(Bu analiz, Anadolu Ajansı'nca yayınlanmış ve Mehmet Öztürk tarafından kaleme alınmıştır. Analizde yer alan görüşler yazara aittir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.)
Sovyetlerin Afganistan hezimeti ve ödenen ağır bedel
“Dostluk Köprüsü” o dönem Sovyetler Birliği'nin Özbekistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti üzerinden Afganistan’a komşu olduğu Amu Derya (Ceyhun) nehri üzerinde kurulmuş ve 12 Mayıs 1982'de açılışı yapılmıştı. Afganistan’ın Belh vilayetine bağlı Hayratan kasabasını Özbekistan’ın Tirmiz kentine bağlıyordu. Normal dönemlerde iki ülke ilişkilerine, özellikle de bir kara ülkesi olan ve bu yüzden komşularına bağımlı Afganistan’a faydalı olabilirdi; ama köprünün inşa edilmesindeki asıl amaç, üç sene önce (27 Aralık 1979) Afganistan’ı fiilen işgale başlamış fakat Afgan halkının destansı mücadelesinden dolayı zor duruma düşmüş Kızıl Ordu’ya lojistik desteği hızlandırmaktı.
Hızlı bir zaferi hedefleyen Sovyetler’in Moskova’da yaptığı hesaplar, 1979'dan 1989'a kadar devam eden Afganistan işgalinde tutmamıştı. Afganistan'dan prestijlerini en az zarara uğratarak çıkmaya karar verdiler. Çekilmeye başladılar ve son Sovyet askeri işte bu Dostluk Köprüsü'nden 15 Şubat 1989’da çekildi.
9 yıl bir ay 19 gün süren Sovyet işgalinin ve Kızıl Ordu’nun Hindukuş dağlarında ağır bir hezimete uğrayarak çekilmesinin sadece bölge açısından değil, tüm dünya için önemli ve hatta dönem kapatıp açan etkileri oldu.
Hezimetin ideolojik boyutu
Müslüman bir ülkenin halkı dini motivasyonla (daha da açık ifade edilirse İslami ideolojiye sarılarak) bir başka ideolojiyi, yani komünist ideolojiye sahip Sovyetler Birliği’ni, donanım ve imkân açısından büyük dengesizliklere rağmen savaş meydanında hezimete uğrattı. 20. yüzyılın son çeyreğinde İran’da, ABD destekli Şah rejimine karşı İslam adına (tüm mezhebi tartışmaları bir kenara bırakarak) kapitalizme karşı kazanılan zaferin ardından, Afganistan’da komünizme karşı İslam’ın zafer kazanması, Müslümanların kendilerine olan güvenlerini artırdı. Daha da önemlisi, bir medeniyet tasavvuru olarak İslam güçlü bir şekilde dünyanın gündemine geldi.
Her iki başarının da daha sonra evrildiği boyut ve olumsuzluklar ve İslami medeniyet tasavvurunun algı yöntemleriyle şeytanlaştırılması tabii ki bir başka değerlendirmenin konusu.
Küresel ölçekteki sonuçları
Sovyetler’in Afganistan’ı işgali, ABD öncülüğündeki Batı’ya, SSCB’ye karşı Afganistan’da bir vekalet savaşı fırsatı verdi. Savaş Afganların canı ve kanı ile kazanıldı. Batı, ilk dönemlerinde ümitli olmadığı savaşı, daha sonraki dönemlerinde “Afgan mücahitlerine” destek vererek neticesini kendi lehine yontmayı başardı. Savaşın sonunda Sovyetler’in çökmesiyle birlikte Batılılar burunlarının dibindeki büyük, üstelik nükleer bir tehdide karşı rahat nefes aldılar.
Sovyetler’in Afganistan’da yenilmesi ve ardından çözülmesiyle Soğuk Savaş ve çift kutuplu dünya düzeni sona erdi. ABD dünyanın tek süper gücü olarak meydanda kaldı. Bu bir yerde, Soğuk Savaş döneminin iki süper gücünün dünyanın çeşitli bölgelerinde yürüttüğü “vekalet savaşları”na bir “ara” verilmesi manasına da gelecekti.
Doğu Avrupa, Kafkaslar ve Orta Asya’da bağımsızlığı hayal bile edemeyen devletler, bağımsızlıklarını kazandılar. Bunlardan bir kısmı Batı ittifakı tarafına geçerken diğer kısmı dünyayla bağlarını güçlendirmekle birlikte, Sovyetler’in halefi olan Rusya Federasyonu’nun nüfuz sahası içinde kaldılar. Orta Asya’da bağımsızlıklarını kazanan ülkelerde, önceki dönemde siyasi olarak etkin bulunan liderler, parti isimlerini değiştirerek iktidarlarını sürdürmeye devam ettiler.
2 bin 430 kilometrelik Afganistan-Pakistan sınır bölgesi, hem bölge ülkeleri hem de bu bölgede güvenli sığınak bulup yuvalanan ve operasyonlarını “franchise” üzerinden neredeyse tüm dünyaya yayan El-Kaide gibi örgütler üzerinden, dünya için istikrarsızlık kaynağı konumuna geldi. Bu tür örgütlerin filmleri geri sarsıldığında, dönüp dolaşıp geleceği yer büyük oranda bu bölgelerdir.
Sovyetlerle savaşmak üzere Afganistan’a gelenler, geri döndükleri bölge ve devletlerde örgütler kurup, silahlı mücadeleye başladılar. Dünyanın dört bir yanına yayılmış irili ufaklı El-Kaide örgütlerini (Magrip El-Kaidesi, Yemen El-Kaidesi, Irak ve Suriye El-Kaideleri, Filipinler Mindanao’da Ebu Sayyaf örgütü vs), Somali’de Eş-Şebab, Nijerya’da Boko Haram örgütü ve hatta DEAŞ örgütünü bu cümleden sayabiliriz.
Soğuk Savaş dengesinin bozulmasının ardından Çin ve Hindistan gibi yeni ekonomik ve askeri güç odakları görünür olmaya başladılar.
İşgalin Sovyetler ve komünist blok açısından maliyeti
Soğuk Savaş olarak adlandırılan dönemin iki süper gücünden biri ve daha da önemlisi sahip olduğu nükleer silahlar açısından dünyanın en büyük askeri gücü olan Sovyetler Birliği, Afganistan’da ölümcül bir yara aldı ve bir müddet sonra (31 Aralık 1991) “Komünist İmparatorluk” henüz yüzüncü yılını bile tamamlayamadan çöktü. Afganistan işgalinin yol açtığı siyasi, askeri ve ekonomik kötüleşme nedeniyle Sovyetler Birliği’nin yıkılması kaçınılmazdı ve nitekim yıkıldı da.
Yenilemez denilen Kızıl Ordu Afganistan’da yenildi ve Sovyet resmi rakamlarına göre, Hindukuşlar’da (savaşta kaybolanlar da dahil) 14 bin 751 kayıp verdi. Yani resmi rakamlara göre, Kızıl Ordu her gün 4,42, yılda ise bin 613 asker kaybediyordu. Bu rakamlara Afganistan komünist ordusunun kayıpları dahil değildir. Savaşta yaralanan, sakat kalan ve hasta olan asker sayısı ise 470 bin civarındaydı. On yıllık savaşta 620 bin Sovyet askeri Afganistan'a ayak basmıştı.
Zayiat sadece bununla da sınırlı değildi. Yine resmi rakamlara göre, aralarında 451 helikopter ve uçak, 147 tank, 443 top, 11 bin 369 kamyon ve petrol tankerinin de bulunduğu maddi zayiat, Sovyetler’i hem askeri ve hem de ekonomik olarak çökertti. Savaşın getirdiği milyarlarca dolarlık savaş yükü (50 milyar dolar olarak tahmin ediliyor) Sovyetler’in belini bükmüştü. Sovyetler Birliği bu savaşın ardından zaten fazla yaşamadı.
Sovyetler’in şahsında komünizm, Afganistan’da İslami güçlerden ağır bir yara aldı. İdeolojiler ölmez ama Sovyetler’in dağılmasıyla birlikte komünist ideolojinin dünya üzerindeki etkisi de epey zayıfladı.
İşgal sonrası dönemde ABD ve Batı
ABD Afganistan’da Vietnam’ın intikamını alma fırsatı yakaladı ve bunu iyi bir şekilde değerlendirdi. Aslında ABD’nin “Mücahitlere” hatırı sayılır yardımı işgalin ilerleyen yıllarında oldu. ABD uçaksavar “Stinger” füzeleri vermeye başladığında savaş Afgan direnişçiler açısından kazanılma noktasındaydı. Buna rağmen ABD, Afgan direnişini kendisine mal etmeyi bildi.
ABD ve Batı adeta tek kurşun bile atmadan rakibi olan bir süper güçten kurtuldu ve uluslararası arenada ABD tek süper güç olarak kaldı. Sovyetler’in çöküşüyle birlikte bağımsızlıklarını kazanan ülkeleri kendi tarafına devşirmeyi bildi ve eski Sovyet (Rus diye de okuyabiliriz) nüfuz sahasına derinlemesine daldı. İlerleyen dönemlerde ise Afganistan’ı büyük bir üs haline getirmeyi başardı. Meşum 11 Eylül hadiselerinin ardından Afganistan’a girdi, mevcut Afgan yönetimi ile “İkili Güvenlik” anlaşması imzalayıp Orta Asya üzerinde Rusya Federasyonu, Pakistan, Çin ve Hindistan’a hâkim bu ülkedeki askeri varlığını 9 askeri üsle daimî bir hale getirdi.
Afganlar için zaferin bedeli ağır oldu
Afganistanlılar Kızıl Ordu’ya karşı büyük bir zafer kazandılar ama Sovyetler’e karşı mücadele veren liderlerin kifayetsizliği ve ihtiraslarından dolayı büyük bir istikrarsızlık dönemine girdiler. Ülkede savaş hâlâ sürüyor ve yeni, büyük bir vekalet savaşına doğru hızla sürükleniyorlar.
Dünyanın en büyük gücüne karşı verdikleri mücadeleyi ağır bir fatura pahasına kazandılar: Bir milyonun üzerinde "şehit", yüz binlerce dul ve yetim. Ülke nüfusunun üçte biri göçmen oldu. Halen Pakistan, İran ve dünyanın diğer devletlerinde yüzbinlerce Afgan, sığınmacı durumunda bulunuyor.
Ülkenin altyapısı tamamen çöktü; zaten dünyanın en geri kalmış ülkelerinden biri olan Afganistan büyük bir yıkıma maruz kaldı. Afganistan çevresini ve daha da önemlisi dünyayı tehdit eden istikrarsız bir ülke haline geldi. Zaten Sovyet işgali sonrasında başlayan iç savaş, Taliban'ın ortaya çıkması ve başka bir süper gücün Afganistan'ı işgali hesaba katıldığında, huzur ve istikrarın ülkeye dönmesi beklenemezdi.
İstikrarsız bir Afganistan radikal hareketler için mümbit bir zemin haline geldi. Sovyetler’le savaş için gelen ve Afganistan’da savaş deneyimi kazanıp ülkesine dönenler, bulundukları yerlerde silahlı hareketler oluşturarak gittikleri bölge ve ülkelerde istikrarsızlaştırıcı unsurlar haline geldiler.
Afgan “Cihadı”ndan neredeyse herkes istifade etti. Paradoksal bir şekilde bu savaşın en büyük kaybedeni Afganistan halkı oldu. Afgan halkı hâlâ bu savaşın kendilerine getirdiği yıkımla uğraşıyor.
Sovyet işgali sonrası ülke 2001'e kadar devam eden bir iç savaş sürecine girdi. 11 Eylül saldırıları, Afganistan'ı ABD müdahalesine açık hale getirdi. ABD “tarihindeki aralıksız en uzun savaşını” hâlâ Afganistan’da veriyor. Gelişmelerden, savaşın önümüzdeki günlerde daha da şiddetleneceğinin sinyalleri alınıyor.
Sovyetler Dostluk Köprüsü'nden son askerini 29 yıl önce çekti. Ama onların sebep olduğu istikrarsızlık, aradan geçen on yıllara rağmen hâlâ sadece Afganistan’ı değil, tüm dünyayı etkiliyor.