Herhangi bir sırtlandan veya herhangi bir ayıdan bahsetmiyoruz. Bu hikâye Beydeba’nın Kelile ve Dinme’sinde geçen bir hikâyeye veya La Fontaine’den bir masala atıf değil. Son derece gerçek ve bir o kadar da derin acılar yaşatan bir sürecin barbar failleri arasında yaşanan kirli ve kanlı ilişkiden bahsediyoruz.
‘Sırtlan’, Abdullah Öcalan ve Beşşar Esed’in çok yakın dostu ve yoldaşı Mihraç Ural’ın kod adı. Banyas ve Reyhanlı’dakine benzer birçok katliamın birinci dereceden sorumlusu olarak biliniyor. Sınır ve sahil bölgelerinde etnik ve mezhebi temizlik operasyonlarını planlayıp komuta eden Mihraç Ural kamuoyunun gündeminden hemen hiç düşmeyen üst düzey bir Şebbiha olarak faaliyetlerine devam ediyor. Hem de öyle gizli saklı filan değil alenen ve gayet alaycı bir takım pozlar vererek yapıyor bunu.
Belgeler Sahteyse Fotoğraflar Nasıl Gerçek?
Suriye Ulusal Diyalog Kongresi’nin gerçekleştirildiği Soçi’de Mihraç Ural esasen Türkiye ve beraber hareket ettiği direniş gruplarına yönelik çirkin bir dayatmanın ve küçük düşürücü bir tahakkümün gayet planlı bir organizasyonu olarak boy gösteriyordu. Elbette Soçi, Astana veya Cenevre kongrelerine Esed/Baas isimli terör rejimi adına temsilci sıfatıyla katılanlar diplomatların da ellerine binlerce insanın kanını bulaştırmıştır. Fakat Mihraç Ural’ın bu zirveye davetli olarak katılması, hayranlarıyla beraber selfy çekip sosyal medyada paylaşıma açılması en şiddetlisiyle bir diplomatik skandal, tahrik ve tahrip gücü yüksek bir siyasi sabotaj olarak tarihe geçmiştir.
Mihraç Ural’ın ve başında bulunduğu terör örgütünün Suriye ve Türkiye’de işlediği cinayetler, giriştiği katliamlar hususunda herhangi bir tereddüt yok. Zaten bu sebeple uzun bir dönemdir ama hassaten 11 Mayıs 2014’te 52 insanın katledildiği, yüzlerce insanın ağır yaralandığı ve büyük bir yıkıma sahne olan Reyhanlı’daki bombalı saldırının ardından Kırmızı Bülten’le aranıyor. Aranıyor fakat gelin görün ki hiç aranmıyormuş gibi hatta onsuz çözüm olmazmış gibi Soçi’de düzenlenen kongrede pişmiş kelle misali vitrinde arzı endam ediyordu.
Reyhanlı’da gerçekleşen katliam bir numaralı sanığıyla Türkiyeli diplomatlar yüz yüze gelince Rusya Federasyonu Dışişleri ve Savunma Bakanlıkları nezdinde derhal girişimde bulunmuşlar. Nasıl bir girişim bu ve ne talep edilmiş? Davetliler listesinde adı yoktu nasıl oldu da kongrede hazır bulunuyor meselesinin ‘izahatı’ istenmiş, mesela! Ayrıca Türkiye tarafından duyulan rahatsızlık da kayda geçirilmiş. Neyse ki problemin çözümü için Rusya tarafı konuyu ivedilikle inceleyeceklerini ve sonuçla ilgili bilgi vereceklerini bildirmiş. Ya işi ağırdan alsalar veya sonucu bildirmeyi kabul etmeseler düşünün bir nasıl bir diplomatik kriz yaşanırdı!?
Rusya’nın ilk izahatına baktığımızda kırmızı bültenle aranan katliam sanığı Mihraç Ural’ın ülkeye sahte belgelerle girerek farklı yerlerde fotoğraf çektirip şov yaptığı kayıtlara geçirilmiş. Bunun üzerine Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, Reyhanlı katliamının faili ‘sırtlan’ın tutuklanıp Türkiye’ye teslim edilmesini talep ederken şunu ekliyordu: “Rusya çalışmalar yapıp bize dönecek. Konuyla bizzat Rusya Devlet Başkanı Putin ilgileniyor.” Evet, ‘sırtlan’ kod adlı Mihraç Ural, Abdullah Öcalan ve Beşşar Esed’in yoldaşı fakat bunların hepsi birlikte Vladimir Putin’in besleyip büyüttüğü katliam organizatörleri değil mi?
Sürprizler Karşılıklı Olunca Güzeldir
Suriye ve Türkiye’yi ipotek altında tutmak, askeri ve diplomatik sahada rotasını belirlemek, iktisadi ve siyasi alanda muhtaç ve bağımlı kılmak üzere önemli misyonlarla teçhiz ettiği bu türden aktörleri sadece Rusya’nın değil Amerika ve Avrupa devletlerinin de kendi elleriyle Türkiye’ye teslim etmesi pek imkân dâhilinde gözükmüyor. Peki, diplomatik iade dışında Türkiye’nin başka bir girişimi olamaz mı? Olur, olmalıydı da. Ama ne yazık ki dış politikada sıkı sıkıya bağlı olunan kısırlaştırıcı teamüller sonuç alıcı farklı seçeneklere yeterince fırsat tanımadı. Bunun bir kudret meselesi olduğu kadar bir cesaret ve şartlar olgunlaştığında gemileri yakma meselesi de olduğu aşikârdır.
Aile ilişkilerini ayakta tutmak için hep tavsiye şöyle edilen bir şey vardır: “Ona küçük sürprizler yapın!” Bu sürprizler yapma alışkanlığını dost ve müttefik ülkelere de uygulamakta büyük faydalar vardır. Çünkü teamüllere sıkı sıkıya bağlılık muhataba güven verir gibi gözükse de esasen küstahlaşma, şantaj ve tehdide girişme, tahkir ve tezyif edici sabotajlara yönelme gibi kışkırtıcı zaafları içermektedir. Mesela öncelikle Amerika, Rusya ve İran’ın ‘terör örgütü’ yaftası yapıştırdığı direniş gruplarından uzak durma ve işbirliğinden korkma gibi askeri-politik davranış modellerini hızla terk etmek gerekir.
Baksanıza Türkiye Afrin’e yönelik Zeytin Dalı harekâtıyla meşgul olurken sırtlanlar ve sahipleri hep birlikte İdlip cephesini çökermek üzere saldırıyorlar. Türkiye Heyeti Tahriri Şam ve Ahrar-uş Şam’a destek vermekte tereddüt yaşadıkça onlar içeride dışarıda Özgür Suriye Ordusu’nu dahi terör unsuru olarak yaftalama yarışına giriyorlar. Rusya ve İran’ın kanatları altında katliama girişen Esed’in Şebbihalarına, Amerika’nın kanatları altında tehcir ve katliamlarını hızlandıran PKK/PYD militanlarına karşı Türkiye’nin yapması gereken sürprizler kimse için bir muamma veya bulmaca gibi olmamalı. Sürekli izahat beklemek yerine müttefik devletlere gerektikçe bazı diplomatik izahatlar yapılmasında bir sakınca değil tahminlerin çok ötesinde avantajlar olur.
Gereğince sahada olan, sahada olanı destekleyen ve sahip çıkan pek fazla izahat meselesini filan da ciddiye almaz. Sırtlanlar ayıların gücüne güvenerek saldırıyorlar. Ayıyla dalaşmamak için çalıyı dolaşmanın makul bir izahı varsa da sırtlanların postunu delik deşik edip duvara çivileyememiş olmanın tecrübesizliği, yetersizliği hiç de izah kaldırır gibi durmuyor.
Bu makalede yer alan görüşler yazara aittir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.