Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in Soçi'deki Devlet Başkanlığı Rezidansı'nda saatler süren görüşmesi sonucunda Suriye'nin kuzeyiyle ilgili anlaşmaya varıldı. İkili zirvede alınan kararlar, 29 Ekim günü Cenevre'de gerçekleşecek olan Suriye'nin ilk anayasa kurucu komitesi öncesinde sahadaki dinamikleri şekillendirecek.
Buna göre, 150 saat içinde YPG güvenli bölgeden çıkarılacak ve 150 saatin sonunda 10 kilometre derinliğinde Türk-Rus devriyeleri başlayacak. YPG'nin, Tel Rıfat ve Münbiç'ten de çekilmesi hedefleniyor.
Uzmanlar, anlaşmanın Türkiye'nin güvenlik endişelerini büyük ölçüde giderdiğini ve önümüzdeki dönemde Suriye'deki barış çabalarına katkı sağlayacağını düşünüyor. Zira örneğin YPG'nin Tel Rıfat'tan çıkarılması, bu alanlardan Afrin ve Fırat Kalkanı bölgesine yönelik saldırıların önüne geçilmesini sağlayacak.
Oxford Üniversitesi'nde misafir öğretim üyesi ve Valdai Kulübü uzmanı Galip Dalay, Rusya'nın Soçi zirvesinde "quid pro quo" politikasını izlediğini, yani Türkiye'ye verdiği şeylerin karşılığında kendi çıkarları doğrultusunda da kazanımlar elde ettiğini belirtiyor.
"Dolaylı olarak Esed'i tanıma anlamına geliyor"
Uzmanlar, ayrıca, Soçi mutabakatında Türkiye'nin isim vermeden de olsa Esed rejiminin Suriye'de siyasi güç olarak tanınmasını kabul ettiğine dikkat çekiyor. Keza Rus askeri polisi ile Suriye sınır muhafızlarının, Türkiye'nin Barış Pınarı Harekatı alanının dışında kalan Türkiye-Suriye sınırının Suriye tarafına 30 kilometrelik bir alana girmesi ve YPG'nin güneye çekilmesini sağlaması öngörülüyor.
Euronews Türkçe'ye konuşan Dalay, "Bu anlaşma, Ankara'nın dolaylı olarak Esed rejimini tanıdığı anlamına geliyor. Türkiye artık ABD'yi Rusya ile, Suriye Demokratik Güçleri'ni de kendi sınırında Esed güçleriyle ikame ediyor. Bu da Türkiye'nin yavaş yavaş Suriye muhalefetinden vazgeçeceği anlamına geliyor. Dolayısıyla bu sürecin kaybedeni Özgür Suriye Ordusu." diyor.
Soçi zirvesinin ardından Putin ile telefonda görüşen Esed ise, "Suriye topraklarının herhangi bir bahaneyle işgal edilmesini tamamen reddediyoruz," dedi.
Dalay, Rusya ve İran destekli Esed güçleriyle muhaliflerin yoğun çatışmalarına sahne olan İdlib'de önümüzdeki dönemde zor günler yaşanacağını öngörüyor; zira mevcut durumun sürdürülebilir olmayacağı kanaatinde.
"Hem rejim hem Rusya buranın Esed yönetimine geçmesi için bastıracak," diye belirtiyor Dalay.
Omran Stratejik Araştırmalar Merkezi'ne bağlı bir Suriye uzmanı olan Navar Şaban da aynı fikirde. Euronews Türkçe'ye konuşan Şaban, "sonuç metnine İdlib konusuna bir referans konmamasının ve Erdoğan ile Putin arasındaki ortak basın açıklamasında Putin'in İdlib'in istikrarı konusunda herhangi bir açıklamada bulunmamasının endişe verici olduğunu" düşünüyor.
Şaban, kurulacak olan güvenli bölgeye Türkiye'den yerleştirilmesi öngörülen bir milyona yakın Suriyeli mülteci konusunun da önümüzdeki dönemde kritik bir mevzu olacağı düşüncesinde:
"Bu bölge Türkiye destekli bir yönetim tarafından idare edilecek. Ama İdlib'de Rusya tarafından yoğun bir operasyon gerçekleşmesi durumunda bu bölgeye İdlib'den mülteciler de gönderilecek mi? Türkiye'den bölgeye yerleşmeye istekli olmayan mültecilerin durumu ne olacak?"
Dolayısıyla, Şaban, bölgeye mültecilerin gönüllü dönüşünü kolaylaştırmak gerektiğini düşünüyor.
"Rusya ile Türkiye'nin ortak devriyeleri Rasulayn'ın daha ötesine geçmeyecek ve bu anlaşmanın tüm bu alanlardan YPG'nin çekilmesini sağlayacağı artık netlik kazandı. Ancak bu alanı kimin yöneteceği, rejimin mi geçici hükümetin mi devreye gireceği gibi kritik unsurlar halen belirsizliğini koruyor," diye ekliyor Şaban.
YPG, Suriye Milli Ordusu ve Esed rejimi arasındaki olası alan paylaşımı, mutabakat metninde yer almadığı için yoruma açık bir konu.
Dalay ise, "Türkiye ile Rusya alan paylaşımı konusunda kuvvetle ihtimal ki anlaştılar, ama deklare etmiyorlar. YPG sadece sınırdan 30 kilometre aşağıya gidecek, ama ayrıntılar önümüzdeki dönemde açıklanabilir," diyor.
Merkezi Ankara'da bulunan 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Milli Güvenlik ve Dış Politika Araştırmaları Merkezi başkanı Erol Başaran Bural ise, Ayn-el Arap ve Resulayn arasındaki 30 kilometre derinlikteki bölgenin tamamen Türkiye'nin kontrolünde olacağını, diğer bölgelerde ise Rusya ve Türkiye'nin müşterek bir modelinden söz edilebileceğini vurguluyor.
Euronews Türkçe'ye konuşan Bural, Türkiye ile Suriye devleti arasında 1998 yılında imzalanan ve Türkiye'nin sınır-ötesi operasyonu için kolaylaştırıcı imkanlar sunan Adana Mutabakatı'nın da Soçi mutabakat metnine dahil edilmesinin Türkiye'yi Suriye ile yeniden diyaloga zorladığını da belirtiyor.
Soçi mutabakat metninin dördüncü maddesinde, tarafların Adana anlaşmasının önemini kabul ettikleri ve Rusya Federasyonu'nun bu anlaşmanın uygulanmasını mevcut koşullar altında kolaylaştıracağı kaydediliyor.
Artık operasyon ihtimali yok mu?
Peki Rusya-Türkiye arasında Soçi'de uzun süren bir görüşme trafiği neticesinde varılan anlaşma, ABD ile Türkiye arasındaki 5 günlük koşullu ateşkes mühletinin de sona erdiği düşünüldüğünde Barış Pınarı Operasyonu'nu sahada ve söylemde tamamen noktaladı mı? Bu konuda bazı şüpheler halen var.
"Her ne kadar sahada bir operasyon kısa sürede olmasa da, Türkiye'de iktidar iç politik gerekçelerle askeri operasyon atmosferine halen ihtiyaç duyuyor; zira iç siyasetteki bazı gelişmeleri normalleştirmek için milliyetçi duyguların en azından söylem düzeyinde güçlü tutulması tercih edilecektir," diyor Dalay.
Anlaşmanın kağıt üzerinde kalmayarak sahada barış ve istikrarı getirmesinin de uygulamanın izlenmesine bağlı olduğu uzmanların hemfikir olduğu bir başka nokta.