Kimse Biden hükümetini Suudi Arabistan'ı gerektiğinden fazla övmekle itham edemez. Bu nedenle, Devlet Bakanı Antony Blinken'ın 5 Mayıs tarihinde sosyal medyadan şu açıklamayı yapması kafalarda bazı soru işaretleri oluşturdu: "ABD ve Suudi Arabistan Krallığı, Sudan Silahlı Kuvvetleri ile Hızlı Destek Kuvvetleri arasında Cidde'de gerçekleştirilen müzakere öncesi görüşmelerin başlamasını memnuniyetle karşılamaktadır."
Geçen ay Sudan'da şiddetin patlak vermesinin ardından yaptığı bir açıklamada Blinken, yaşanan güç mücadelesinin "Sudan'ın tekrar demokrasiye geçişi için yürütülen faaliyetlere" zarar vereceğine dair endişe duyduğunu vurgulamıştı. Suudilerin ara buluculuğunun Blinken'ın demokrasi hususunda duyduğu endişelere bir faydası olmayacaktır ki bu anlaşılabilir bir şeydir zira Suudi Arabistan dünyanın en mükemmel demokrasisi olsaydı bile odaklanması gereken öncelikler farklı olmazdı. Riyad yönetiminin gündeminde Sudan'da geniş çaplı bir iç savaşın patlak vermesinin engellenmesi ve Kızıldeniz bölgesinde istikrarın koruması gibi iki hayati başlık bulunmaktadır. Burada Biden'ın ekibinin hakkını vermek gerek zira Suudi Arabistan'ın komşusunun bir kaos ortamına düşmesini engelleme faaliyetlerine destek verilmesini ön plana koyup en azından şimdilik demokrasi savunuculuğu yapma dürtüsüne gem vuracak kadar akıllı davranmayı seçtiler.
Sudan'daki taraflar
Her ne kadar talihsiz bir vaziyet olsa da Sudan'da ne demokrasi yanlısı ne de pasifist bir grup olmadığı kabul edilmesi gereken bir gerçektir. 1956 yılında bağımsızlığına kavuşan Sudan, bu tarihten beri sürekli otokrasi ve iç savaşlarla boğuştu ve son diktatörün acımasız rejiminin etkilerinden dahi henüz kurtulamadı. Ülke iki rakip komutan arasında bölünmüş durumdadır. Sudan Silahlı Kuvvetleri lideri Abdulfettah el-Burhan ve ülkenin batısından gelen "Hemidti" lakaplı Hızlı Destek Kuvvetlerinin başı General Muhammed Hamdan Dagalo'ya bağlı unsurlar birçok noktada çatışmaya devam etmektedir. Sudan meselesinde sahada olan ana dış aktörlerin hemen hemen hepsinin (Mısır, Suudi Arabistan ve BAE) Arap olması nedeniyle birçok Sudanlı gibi bu iki askeri liderin Arapça konuşuyor olması normaldir. Bugünkü bölgesel siyasi bağlamın (ve devam eden istikrarsızlığın beraberinde getirdiği zararların) Orta Doğunun içlerine kadar uzandığı mutlaka iyi idrak edilmesi gereken bir noktadır.
Mısırlılar, gücünün merkezi ülkenin kuzeyinde bulunan Burhan'a daha yakındır. Etiyopya ile Mısır arasındaki Nil meselesinde Kahire yönetiminin safında yer alan Burhan, ülkenin en stratejik noktalarından birisi olan Port Sudan'ın kontrolünü de elinde bulundurmaktadır. BAE'liler ise Sudan'ın batısındaki Darfur'dan gelen ve ülkedeki altın madenlerini kontrol altında tutan Hemidti'nin tarafını tutmaktadır. Tabi bu madenlerden elde edilen gelirlerin neredeyse tamamının BAE'deki bankalarda yattığını da atlamamak gerekir.
Capitol Hill'de (Amerikan siyasetinin merkezi) en çok destek gören yaklaşım ise Sudan'a ambargo uygulanması suretiyle devletin demokratik bir geçiş sürecine zorla itilmesidir. Mesela, Amerikalı Senatör Jim Risch geçtiğimiz günlerde yaptığı bir açıklama ile hükümete "her iki generale de (Burhan ve Hemidti'ye) yaptırımlar uygulaması" ve "cunta rejimine yardım sağlayan dış aktörlerin nüfuzunu kırması" çağrısında bulundu. Ancak sorun şu ki Washington ile Mısır, Suudi Arabistan ve BAE arasındaki ilişkiler şu anda zaten gayet gergindir. Risch'in açıklamasına uyulup bu devletleri yaptırımlarla tehdit etmekten kazanılacak tek şey ortadaki krizi çözmek ve tansiyonu düşürmek için elzem nitelikteki bu müttefikleri kendimizden daha da uzaklaştırmak olur.
Tüm tarafların kaybedeceği çok fazla şey bulunmaktadır. Sudan'ın, dış güçler tarafından desteklenen gruplar arasında devam eden ve kimsenin sonunu kestiremediği Libya'nın haline düşme riski bulunmaktadır. BM Uluslararası Göç Organizasyonunun verilerine göre 9 Mayıs tarihi itibariyle devam eden çatışmalar neticesinde yaşadığı yeri terk etmek zorunda kalanların sayısı sadece bir hafta içinde iki kattan fazla artarak 700,000'e ulaştı. Dış ticaretin yüzde 90'ının gerçekleştiği nokta olan Port of Sudan aynı zamanda çok sayıda bölgesel kara güzergahının da varış noktası olup buna ilaveten Afrika kıtasının en geniş sualtı kablo sistemlerinin de dağılma istasyonlarından bir tanesidir. Bu liman, 2021 yılında abluka altına alındığında 950 nakliye gemisi burada rehin kalmış ve bu nedenle büyük sıkıntılar çekilmişti. 15 Nisan'da başlayan çatışmalar neticesinde şu ana kadar 600'den fazla insan hayatını kaybederken 5000'den fazlası da yaralandı.
İç savaş riski
Tam teşekküllü bir iç savaş çıkması halinde etkilenen sadece bölgesel ekonomi olmaz. Buna ilaveten Sudan teröristler için tekrar güvenli bir merkez haline gelir. Bu teröristler halihazırda Sahel bölgesini istikrara kavuşturmak için yürütülen faaliyetlere zarar verip daha uzak bölgeleri dahi tehdit etmeye başlayabilirler. Şunu hatırlatmakta fayda var ki Usame bin Ladin, 11 Eylül saldırılarını gerçekleştiren küresel kapasitedeki terörist organizasyonun boyutlarını, 1996 yılında ayrılmak zorunda kaldığı Sudan'da geçirdiği beş yıl içinde büyütmüştü.
Rus Başkan Vladimir Putin ise tıpkı Libya meselesinde olduğu gibi çatışmalardan kendi lehine çıkar sağlamak için hazırda beklemektedir. Ukrayna'daki savaşın Rus ordusundaki şok edici zafiyetleri ortaya koyduğu doğrudur fakat Putin, Libya, Suriye ve diğer başka yerlerdeki askeri müdahalelerinden şu dersi çıkardı. Özellikle ABD ve müttefiklerinin çakışan çıkarların peşinde koştuğu bir devletin sınırları içindeki karışıklıklardan kendi lehine jeopolitik kazanımlar yaratmak için küçük boylu askeri sevkiyatlar dahi yeterli olabilmektedir. Putin'in bölgedeki en büyük avantajlarından birisi ise kıtayı terk eden Fransız kuvvetlerinin ardında bıraktığı güç boşluğunu dolduran Rus paralı asker şirketi Wagner'in faaliyetlerinin birçok Afrikalı devlet arasında popüler olmasıdır.
Gelinen noktada açıkça görülmektedir ki Putin, ABD liderliğindeki dünya nizamının altını oymak için Afrika'da Çinli Başkan Ji Cinping ile paralel çalışmaktadır. Bu ikili birlikte çalışarak, aralarında ABD'nin bölgedeki ana stratejik aktör sıfatını zedeleyip değerli mallar ve diğer kaynakların küresel ticaretinin kontrolünü ele geçirmenin de bulunduğu bir dizi hedefe ulaşmak istemektedir. Bu çerçevede geçtiğimiz şubat ayında bir Afrika turuna çıkan Rus Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, ziyaret ettiği devletlerde Avrupalı emperyalizmini eleştirip Sovyetler Birliğinin her zaman sömürgeleştirilmiş halkların safında olduğunu hatırlattı. Lavrov bu tur kapsamında Hartum'a da uğramış ve burada yaptığı açıklamada uluslararası meselelerde çok kutupluluğun bir ihtiyaç olduğu vurgusu yapmış ve Rusya'nın ABD liderliğindeki dünya nizamına bir alternatif olabileceği mesajını yinelemişti.
Kremlin şunu çok iyi bilmektedir ki Sudan'da güçlü bir Rus askeri varlığı, zaten bir süre önce kendi kendilerine Washington'dan uzaklaşmaya başlayarak adım adım Moskova ve Pekin'e doğru yönelen Mısır, Suudi Arabistan ve BAE üzerindeki Rus nüfuzunu katlayarak arttırır. Mısırlı Başkan Sisi daha geçtiğimiz günlerde Rus ordusu için gizli bir şekilde 40,000 roket üretilmesi için pazarlık yaparken yakalanınca bu iddiaları reddetmiş fakat kimse kendisine inanmamıştı. Bu hadiseden çıkartılması gereken ders aşikardır: Moskova Mısır ile flört ediyor ve Kahire de buna dünden razı.
Orta Doğu ve Afrika devletleri ile Sovyetler Birliği arasındaki münasebetlerin yeniden canlandırılması her daim Putin'in stratejik planlarının bir parçası olmuştur. Sudan ise her iki bölgeye de açılan bir kapı olduğu için Rusların nezdinde ekstra öneme sahiptir. Putin aslında Sudan'a olan ilgisini 2020'nin aralık ayında yaptığı bir açıklamada dile getirmişti. Bu açıklamada, Sudan devletine, Hartum'un en büyük ticaret ortaklarından birisi olan Suudi Arabistan topraklarının hemen karşısındaki Port Sudan'da nükleer donanma unsurlarını idame ettirebilecek nitelik ve ölçekte bir deniz üssü inşa edilmesi için 25 yıl süreli bir kiralama teklifi yapıldığı ilan edilmişti. Şunu hatırlatmakta fayda var ki Wagner'in halihazırda Darfur'da büyüyen nüfuzu, Moskova'nın Libya ve Orta Afrika Cumhuriyeti'ndeki askeri unsurları arasında işleyen bir koridor kurulmasına yardımcı olmaktadır.
Rusya iki tarafı da destekliyor
Henüz başlama aşamasında olan Sudan'daki iç savaşta Rusya kurnaz davranarak şimdiden her iki tarafı da desteklemektedir. Rus ordusu Burhan ile münasebetlerini yürütürken diğer yandan Wagner ise Hemidti'ye yardım etmektedir. Burhan ve Hemidti, coğrafi ve kültürel açıdan dev bir ülke olan Sudan'ın birbirinden çok farklı iki ayrı bölgesinden gelmektedir. Kuzeyi temsil eden ve her daim Mısırlılar ile yakın olan Burhan, Hartum'daki üst düzey isimlerin de saygısına sahiptir. Hemidti ise doğrusunu söylemek gerekirse İngiliz sömürge tarihinin neticesi bir hata hasebiyle kendini hasbelkader Sudan devleti sınırları içinde bulmuş ve aslında ayrı bir devlet olabilecek Darfur bölgesinden gelmektedir.
Görünen o ki iç savaşın tarafları en azından kısa vadede orta yolu bulunması imkânsız bir etnik ayrışmanın esiridir. Bu nedenle herhangi bir tarafın tüm ülkeyi sıkı şekilde kontrol altına alması olasılığı sıfıra yakındır. Fakat Rusya, sahada kim galip gelirse gelsin bir şekilde Sudan içinde barınabileceği bir toprak parçası elde edecektir.
ABD'nin ana stratejik hedeflerinden bir tanesi de işte bu olası Rus varlığının boyutunu en aza indirmek veya başarabilirse tümden engellemektir. Bu becerilmesi zor bir iş fakat Biden'ın ekibinin Amerika'ya yardım edebilecek ortakları da yok değil. Tıpkı Rusların yaptığı gibi İsrailliler de hem Burhan hem de Hemidti ile iyi ilişkiler yürütmektedir. İsrail, Sudan'ın tarihi İbrahim Anlaşmalarına imza atmasını istemektedir. Bugünlerde pek çok başlıkta olduğu gibi Sudan'daki İsrail ve Suudi Arabistan çıkarları da örtüşmektedir. Riyad yönetimi de Tel Aviv gibi tüm ağırlığını bir tarafa koyma dürtüsüne yenik düşmeyerek akıllı davrandı.
Bu noktada Blinken'in Riyad yönetimi ile münasebetini tekrar ele almak icap etmektedir; Eğer ABD Başkanı Joe Biden, Suudi Arabistan ara buluculuğunda Burhan ile Hemidti arasındaki görüşmeleri doğru bir stratejik çerçeveye koyabilirse bu ikiliyi ABD'nin, aralarında İsrail'in de bulunduğu Orta Doğulu ortaklarını birbirine daha da yakınlaştırmak için kullanabileceği bir koza çevirebilir. Sudanlı generaller arasında gerçekleştirilen görüşmeler yalnızca Kızıldeniz ve çevresine istikrar getirmekle kalmaz aynı zamanda Rusya ile Çin'in bu bölgeye nüfuz etmesini engellemek için bir araç olarak da kullanılabilir.
Blinken'ın söylemleri Sudan'da arzuladıkları demokratik geçiş süreci hususunda en azından lafta da olsa bir şeyler zikretme sorumluluğunu yerine getirmektedir. Fakat atılan adımlar göstermektedir ki ABD, demokrasi vurgusu merkezli bir stratejinin başarılı olmasının imkânsız olduğunun farkındadır. Çin, Rusya ve İran'ın birlikte hareket ederek ABD liderliğindeki küresel nizamın kuyusunu kazmaya çalıştığı şu dönemde Washington'un Kızıldeniz'deki statüsünü yükseltmesinin tek yolu doğrudan çalışabileceği tüm müttefikler ile birlikte hareket etmektir. Bu bağlamda Sudan'da yapılması gereken de Hemidti ile Burhan arasında bir ateşkes imzalanmasını sağlamaktır. İşte tam burada bir fırsat yatmaktadır: Sudan'daki kriz, Arap müttefikler ile münasebetlerin iyileştirilmesi ve İbrahim Anlaşmalarının Moskova ile Pekin'e karşı verilen mücadelede kullanılabilecek stratejik bir araca dönüştürülmesi açıdan bulunmaz bir fırsattır.
Zineb Riboua tarafından kaleme alınan ve Foreign Policy'de yayınlanan bu değerlendirme Mepa News okurları için tercüme edilmiştir. Değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.