ABD ile ilişkiler konusunda söylemek istediğim o kadar çok şey var ki, doluya koysan almaz, boşa koysan dolmaz. İşi düzeltebilmenin tek yolu ise muhatabının anladığı dilden konuşmaktır. O dil ise İngilizce değil…
Belki Türk hükümetine 70 bin tırdan 2 tanesini durdurmasını, içindeki silahları ise alıp İstanbul ve Ankara’daki ABD büyükelçiliklerinin önüne bırakmasını nasihat edebilirdik. Ya da Kuzey Irak’ta ele geçirilen silahlar neden İncirlik’in kapısının önüne bırakılmadı? Silahlarınızı teröristler kaçırmış bulduk da size geri getirdik denmedi? Şeklinde sorular da sorabiliriz. Ama ne nasihatlerimizi dinleyecek, ne de sorularımıza cevap verecek bir yürek bulmak bugünlerde oldukça zorlaştı.
Peki hedefi doğrudan göstermek nasıl bir yöntem dersiniz? Örneğin Temmuz ayında Rus Savunma Bakanlığı, savaşın yayılması halinde bombalayacakları ilk yerin Londra olduğunu bildirmişti hatırlatsanız. Kasım ayına geldik artık ama son 15 gündür Ankara’da istihbarat servislerinin bir araya gelip savaşı bitirme yönünde görüşmeler yapması, aylar önce başlatılmış “Londra Tehdidi”nin gereğidir. Öyleyse canın yandığında düşmanını tehdit etmek bir hamle olsa dahi, onu etkili kılan düşmanlarının senin bu tehdidi gerçekleştireceğine inanıyor olmasıdır.
Düşmanlarında bu kanıyı uyandıran ise, onunla o vakte girdiğin muamelede gösterdiğin politik davranış biçimindir. Yani ele geçirilen ABD menşeli silahların kamyonlarla ABD büyükelçiliklerinin önüne yığılması ne kadar bir hamle değeri taşısa da, bu hamleye ABD’nin atfedeceği değer, Türkiye’nin ABD ile olan münasebetlerinde bu zamana kadar takındığı politik tavrın bir neticesi olacaktır. Ve maalesef ülkemizin bu konuda sabıkası da pek parlak değil…
Hakkını vermem gereken yerlerde ise bunu yapmaktan geri durmak istemem… ABD Türkiye’yi, ÖSO gibi hiçbir işe yaramayan bir örgütü kullanarak Suriye sorununu çözebileceğine dair ikna etmiştir. 15 Temmuz öncesindeki süreçte devrilen en büyük çamlardan birisi işte bu. 15 Temmuz başarısız darbe girişiminin akabinde bu durum tamamen değişmiş olsa da, öncesinde yapılan hataların tesiri günümüze, hatta yakın geleceğe etki etmeye devam ediyor ve edecektir de.
Zira problem dolu bir Özgür Suriye Ordusu ile yapılabilecekleri düşünürken uyuyakalan Türk politika yapıcılar, uyandıklarında güney sınırları boyunca uzanan bir PKK devleti ile karşılaştılar. Bu, bir ülkenin kendi politikasını üretip uygulamak yerine, iblis bir ABD’nin politikalarına ikna olması neticesinde ödenen ağır bir bedeldir.
İtiraf etmeliyim ki, bu durumun uzun süre daha böyle gideceğini ben de düşünüyordum ama Suriye politikasında Türkiye tüm Dünyayı şoka uğrattı ve bizzat askeri bir operasyon başlattı. Bakınız, yıllardır Suriye’ye yapılan askeri müdahalelerin tamamından elde edilen politik ya da askeri tüm getirileri bir kenara koyunuz, Türkiye’nin yaptığı bu operasyonların en paha biçilmez getirisi, Türkiye’nin ABD’ye rağmen bir şeyler yapabilme kabiliyeti geliştirmiş olmasıdır. Bu geleceğe dair bir ümit veriyor bize…
Arkasında Amerika’nın olduğu ve sivillere yönelik gerçekleştirilen eylemlerin cevabını, ABD kuklalarını vurarak vermek bir acziyet olarak görülebilir. Lakin buradaki durumda acziyet, ABD’nin rolünü görmezden gelerek girişilen hamlelerdir. Bu da bir yel değirmenine saldırmaktan öte gitmez. Taksim saldırısından sonra hükümet yetkililerinin birinci ağızdan ABD’yi sorumlu göstermesi ve akabinde kuklalar üzerine bir askeri operasyon başlatması ise çok daha doğru bir politikadır. Ama Türk bürokrasisinde bu girişimleri doğru şekilde etüt edip gelişimini sağlayacak kişi sayısı yeterli değil…
İdlib’de esen hava
Bu hafta değinmeden geçemeyeceğim… Burada devamlı bir soğuk hava esmesini anlayabilmiş değilim. İdlib’deki muhalif gruplar, dostlarını ve düşmanlarını kendileri seçtikleri sürece, gelecekte var olup olmayacaklarını anlamak için haberleri izlemek zorunda kalmayacaklar. Muhaliflerin aslî meselesi bu olmak zorundadır. Kendi iradeleri ile muhalif olmayı seçenler, düşmanlarını, dostlarını ve onlarla yapacakları muamelatı da kendileri seçmelidirler. Bunu defaatle söylüyorum ve söylemeye de devam edeceğim.
İrili ufaklı binlerce hadiseyi bir kenara bırakın. 2023’e girmek üzere olduğumuz bu vakitlerde artık Suriye’de gelinen nokta, adı konmak üzere olan bir bölünmüşlüktür. Ne Amerikalıların ne de Rusların buradan çıkmak zorunda kalacakları bir istikrarın inşası artık neredeyse imkansız. Böyle bir ortam içerisinde İdlib’deki muhaliflerin yapacağı en büyük ahmaklık, herkesi etkileyecek bir savaş olmaksızın sahip olduğun yerleri vermek zorunda kalmak olacaktır. Buna sebep olacak tek şey ise, muhalefetin dostlarını ve düşmanlarını başkalarının belirlemesine izin vermesi olacaktır.
Bakalım neler olacak… Birlikte göreceğiz…
Bu değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.