Esed rejimi artık yok.
Askeri Operasyonlar Komutanlığı'na bağlı muhalif gruplardan oluşan ve Tahriru'ş Şam Heyeti'nin (HTŞ) liderlik ettiği ittifak, sadece 11 gün içinde gerçekleştirdiği yıldırım harekatıyla eski rejimi silip attı. Şimdi ise özgür Şam'da, bir zamanlar İdlib'i yöneten eski Suriye Kurtuluş Hükümeti'nin sivil üyelerinden oluşan bir geçiş hükümeti kurdu.
Ancak Esed gitmiş olsa da bu Suriye'deki savaşın henüz bittiği anlamına gelmiyor. Şimdi ana oyunculara ve stratejik çıkarlara bakalım.
İlk olarak, gelecekte çatışmaları tetikleyebilecek iç fay hatları var. Ancak görünen o ki Suriyeliler uzun zamandır bugünü planlamış ve Güney Operasyon Komutanlığı ile anlaşmayı önceden yapmışlar. Bu grup, Dera şehri ve çevresinde ortaya çıkan, geçmişte Esed rejimiyle uzlaşan ve ardından Askeri Operasyonlar Komutanlığı'nın kuzeyden girmesiyle tekrar ayaklanan eden ayrı bir muhalif grup.
Anlaşmanın tam kapsamı belirsiz olmakla birlikte, Şam'daki yeni güçleri masada kendilerine de yer vermesi etrafında şekilleniyor gibi görünüyor. Bu da geçiş hükümetinin istikrarı açısından olumlu gözüküyor.
İsrail saldırıları
İkinci mesele ve Suriye'nin güneyi için çok daha büyük bir endişe kaynağı ise İsrail'in devam eden saldırganlığı ve Suriye topraklarına yönelik tecavüzleri. Ancak bu tehdit, Filistinlilerin kendi kaderlerini tayin ve özgürlük için verdikleri haklı mücadeleye ilişkin hassasiyetler nedeniyle abartıldı ve sosyal medyadaki tık tuzağı dolandırıcıları tarafından manipüle edildi. Gerçek şu ki İsrail, Suriye'nin eski diktatörü Hafız Esed'in ve şimdi Rusya'ya kaçan gözden düşmüş ve devrik oğlu Beşar'ın gözetiminde, 1967'de Golan Tepelerini yasa dışı ilhakından bu yana bulunduğu noktadan çok az ilerledi.
Unutmayalım ki Esed ailesi yarım yüzyıl boyunca İsrail'in Suriye topraklarını işgaline karşı hiçbir şey yapmadılar. Dolayısıyla yeni Suriye hükümetinin ilk haftasında kayda değer bir şey yapmasını beklemek için gerçekten erken. Özellikle de Nusayri Baas diktatörlüğüne karşı yaklaşık 15 yıldır süren acımasız ve ezici bir savaştan yeni çıkmışken.
İsrail'in Suriye'ye yönelik ana tehdidi ise Suriye'nin hava savunma sistemlerinin büyük bölümünü imha ederek Suriye semalarında daha fazla hareket serbestisi sağlamak oldu.
Ancak hepimiz biliyoruz ki zaten Suriye'deki İran hedeflerini de bombalıyorlardı, yani kısa vadede değişen pek bir şey olmadı. Daha önce Esed kontrolündeki Şam'da faaliyet gösteren Hamas gibi diğer büyük Filistinli gruplar da geçmişte Suriye devrimini desteklediklerini açıklamışlardı ve şimdi Esed rejiminin başarıyla devrilmesini içtenlikle kutlamak için harekete geçtiler. Bu yalnızca, Hamas'ın yeni yönetimden destek ve güçlü bağlar beklediği anlamına gelebilir. Ve grubun, Şam'ın yeni yöneticileriyle ortak bir İsrail tehdidine karşı birlikte çalışabileceklerini düşündüğünü gösteriyor.
Ancak bunun nasıl sonuçlanacağını görmek için gelişmeleri izlemeye devam etmemiz gerekecek.
Rusya'nın pozisyonu
Akdeniz kıyılarına doğru bakacak olursak, Rusya, Tartus'taki limanını ve Hmeymim'deki hava üssünü korumak için eski muhaliflerle, yani yeni Şam yönetimiyle anlaşmaya çok yakın olduğunu açıkladı. Moskova'daki Suriye diplomatik personeli, yani eski Esed rejimi yetkilileri, hemen muhaliflerin bayrağını açarak Suriye'nin yeni yöneticilerine tam bağlılıklarını ilan ettiler. Son 13 yıldır Rus yetkililerle olan yakın ilişkiler ve düzenli toplantılar göz önünde bulundurulduğunda bu, söz konusu adımın Esed sonrası dönemde Suriye'deki çıkarlarını korumak için Moskova'nın emriyle atıldığına dair güçlü bir gösterge.
Bu aynı zamanda yeni Suriye hükümetinin Rusya ile ikili anlaşmalar yapması için de bir fırsat olabilir çünkü Moskova savaş suçlarına kanlı bir şekilde karışmasına rağmen hala tehlikeli bir küresel güç. Ve Suriye hükümeti ve yörüngesindeki çeşitli gruplar henüz Putin ile savaş başlatacak kadar güçlü değiller, tıpkı İsrail ile savaşa girecek durumda olmadıkları gibi.
Türkiye ile fırsatlar
Kuzeye doğru ilerlediğimizde, Suriye'nin Türkiye ile başka fırsatları da olduğunu görüyoruz. Her ne kadar Ankara Esed'i devirme operasyonunu daha sonraki bir aşamada desteklemiş ve ağırlığını şimdi Suriye Milli Ordusu olarak adlandırılan Özgür Suriye Ordusu birliklerine vermiş olsa da, 2011'den bu yana ev sahipliği yaptığı milyonlarca Suriyeli mültecinin ülkelerine geri dönmesinde çıkarı var. Zafer Partisi'nden Ümit Özdağ gibi yabancı düşmanı popülistlerin kışkırtıcı söylemleri nedeniyle Türkiye'nin ekonomik sorunlarının büyük bir kısmı Suriyelilerin üzerine yüklendiğinden, bu neredeyse tüm Türk siyasi grupları tarafından desteklenen bir talep.
Ancak bu durum yeni Suriye için bir fırsat teşkil ediyor. Zira mültecilerin birçoğu üniversite ve üzeri seviyede eğitim almış, Türkiye ile siyasi, ticari ve iş bağlantıları olan bir insan kaynağı niteliğinde. Bunun yanı sıra Türk müteahhitler ve iş adamları da bu yeni pazarı mal, hizmet ve yeniden inşa teklifleriyle doldurmaya hazır olacak.
Bu durum Esed, Rusya ve İran'ın Şii saldırganlığıyla yok edilen bir nüfusa sahip olan Suriye'nin geleceğinde hoş bir değişiklik olacaktır.
Kürt meselesi, PKK, İran ve İsrail
Doğu ve güneydoğuda ise her zaman çetrefilli bir soru var. Huzursuz Kürt nüfusu ve oradaki silahlı gruplar. ABD'nin ana destekçileri olduğu düşünüldüğünde ve seçilmiş başkan Donald Trump'ın Suriye'nin Amerika'nın sorunu olmadığını ve ABD'nin oradaki olaylarla hiçbir ilgisi olmaması gerektiğini ilan ettiği göz önüne alındığında, Suriye Demokratik Güçleri ya da SDG olarak adlandırılan grup, Trump'ın önümüzdeki Ocak ayında göreve gelmesinden kısa bir süre sonra ABD'nin çekilmesi halinde başka müttefikler bulmaları gerektiğini anlamış olabilir.
Marksist PKK terör örgütüyle iç içe geçmiş olan SDG, bunun yerine daha tanıdık dostlar arayacaktır: İsrail ve İran. Bu iki dış gücün on yıllardır yakınlaşan çıkarları var: İsrailli bazı üst düzey yetkililer bağımsız bir Kürt devletini desteklediklerini açıklarken İran da hem Irak'ı hem de Türkiye'yi istikrarsızlaştırmak için PKK ile yakın ilişkiler kurdu.
İsrail, Kürtleri Türkiye ve komşu Arap ülkelerine karşı istikrarsızlaştırıcı bir güç olarak görüyor. Onların siyasi, etnik ve kültürel baskıdan kaynaklanan meşru tarihsel şikayetlerini istismar ederek, Tel Aviv'e çok az bir maliyetle, işlerine geldiğinde bölgenin jeopolitik satranç tahtasında acımasızca manipüle edip kurban edebilecekleri bir müttefik kazandırıyor.
İran da benzer bir bakış açısına sahip ve kendi ülkesindeki Kürt nüfusa tarifsiz baskılar uygularken, komşularındaki ayrılıkçıları bölgeyi istikrarsızlaştırmak için destekliyor. Yüzyıllardır din ve evlilik bağlarından kaynaklanan köklü ilişkilerine rağmen Araplarla Kürtlerin arasını özellikle etnik temelde açmaya çalışıyor.
Nitekim, Türkiye'nin Irak'ta PKK'ya karşı son saldırılarında bölgede İran'ın parmağı olduğu, İran'ın Fecr-1 füzeleri de dahil olmak üzere, ancak İran'ın izni ve rızasıyla bölgeye ulaşmış olabilecek İran silah stoklarının ortaya çıkarıldığı, kapsamlı bir şekilde belgelendi.
Dahası, İran'ın Irak'taki Şii terörist vekil güç ağı, Türkiye'nin Musul yakınlarındaki Zilkan askeri üssüne düzenli olarak saldırırken, Irak hükümeti, büyük ölçüde İran'la yakın bağları olan Şii militanların görev yaptığı ve doğrudan Bağdat'ın savunma bütçesinden finanse edilen bir Irak paramiliter örgütü olan Haşdi Şabi bayrağı altında savaşan PKK'ya bağlı gruplara bizzat maaş sağlıyor.
Tahran'a bağlı aynı Iraklı Şii gruplar, 6 Aralık gibi yakın bir tarihte, Ankara'nın Suriye'nin yeni yöneticilerine desteğini sürdürmesi halinde Suriye'deki ve Türkiye'deki PKK gruplarını insansız hava araçlarıyla silahlandırabileceklerini belirtmişlerdi.
İran destekli Iraklı devlet ve devlet dışı aktörlerin Kürt Marksistleri aktif bir şekilde silahlandırması, finanse etmesi ve desteklemesiyle Irak, Esed'i kaybeden İran'ın Suriye'yi istikrarsızlaştırmak için PKK'yı kullanma çabalarının merkezinde yer alıyor. İran'ın hem Irak hem de Suriye'de PKK'nın elindeki bölgelerde tarihsel olarak kullandığı silah ve uyuşturucu kaçakçılığı yolları, İran'dan Irak'a ve oradan da Suriye'ye düzenli bir nakit, uyuşturucu ve silah akışı sağlayacaktır.
Tüm bunlar Suriye devriminin başarısız olmasını ya da büyük ölçüde zayıflamasını sağlamak adına yapılıyor. Öyle ki yeni yönetim ile SDG arasındaki gerilim kanlı bir yıpratma savaşına dönüşecek ve yönetim bu saldırganlığı sürekli savuşturmak zorunda kalacaktır. Bu, İran'ın geçmişte Irak'ta çok etkili bir şekilde kullandığı bir stratejidir. Bununla birlikte, Suriye'deki yeni yetkililer, Kürtlere üniter bir Suriye'de kapsayıcı bir pay vadedip ve Kürt nüfusu arasında ihtiyatlı bir iyimserliğe neden olarak uzlaşmacı bir tonla buna karşı koymaya çalışıyor. Bunun Kürtlerin hükümette temsili ya da sınırlı özerklik anlamında nasıl şekilleneceği belirsiz.
Ancak açık olan bir şey varsa o da şudur: İran, özgürlük ve haysiyet talep etme cüretini gösteren ve müttefiki Beşar Esed'i Rusya'nın soğuğunda aşağılanmış bir şekilde yaşamaya mahkum eden Suriyelilerden intikamını almadan rahat etmeyecektir.
Bu değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.