Suriye'nin Veziristan kapısı

Kaan Çeben

Güzelliklerle dolu bazı hadiseleri, sahip oldukları güzelliklerle birlikte ve hakkını vererek anlatması gereken iyi insanlar suskun kaldıklarında, karanlığın içinden çokça dil peydahlanıyor, kara bir ses ile güzellikleri bastırıyor, hakları gasp ediyor ve başlıyor çatal dilini aşağı yukarı oynatmaya.

Veziristan'ın Türkler açısından bakıldığında anlatılması gereken son 20 yıllık geçmişi de, üzülerek söylüyorum ki bu çatal dillilerin en büyük hedeflerinden biri oldu. Her seferinde aynı şeylerden yakınmaktan usanmış olsam da, yukarıda mezkur vakıa hakkında toplumumuzu bilgilendirmesi gereken kişiler suskun kaldıkları için, çatal dilleri ile kalem tutup ciltlerce kitap yazan nicesini gördük, tanıdık.

İnsanlara Veziristan vakıasını doğru ve hakkını vererek anlatmaya muktedir çokça öncü şahsiyet hala hayatta. Lakin bu şahıslar işe yarar bir işin ucundan tutmak yerine suskun kalmayı ya da boş işlerle uğraşmayı tercih ediyorlar maalesef. Diğer yandan yine Veziristan vakıası ile ilgili çokça efsane, tiyatro, yalan barındıran çalışmalar da etrafı sarmaşık gibi sarıp duruyor. Karanlık aslında ışığın olmamasıdır. İntizam ve suyun olmadığı tarlaların sahibi köstebeklerdir.

İşte bizim bu köstebekler Veziristan vakıası hakkında ciltlerce tiyatrolar, mitolojiler, yalan destanları ürettikçe üretedursun, gözlerim hep bu işe reddiyeler verecek koca koca adamları aradı durdu. Sonunda zat-ı şahanelerinden bazılarını 3 USD'lik kumanya kolilerini, infak sahiplerine 5 USD olarak bildirip aradaki 2 USD'yi de makarnasına sos yapmış halde yemek üzereyken buldum.

Öyle sanıyorum ki bu kişilerin yapmadıklarını söylediğim işi, şimdi bu yazıda benim yapacağımı düşünüyorsunuz. Hayır. Böyle bir yazı okumayacaksınız maalesef. Lakin anlatmak istediklerime Veziristan periyodunun bir aşamasını seçip başlamam gerektiği için bu giriş dibacesini eklemek durumunda kaldım. Bakalım bu serüven nerede bitecek...

Dediğim gibi bir Veziristan hikayesi anlatmak istemiyorum. Bunu yapmayacağım. Sadece anlatmak istediğim mesele içerisinde ne kadar ihtiyacım olursa o kadar gireceğim konuya. Anlatmak istediğim konu, Veziristan'ın dağılmasının ardından burada bulunan Türk direnişçilerin Suriye'ye geçişleri ve orada yaptıkları işler üzerine. Ayrıca bu direnişçilerin Suriye sahasında yaptıkları işlerin, son zamanlarda oldukça popüler bir konu haline gelen "İdlib casusluk dosyası" üzerine olan etkilerini de analiz etmeye çalışacağım.

Veziristan'ın bugünkü manada anlaşıldığı üzere bir efsane vakıa haline dönüşmesi, Pakistan ordusunun Güney Veziristan'ı işgal etmesiyle beraber burada bulunan silahlı direnişçilerin Kuzey Veziristan'a mecburi geçişleri ile başlar. Güney'e yakın yerlerde bulunan Mesud kabilesine ait topraklarda mukim olan muhacir gruplar (Türkler, Araplar, Özbekler, Tatarlar, Pencaplar, Kürtler vs.), işgalin ardından Kuzey'e geçiş yaptılar. Mesudlar bu muhacirleri müdafaa edebilmek, evlerini onlara açıp ensarlık yapabilmek adına çokça fedakarlıklarda bulundular. Neticede bu fedakarlıklarının bedelini çok ağır ödediler. Pakistan ordusu tarafından kendi öz vatanlarından kovuldular. 20 yıl devam eden ABD işgali vetiresinin en ağır bedelini bu insanlar ödedi. Evlerinde katledildiler. Yurtları gasp edildi. ABD ile savaşıp Afganistan'ı özgürleştirmek için bölgeye gelen muhacir gruplara kucak açmanın bedelini çok ağır ödediler. Pakistan ordusu adına Mesud bölgesinde savaşan askerlerin savaş boyunca yaptıkları yağmalar ise insanı şaşırtacak cinstendi. Bazı TTP kaynakları, bölge köylere baskınlar düzenleyen Pakistan askerlerinin, köylülerin evlerinde bulunan domates, patates gibi sebzeleri dahi çalıp kendi merkezlerine götürdüklerini ifade ediyorlar.

Tüm bunlar dikkate alındığında Mesud halkının özellikle Türkiye'de asla hak ettiği ilgiyi görmediği kanaatindeyim. İsimleri yeni doğmuş çocuklara verilen çokça İslami direniş lideri, bu halkın ensarlığı sayesinde davetlerini tüm dünyaya yayabilmiştir. Bu İslami direniş davetinin tüm dünyaya yayılmasının doğurduğu en ağır yük, bu halkın sırtında kalmıştır. Bu insanların toprakları üzerinde devam eden acımasız işgal ise hala devam ediyor. Ülkemizde faaliyet gösteren hayr cemiyetleri, dernekler, vakıflar vs. bu halka maddi ve manevi bir destek vermekten çok uzaklar. Adını bile duymadığımız dünyanın uçsuz bucaksız coğrafyalarındaki ülkelere kurbanlar, zekatlar, çadırlar, gıda yardımları gönderen Türk cemiyetleri, kendi "abi"lerine yıllarca ensarlık etmiş olan Mesud halkını bu zamana kadar hep boş geçtiler. Siyasal İslamcıların magazin haberlerine haftanın üç günü büyük sütunlar ayıran İslamcı (?) medya da Mesud halkına yönelik katliamların ve işgalin bir tek haberini dahi yapmaktan aciz kaldı. Umuyorum ki Müslümanların yardımları ile semiren bu kurumlar için bu yazı bir milat olur ve dikkatler o yöne doğru çekilebilir.

Bahsettiğim üzere güneyin, yani Mesud bölgesinin işgal edilişinin ardından Kuzey Veziristan'a çekilmek zorunda kalan muhacir gruplar, Pakistan ordusunun buraya yönelik 2014 yılında başlattığı Zarb-i Azb operasyonuna kadar Veziristan'daki en parlak dönemlerini yaşadı. 2008 ve 2014 yılları arasında bu bölge üzerinden Afganistan içerisindeki ABD güçlerine verdirilen ağır kayıpların, ABD'nin Afganistan'ı terk etme sürecinin başlangıcı olduğunu rahatça söyleyebiliriz.

Usame bin Ladin'in 2011'de Pakistan topraklarında hedef alınmasının ardından, muhacirlerin önde gelen lider isimleri Zarb-i Azb operasyonunun nihayetine kadarki süre içerisinde ABD insansız hava araçlarına hedef oldular. İçlerinde Hasan Kaid (Ebu Yahya El-Libi), Cemal İbrahim el Mısrati (Atiyetullah El-Libi,) Ebu Zeyd el Kuveyti (Halid Huseynan), Adem Yahya Gaden (Azzam Emriki) gibi isimlerin bulunduğu çok sayıda muhacir lider, ABD Predator İHA'ları tarafından taşınan Hellfire füzelerinin hedefi oldular.

Veziristan'dan Suriye'ye geçişler

Suriye'deki Esed karşıtı gösterilen başlangıçları da tam bu döneme denk düşüyor. Dera'da nüvelenen gösterilerin ardından başlayan silahlı direniş hareketleri, 2011 yılından itibaren yeni yeni yaygınlaşmaya başlayan sosyal medya ve veri aktarım siteleri üzerinden bütün dünyaya yayılmaktaydı. Esed rejimi askerlerinin Sünni halka ve esir aldıkları direnişçilere yaptığı akıl almaz işkencelerin video kayıtları insanlar arasında yayıldıkça yayıldı. İnsanlar Esed askerlerinin antik çağlardan kalma işkence yöntemlerini uyguladıklarına bu videolar aracılığı ile şahitlik ettiler. Şii-Nusayri milislere karşı olan tepkiler dünyanın dört bir yanında büyüdükçe büyüdü. Bu etkiyle birlikte dünyanın dört bir yanından genç, yaşlı, kadın, erkek Müslümanlar Suriye sahasına akın akın gelmeye başladılar. Bu vetirede tüm dünya Müslümanlarının ortaya koyduğu hassasiyet ve fedakarlıklar övgüye değerdir.

Zira hiçbir direniş cephesi, Suriye sahası kadar farklı milletlerden birçok direnişçiyi bünyesine almayı başarabilmiş değildir. Ve İslam toplumları, şimdiye kadar hiçbir direniş cephesine Suriye sahası kadar teveccüh etmemişlerdir. Bu tarihlerde evlerini terk edip Şam sahasına yerleşen muhacir direnişçilerin sayısı, muhacirleri ile meşhur Çeçenistan, Bosna ve Afganistan gibi cephelerin tamamının aldığı muhacir sayısının toplamından daha fazladır.

Tüm bu gelişmeler bir araya getirildiğinde, Müslümanların Şam sahasındaki direnişe yönelik göstermiş oldukları teveccüh övgüyü hak ediyor. Her ne kadar bu kontrolsüz akım ilerleyen yıllarda Şam içerisinde birçok manipülasyona sebebiyet vermişse de, insanların bu teveccühünün övgüye değer oluşu önümüzde duran koca bir realite.

Konumuza dönelim:

Yukarıda bahsettiğimiz Esed güçleri tarafından yapılan işkencelerin yayınlandığı videolar elden ele tüm dünyaya yayılırken, toplumlar içerisinde bu duruma karşı geniş çaplı bir tepki büyümekteydi. Bu dönemde mezkûr videolar ve durum ile ilgili haberler Kuzey Veziristan'a da ulaştı.

Buradaki direnişçiler, bu kaynaklardan normal halka nazaran çok daha yoğun bir şekilde etkilendiler. Bu durumdan en çok etkilenenler arasında Türk direnişçilerin olduğunu belirtelim. Özellikle Suriye'nin Türkiye'ye olan coğrafi yakınlığı, daha önce Veziristan'a gelmiş ve Türkiye'ye dönüş yapmış olan direnişçilerin bu aşamada Suriye topraklarına geçiş yapmaları, buradaki direnişe katılmaları ve buradan Veziristan'da bulunan eski arkadaşlarına ulaşarak onları Suriye'ye davet etmeleri, Veziristan'da olan ama aileleri Suriye sınırına yakın yerlerde yaşayan Türk direnişçilerin bölge haberlerini daha sık ve etkileyici şekilde almaları ve bu haberleri diğer direnişçilere hızlı şekilde yaymaları gibi sebeplerle Veziristan'ı terk edip Suriye'ye geçiş yapma fikri giderek direnişçiler arasında popülerleşmeye başladı.

Bu saikler ve esmekte olan göç rüzgarının da etkisi ile direnişçiler Veziristan'dan Suriye'ye yatay geçiş yapabilme ihtimali üzerine pozisyon almaya başladılar.

Bu rüzgâr Veziristan'da ikamet etmekte olan Türk direnişçileri birbirinden farklı birkaç davranışa doğru itti. 2014 yılına gelinen süreçte Türk direnişçilerin durumu şu şekilde maddelenebilir:

  1. Veziristan-Afganistan bölgesini terk etmeyerek Zarb-i Azb ve sonrasındaki dönemde dahi bölgede kalarak mücadeleyi sürdürenler.
  2. Bölgeyi terk edip Suriye'ye geçiş yapanlar.
  3. Bölgeyi terk edip Türkiye'ye geçiş yapanlar.
  4. Azınlıkta kalan diğerleri. (Türkiye'ye dönüp cezaevine girenler, Avrupa'ya geçenler, Azerbaycan ve diğer Türkî cumhuriyetlere dönenler ya da buralarda cezaevlerine girenler, vesaire)

Her bir maddeye müntesip olan direnişçilerin kendilerine ait dolu dolu hikayeleri vardır elbette. Lakin bu yazıda ben 2. maddede yer alan "Veziristan'ı terk edip Suriye sahasına geçiş yapan direnişçiler" hakkında görüş beyan edeceğim.

Suriye sahasına geçiş yapan direnişçileri de kendi aralarında çokça farklı kısma ayırabiliriz. Lakin burada ben bu kişilerin "bölgeden ayrılış şekilleri" üzerinden bir ayrıma gitmek istiyorum. Yani;

  1. Organize ve programlı bir şekilde zamana yayarak Şam'a geçiş yapanlar.
  2. Hamaset ile apar topar bölgeyi terk edip Şam'a geçiş yapanlar.

Bu ayrım içerisinde birinci maddeye dahil olan direnişçiler hakkında çok da fazla yorum yapmanın bir manası yok. Bu kişiler Veziristan-Afganistan bölgesini terk ettikleri ve Şam topraklarına girdikleri günden beri bölgede varlıklarını sürdürüyorlar. Uzun yıllardır bölgede olup biten nice sıkıntıya rağmen yerlerini koruyup hayatlarına devam ediyorlar. Bir kısmı ise IŞİD döneminde bir takım gel-gitler yaşamış olsalar da sonraki süreçlerde yerlerini bulup projelerini devam ettirebilmek için bölgede kalıcı bir pozisyona sahip oldular. Saydığım tüm bu kişiler Suriye sahasında muhtelif gruplar içerisine dahil olmuş olsalar da kendileri hikayemizin ayakları yere en sağlam basan kahramanlarıdır.

İkinci maddeye dahil olanları ise yine kendi içerisinde çokça kola ayırabilirim. En azından içlerinden bazılarının Veziristan'ı gerçek bir hamaset ve heves ile terk edip Şam'a geçtiklerini, kısa bir süre burada durduktan sonra Türkiye'ye dönmeyi ve kalan hayatlarını burada geçirmeyi tercih ettiklerini söyleyebilirim.

Bazıları ise bu hamaseti bir bahane olarak kullandılar. Gerçekte gelmek istedikleri yer Türkiye idi lakin hem kendilerini hem de çevrelerini Suriye'ye gitmek istedikleri yönünde telkinlerle kandırdılar ve Suriye'nin kapısından bile girmeyip doğrudan Türkiye'ye gittiler. Fraksiyonları çoğaltabiliriz.

İdlib casusluk dosyasına giriş

Bugün İdlib sahasında yaşanan hadiselerin geniş bir yelpazeye yayılan sebepleri üzerine konuşurken, yukarıda bahsi geçen ikinci maddeye dahil olan kişilerin bu yelpazedeki yerinin ne olduğu ile ilgili konuşalım biraz da.

Öncelikle şunu söylemeliyim ki yazının başından beri anlattığım ve sonuna kadar anlatmaya devam edeceğim hadiseler ve bunların analizi, böyle bir makalede anlatılamayacak kadar detaylı, derin ve hacimli bir anlatıdır. Bense birçok yeri atlayarak, fasıla vererek sizlere konunun özünü, özetin özeti şeklinde ifadelerle anlatmaya çalışıyorum. Yazının doğru ve hak olan her güzel kısmı Allah'ın verdiği bir nimettir. Hatalı ve kötü olan kısımları ise benim şahsi kusurlarım sebebiyledir. Bu prensibi hatırlattıktan sonra:

İdlib casusluk dosyasına etkileri

Dosya hakkındaki mülahazalarımı geçtiğimiz yazıda detaylıca anlattım. Malum casusluk dosyası hadiselerinin oluşu ile ilgili sebeplerden bazılarına detaylıca değindim. Bugün İdlib'de yaşanan hadiselerin sebeplerinden bir başkasına daha değineceğim. Elbette bu hadiselerin psikolojik, sosyolojik, idari birçok sebebi var. Benim bunların tamamını burada anlatmam mümkün değil. Lakin bazı muayyen maddeler üzerinde durarak geçmişe ve geleceğe ışık tutabilmek niyetindeyim.

Bahsetmek istediğim kısım, yukarıda anlattığım üzere Veziristan sahasını hamaset üzere apar topar terk eden direnişçilerin, İdlib'de yaşanan hadiselerin günümüze kadarki problem dolu büyüyüşüne olan etkileridir.

Bu işin bu kadar basit ve uzak, detaylı ve ilgisiz gibi görünen sebepleri olduğuna inanmak okuyuculara biraz güç gelebilir. Ama işin aslı öyle değil maalesef.

Şam direnişi, düzenli bir ordu ile savaşabilecek tecrübede direnişçiler ihtiva etmeyen bir direniş olarak başladı. Irak'tan intikal eden ekipler her ne kadar bu konuda tecrübe sahibi olsalar da, birikim ve enerjilerinin tamamını Suriye'ye aktaramadılar. Irak ve Suriye olarak iki parçaya bölünen Şam cephesi, ancak 2 yıl kadar böyle devam edebildi ve sonrasında IŞİD musibeti ile istikrar bozuldu.

Problemsiz devam eden 2 yıllık vetirede ise Iraklı direnişçiler ABD ile yürüttükleri savaşın tecrübelerini Suriye halkına aktarma konusunda yetersiz kaldılar. Zira savaş zaten kendi topraklarında da sürmekteydi ve bu direnişçiler enerjilerini daha ziyade Irak ve Suriye'nin doğusuna aktarmışlardı. Bu durumda düzenli bir ordu ile savaş tecrübesi bulunan bilgi takviyesinin başka bir yerden gelmesi gerekiyordu.

İşte Veziristan'daki direnişçiler bu vesile ile Şam sahasına giriş yaptılar. Yerel direnişçiler tarafından ihtiram ile karşılandılar. Birçoğuna liderlik, yetki ve salahiyetler verildi. Özellikle askeri ve idari emirlikler bu kişilere tevdi edildi. Bu ihtirama rağmen son derece yırtıcı bir şekilde IŞİD saflarına çokça geçiş de yaşandı. Sahadaki yerel direnişçiler yani ensarlar, Veziristan yıllarından bu yana birlikte omuz omuza savaşan kişilerin de cahil halkın yaptığı gibi IŞİD meselesi yüzünden birbirlerine düşman olduklarını görmeye başladılar. Daha iyi imkanlar, koltuk, liderlikler vs. verildiği için IŞİD saflarına geçen kişilerin, daha bir yıl önce Veziristan'da omuz omuza savaştığı arkadaşlarını tekfir edip mallarını ganimet olarak aldıklarını gördüler.

Neticede her hikayenin olduğu gibi IŞİD hikayesinin de sonu geldi. Gidenler gitti kalanlar kaldı. Nusret Cephesi içerisinde varlıklarını sürdüren direnişçi gruplar, yeni dönemdeki emir ve yetki dağılımından da üzerlerine düşen payı aldılar.

Lakin bu emir ve yetki dağılımı sırasında, yukarıda bahsi geçen hamaset üzere eski Veziristan'ı terk ettiğini söylediğim kişilerle ilgili sıkıntılar yaşanmaya başlandı. Zira bu kişilerden bazılarına emirlik ya da liderlik verilmediği gibi, kimilerinden de daha önce verilen yetkiler bir süre sonra geri alınmaya başlandı. Hamaset ve manipülasyon üzere Veziristan'ı terk edenler, bu tenzil-i rütbe hadiseleri karşısında durumu kabullenmek yerine aynı hamaset ve manipülasyon ile tepkiler verip isyan bayrağı kaldırmayı tercih ettiler.

Bu direnişçilerin bir diğer kısmı ise, Şam sahasına giriş yaptıklarında gördükleri yetki dağılımından memnun olmayıp birkaç gün içerisinde bölgeyi terk ettiler ve dillerini çalıştırmaya başladılar. Yıllarını Veziristan-Afganistan direnişine vermiş bu kişileri, istedikleri koltuk ve salahiyetleri alamadıklarında bölgeyi terk edişlerini çıplak gözlerle izledik. Ribat noktaları, lokal ve genel bölgelere kendilerinin değil de başkalarının emir ve lider olarak tayin edildiklerini gördüklerinde her şeyi bırakıp sıcak yuvalarına dönüşlerine şahit olduk. Beğenmedikleri liderler, beğenmedikleri emirler verip beğenmedikleri şekilde bir idare ortaya koyduklarında bu kişilerin bulundukları yerleri terk edip köylerine, memleketlerine dönüşlerini, özgürce pazarlarda gezip kimseye bağlı olmadan istedikleri hareketleri yapabilme imkânı tanınmadığı için arkalarını dönüp gittiklerini müşahede ettik.

Peki sahanın bu kişilerden beklediği bu muydu? Her fırsatta Veziristan'ı bir direnişçi okulu olarak lanse eden bu kişiler, bu okulda bunları mı öğrenmişlerdi? Ya da bu okulda kendilerine öğretmenlik yapan kişiler, kendilerine "emiri/lideri beğenmediyseniz olduğunuz bölgeyi terk edebilirsiniz" mi demişlerdi?

Casusluk dosyası hadiseleri ve İdlib olaylarının geldiği son noktadan, 2024 yılının Nisan ayının tepesinden geçmişe bir bakış atıyorum şimdi.

Bahsettiğimiz hamaset ehli, bölgeyi terk ettikleri günlerden bu yana Şam direnişi ile ilgili en ağır sözleri sarf etmekten çekinmediler. Yanlış gittiğini düşündükleri nice aksaklık ve fesadı ıslah etmek yerine nefreti körüklemeyi ve insanları manipüle etmeyi sürdürdüler. Karşılıklı fanatizmin körüklenmesinde büyük rol oynadılar.

Fakat neticede sahayı terk edip evlerine dönen kişilerin hemen hemen hepsi, kendilerine bir koltuk, ya da özgürce hareket etme salahiyeti verilmediği için bunu yaptı. Her türlü yalan yanlış bilginin ortaya saçılmasının başlıca sorumluları arasında bu kişiler başı çekiyor. Casusluk dosyası adıyla tutuklanan Türklerin durumları hakkında olur olmaz masallar ortaya atarak bu fitne sürecinin Türkiye içerisine de yayılmasını sağladılar. Karşılıklı taraflar bu vesile ile birbirine karşı kışkırtıldı ve fanatizm körüklendi. Müslümanlar arasında hastalıklı bir taraf tutma huyu peyda oldu. Netice bugün olduğumuz yere geldik.

Elbette hadiselerin sebeplerini olduğu gibi bu kişilerin tutum ve davranışlarına bağlamıyorum. Bunu tekrar hatırlatmakta fayda var. Olayların çokça vecihten sebebi mevcut, adalet yerini bulmalı, suçlular cezalandırılmalı ve mağdur olanların hakları tastamam ödenmelidir. Biz bu yazıda, bu sebepler içerisinde ibret alınabileceğini düşündüğümüz bir cüzü belirledik, cımbızladık ve özetledik. Üzerinde düşünülmesi, ibret ve nasihatlerin hak üzere alınması ve hataların tekrarlanmamasını temenni ediyoruz.

Netice

Hiçbir şey anlık bir ışık patlaması ile gerçekleşmez. Bugün İdlib'de yaşanan hadiselerin psikolojik, sosyolojik, siyasi, askeri, manipülatif çokça saiki var. Geniş bir bakış açısı ile bu saikleri tek tek analiz eden zihinler olmadığı sürece işler tam bir çözüme ulaşmayacaktır. En tehlikeli ve kolay olan ise oturmayı ve konuşmayı tercih etmektir. Allah'ın keremi ile bu yazı bu konu hakkında yazdığım son yazı. Çok mühim bir durum oluşmadığı sürece artık bu husus hakkında yazmak istemiyorum.

Siz kıymetli okuyuculara olan nasihatim ve talebim de bu konuyu körükleyip Müslümanlar arasına husumet sokan her türlü fiil ve davranıştan uzak durmanızdır. Söylediğiniz bir söz ya da yapmaktan o anda hoşlandığınız bir davranışın ucunun nerelere gidip kimlere zarar vereceğini kestirmek bazen çok güç oluyor. Kıyametin geleceğini ve her birimizin dillerimizden ötürü sorguya çekileceğimizi sakın unutmayın. Selam ederim.

Yorum Yap
UYARI: Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Mepa News, yapılan yorumlardan sorumlu değildir. Her bir yorum 600 karakterle (boşluklu) sınırlıdır.
Yorumlar (10)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.