptığı açıklamada Müslümanları kast ederek dünya üzerindeki her terörist grubun yok edilmeden başlattıkları savaşın sona ermeyeceğini ve bu savaşta insanların "ya teröristlerden ya da ABD'den yana olacağını" ilan etmiştir. İslam'ın barış dini olduğunu, kendilerine saldıranların ise terörist olduklarını söylemiştir. Yukarıdaki sadece aklımıza ilk gelen örneklerden oluşan ülkelerde cereyan eden meselelere ABD'nin doğrudan ya da dolaylı olarak müdahil etmesinin temel gayesi aslında Bush'un konuşmasında geçen cümlelerle açıkça beyan edilmiştir.
Peki bu süreçte elindeki tüm güçle bize doğru saldıran bir düşmana karşı Müslümanların başındaki idareciler ne yapmaktadır? Adeta uysal bir koyunun boynunu bıçağın altına koyduğu gibi Müslümanların da ABD'nin elinde tuttuğu bıçağın altına yatması için çaba sarf etmektedir.
Uzun lafın kısası, son 200 yıldır her eline bıçağı alanın Müslümanları uysal bir koyun olarak görmek isteği bir dünyada yaşıyoruz. Biraz başımızı kaldırıp boynumuza dayanan bıçağa karşı koymaya çalışsak terörist olarak yaftalanıyoruz. Bazılarımız çok önceden uysal koyun olmayı içselleştirmiş durumda, bazılarımız ise bıçağa karşı direniyor. Fakat Filistin'de, Myanmar'da, Arakan'da, Afrika'nın çeşitli ülkelerinde daha fazla Müslüman başı kesilmesin istiyorsak önce uysal koyun olmayı bırakmamız gerekiyor.
Bu değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.